Verheugen’in ataları bırakın zinayı, uçkura bile karışırdı

Başbakan Tayyip Erdoğan, AB’nin yeni ceza yasasıyla ve dolayısıyla da zina tartışmalarıyla ilgilenmesini ‘içişlerimize müdahale’ olarak görüp işi AB’ye rest çekmeye kadar götürdü ama Avrupa’nın yatak meselelerimizle de alákadar olması beni hiç şaşırtmadı; zira Verheugen’in ataları daha önceleri uçkura, hatta padişahın yatak maceralarına bile karışmaya kalkışmışlardı.

Böyle müdahalelerin tarihimizde çok sayıda örneği vardı. Avrupalı diplomatlar özellikle 19. asırda birçok aşk skandalına siyasi mahiyet vermeye çalışmışlar, hatta 1850’li senelerde Dolmabahçe Sarayı’nda, yani devletin en tepesinde yaşanan ve zamanın hükümdarı Sultan Abdülmecid ile bir cariye arasındaki hadisede bile taraf olmuşlardı.

AKP’nin Meclis’teki son çalımı zina tartışmasını tam bir krize dönüştürünce Avrupa Birliği’nin komiseri Günter Verheugen, Türkiye’nin yeni ceza kanununu hálá çıkartamamasının kaygı verici olduğunu söyledi; bunun üzerine Başbakan Tayyip Erdoğan da rest çekti ve ‘Kimse içişlerimize karışmasın. AB bizim için olmazsa olmaz değildir’ deyiverdi.

Memleketin durup dururken bir zina kavgasının içerisine sokulması işin çok daha başka ve garip bir tarafı ama Avrupalılar’ın artık yatak meselelerimizle de alákadar olmaları beni hiç şaşırtmadı, zira Verheugen’in ataları daha önceleri uçkura, hatta padişahın uçkuruna bile karışmaya kalkışmışlardı. 1850’li senelerde Dolmabahçe Sarayı’nda, yani devletin en tepesinde yaşanan ‘Serfiraz’ hadisesi bunun örneklerinden biriydi.

CARİYE YÜZ VERMEDİ

Zamanın padişahı Abdülmecid, gönlünü haremindeki dilberlerden birine, Serfiraz’a kaptırmıştı ama cariye hükümdara başını çevirip bakmıyordu bile... Geceleri odasının kapısını kilitliyor, içeriye girmek isteyen hükümdarı dakikalarca yalvartıyor, bir türlü ‘Gel’ demiyor ve Abdülmecid’in yakarışları boşboğaz haremağaları sayesinde ertesi sabah bütün İstanbul’un diline düşüyordu.

Sıradan bir cariyenin dünyanın en güçlü adamlarından olan Abdülmecid’i böyle reddetmesinin sebebi, gönlünü bir başka erkeğe kaptırmış olmasıydı: Beşiktaş’ta, bugünkü Çarşıiçi Caddesi’nde oturan ve ‘Küçük Fesli’ denilen genç bir Ermeni müzisyene áşık düşmüştü. Yıldız’daki köşklerden birinde haftada birkaç defa buluşuyorlardı ve Serfiraz’ın gözü artık Ermeni delikanlıdan başkasını görmez olmuştu.

Küçük Fesli, günün birinde Beyoğlu’ndaki müzisyenler kahvesinde arkadaşlarıyla çene çalarken içeri giren bir Hırvat’ın kurşunlarına hedef oldu ve hafif yaralandı. Ailesi, delikanlıyı Marmara’daki adalardan birine kaçırdı ama Serfiraz ‘Nerede Feslim? Fesli’mi isterim, vallahi isterim!’ diye tutturunca Beşiktaş’a döndü ve Yıldız’daki kaçamaklar tekrar başladı.

Ancak kaçamakları bu defa kısa sürdü ve padişaha ortaklık etmeye kalkışan Ermeni genç, gecelerin birinde Çarşıiçi’nde iki kişinin saldırısına uğradı, bıçaklandı ve ertesi gün ölüp gitti.

Serfiraz üzüntüsünden yataklarda, Küçük Fesli’nin ailesiyle beraber İstanbul’un Ermeni cemaati de sokaklardaydı. İşin peşine düşmüş, katillerin kim olduğunu anlamaya çalışıyorlardı ve birkaç gün içinde bulup zaptiyelere haber verdiler. Ama asıl rezalet, işte o zaman yaşandı: Katiller, güya saray tarafından kiralandıklarını itiraf etmişlerdi.

Fesli’nin ailesi bu defa İstanbul’daki İngiliz, Fransız ve Rus elçiliklerinin kapısını aşındırmaya başladılar. Oğullarını padişahın öldürttüğünü iddia ediyor, ‘Cariyesini kıskanan padişah katil kiralayıp evládımızın canına kıydırdı.

Oğlumuz cariyeye başını çevirip bakmazdı ama Serfiraz adamlarını yollayıp Fesli’yi hep rahatsız eder, durmadan saraya çağırırdı. Evládımız boş yere canından oldu. Padişah bize tazminat versin zooo!’
diyorlardı.

Sarayın başını bu defa Avrupalı elçiler ağrıtmaya başladı. Mesele artık bir aşk hikáyesi olmaktan çıkmış, işe mal bulmuş magribi gibi sarılan elçiler yüzünden diplomatik mesele haline gelmişti.

Ama, Küçük Fesli’nin öldürülmesi ve hemen arkasından yaşanan milletlerarası tatsızlık neyse ki sadece birkaç hafta sürdü. Temelleri atılmaya başlamış olan yeni dünya dengesinin yatak maceralarından etkilenmemesi lázımdı. O günlerde Avrupa ile bir yandan yeni kredi anlaşmaları imzalamak, bir yandan da Rusya’nın Türkiye’de yaşayan Ortodoksları himaye adı altında yeni bir nüfuz politikası uygulama çabalarına karşı Londra ve Paris ile ittifak kurmak üzereydik ve bir uçkur hikáyesinin bütün bunların önüne geçmesine iki tarafın da gönlü razı olmadı. Serfiraz merkezli bu ‘uçkur’ hikáyesini ayrıntılarıyla anlatan tarihçi Ahmed Cevdet Paşa’nın ifadesiyle, İstanbul’daki elçilikler meseleyi büyütmek istemediler, Fesli’nin ailesini başlarından savdılar ve hadise kapandı.

AŞAMA KAYDETTİLER

Avrupa Birliği’nin komiseri Günter Verheugen ile sözcüsü Jean-Christophe Filori’nin ceza kanunu tasarısına ve dolayısıyla da zina tartışmalarına karışması, beni işte bu yüzden pek şaşırtmadı. Avrupalı olma çabalarımızın başlangıcında hükümdarın yatak odasında olup bitenlere kadar müdahaleye kalkışan Avrupa’nın uçkurumuzla artık şahıslar seviyesinde değil, genel çerçevede ilgilenir olmasını kendi açımızdan gene de bir gelