Hürriyet’te yarından itibaren ‘Padişahların Yıldız Falları’ başlığıyla iki gün devam edecek bir yazı dizisi yayınlayacağım.
Dizide bundan asırlarca önce zamanın hükümdarları için kaleme alınmış ve sonradan hemen herkes tarafından kullanılmış olan ama bugün unutulan, şimdi elyazması kitaplıklarında muhafaza edilen, ‘yıldızlara bakarak geleceği öğrenmeye yaradıklarına’ inanılan ve adına ‘Yıldızname’ denen eserlerden yaptığım bazı alıntılar yeralacak. Yıldıznamelerde neler yok ki? Savaş açılması için en uygun vaktin ne zaman olduğundan tutun, hangi yıldızın ne çeşit aşk derdine devá olacağına, kol ve bacak ağrılarının hangi günlerde artacağına ve hattá hayırlı evlád sahibi olma yollarına kadar aklınıza ne gelirse, herşeyin cevabı saray müneccimlerinin yazdığı yıldıznamelerde.
HÜRRİYET’te yarından itibaren ‘Padişahların Yıldız Falları’ başlığıyla iki günlük bir dizi yayınlayacağım.
Dizide, bundan asırlar önce yazılmış olan ve kitaplıklarımızın, özellikle de elyazması kitaplıklarımızın raflarında o devirlerden buyana kapakları açılmadan bekleyen, ismine ‘Yıldızname’ denen ve ‘yıldızlara bakarak geleceği öğrenmeye yaradıklarına’ inanılan bazı eserlerden yaptığım alıntılar yeralacak.
Bundan üç ay önce yazdığım ‘Kasalarda Saklanan Gizli Büyü Kitapları’ isimli dizide de söylemiştim: Türkiye kütüphaneleri yüzlerce senelik elyazmalarının hem sayıları, hem konuları, hem de kaliteleri bakımından dünyanın önde gelen kültür merkezleridir. İstanbul’daki Süleymaniye, Köprülü, Nuruosmani, Ali Emiri, Topkapı Sarayı yahut Konya’daki Mevláná ile Yusuf Ağa gibi daha birçok elyazması merkezimiz dünya çapında yazma eser hazinesi olmalarının yanısıra Avrupa’daki benzerleriyle, meselá Fransızlar’ın Bibliotheque National’i yahut İngilizler’in British Library’si ile rahatça boy ölçüşebilecek, hatta birçoğunu geride bırakabilecek zenginliktedir.
YILDIZLARİLMİ
Bu kitaplıklarda öyle her okuyuculara gösterilmeyen bazı ‘değişik’ eserler de muhafaza edilir. Bu eserlerde ya başka bir álemle yani ‘öteki dünya’ ile temasa yaradığı söylenen bilgiler verilmekte, ya büyünün ve cinler álemi ile temasın usulleri anlatılmakta veya ‘ebced’, ‘remil’ ve ‘cifir’ denilen geleceği belirlemede kullanıldıklarına inanılan metodlar öğretilmektedir.
Bir kısım eserler ise ‘ilm-i nücum’ yani ‘yıldızlar ilmi’ hakkındadır. Ama bu ilimde yıldızlar başka bir maksatla ele alınmakta, nücum kitaplarında gök cisimlerinin fiziki özellikleri, astronomik meseleler yahut uzayın derinlikleri değil, yıldızların ‘geleceği tahmin vasıtası’ olarak kullanılması konu edilmektedir.
Nücum ilmiyle uğraşana ‘müneccim’ denir ve iyi bir müneccimin aynı zamanda çok iyi bir astronom olması şarttır! İşte, önceleri padişahlar için yazılan ve daha sonraları hemen herkes tarafından geleceğe ait birşeyler öğrenebilme hevesiyle büyük rağbet gören yıldıznameler, bu müneccimlerin eserleridir. Dolayısıyla, hakiki bir yıldızname öyle sıradan bir fal kitabı değildir, içerisinde o devirde astronomi konusunda bilinen ne varsa yazılıdır ve eserde bütün bunlara iláveten, gök cisimlerinin hareketlerinin yorumlanması vasıtasıyla geleceğin belirlenmesi ile ilgili dersler de verilir.
Yıldıznamelerde yazılı olanlar aslında bize değil bütün insanlığa aittir ve binlerce seneden buyana yıldızlara bakarak geleceği öğrenmeye çalışmış olan insanoğlunun ortak kültür varlığıdır. Ama, nücum ilmi, yıldıznameler ve müneccimler ile günümüzün astrolojisi ve astrologları arasında önemli farklar vardır: Müneccim, aynı zamanda astronom, yani gök bilimcisidir. Bugünün astrolojisinin burçları ve gezegenleri temel almasının aksine nücum ilminde o devirde bilinen yıldızlar ve bütün öteki gök cisimleri de işin içine girerler. Dolayısıyla, müneccimlere göre geleceğin esrarı sadece 12 adet burç ile birkaç gezegene değil, yüzlerce ve hatta binlerce yıldıza dayanır ve bütün bu gök cisimlerinin hareketinden geleceğin tahminine çalışılır.
YARINI BEKLEYİN
Yarın başlayacak olan yazı dizisinde, vakti zamanında padişahlar için yazılmış yıldıznamelerden alıntılar yapacak ve eskilerin gök cisimlerine bakarak geleceği tahmin metodlarından örnekler vereceğim. Bu tahminlerde neler yok ki? Savaş açılması için en uygun vaktin ne zaman olduğundan tutun, hangi yıldızın ne çeşit aşk derdine devá olacağına, kol ve bacak ağrılarının hangi günlerde artacağına ve hattá hayırlı evlád sahibi olma yollarına kadar aklınıza gelen her sorunun cevabı, yıldıznamelerde!
Dördüncü Murad içkiyi günah olduğundan değil, muhaliflerin toplanmasını önlemek için yasaklamıştı
HÜRRİYET’in, AKP’li belediyelerin uyguladığı içki yasağı konusunu gündeme getirmesinden sonra AKP Eskişehir Milletvekili Murat Mertcan, içki yasağının Dördüncü Murad dönemini hatırlattığını söyledi ve ‘İçkiyi, Dördüncü Murad bile yasaklayamamıştı’ dedi.
Buraya kadar gayet doğru! Dördüncü Murad içkicilere karşı tatbik ettiği bütün şiddete ve aldığı onbinlerce cana rağmen içkinin, daha doğrusu o devrin en önemli ve en başta gelen alkollü içkisi olan şarabın içilmesinin önünü alamamıştı.
Ama hata, hattá hepimizin sık sık düştüğü hata işte buradan sonra başlıyor ve Dördüncü Murad’ın içkiyi ‘günah olduğu’ için yasakladığını zannediyoruz.
Sultan Murad sadece içkiyi değil, tütünü de yasak etmiş ve müptelálarının kellesini kesmişti ama yasağın ardında dini değil sadece siyasi sebepler ve hükümdarın iktidarını daha da güçlü kılma çabası vardı.
Bakın, nasıl:
Dördüncü Murad 1624’te tahta çıktığı sırada henüz 12 yaşındaydı ve iktidar, annesi Kösem Sultan ile vezirlerin ellerindeydi. Hükümdarın otoritesini tesis etmesi için birkaç yıl daha geçmesi gerekecekti.
Genç padişah devlet işlerine yavaş yavaş hákim olmaya başladığı sırada, 1633’te İstanbul’da büyük bir yangın çıktı ve şehrin beşte dördü bir anda kül oluverdi. İmparatorluğun dört bir yanında devam eden ve alınan bütün tedbirlere rağmen bastırılamayan isyanlarla seneler boyu yaşanan ekonomik dertlerin üzerine böyle bir feláketin gelmesi, halkta daha fazla memnuniyetsizlik yaratmış ve hemen her yerde hem hükümdarın, hem de devletin aleyhinde konuşulur olmuştu. Saraya karşı muhalefet giderek artıyordu ve muhaliflerin mekánı, tütün tiryakilerinin müdávimi oldukları kahvehanelerdi.
Hükümdar işte bu sebeple, yani muhalefeti susturmak ve rahatça oturup konuşabilecekleri mekánlar bulmalarının önüne geçebilmek için önce kahvehaneleri kapattı ve tütün içilmesini yasak etti. Ama çeneler bir türlü tutulmayıp kahvehanelerin yerini de meyhaneler alınca, bir sene sonra bu defa meyhaneler kapatıldı ve içki yasağı geldi. Padişah, yasağa uyulup uyulmadığını bizzat ama çok sıkı ve sert bir şekilde denetledi ve tütün yahut içki kullanan binlerce kişinin canını aldı.
Geçmişte hemen her devlet din kavramını işine geldiği ve menfaatine uyduğu şekilde kullanmıştı ve bu durum Osmanlı İmparatorluğu’nda da sözkonusuydu. Yasağın arkasında siyasi sebepler bulunmasına rağmen dini kullanma geleneğine Dördüncü Murad da uydu. İçki ve tütün yasağının gerekçesini din ile irtibatlandırdı, hattá ‘Kadızádeliler’ denilen ve o devir sosyal hayatında son derece etkili olan gayet tutucu bir grubun görüşlerini benimsemiş göründü ve yasağı Kadızadeliler’in düşüncelerine dayandırdı.
KENDİSİ İÇKİDEN ÖLDÜ
Yasak, Dördüncü Murad’ın iktidarı boyunca sürecek, içki ve tütün kendisinden sonra tahta geçen kardeşi Sultan İbrahim zamanında serbest bırakılacak ama Dördüncü Murad, bizzat yasak ettiği içkiden hiç vazgeçmeyecek ve 1640’ın 9 Şubat’ında hayata henüz 29 yaşındayken içki yüzünden veda edecekti.
Dördüncü Murad’ın tütünü ve içkiyi yasaklamasını sebebini geniş şekilde öğrenmek isterseniz, günümüzün önde gelen genç tarihçilerinden olan Dr. Erhan Afyoncu’nun geçtiğimiz günlerde yayınlanan ‘Osmanlı’nın Hayaleti’ isimli kitabının bu konu ile ilgili bahsini okuyun. Hükümdarın koyduğu içki yasağının dini sebeplerden değil, sadece ve sadece iktidarının güçlenmesi için tatbik edildiğini görür ve yasağın gerisinde yatan sebepleri bütün ayrıntılarıyla öğrenebilirsiniz.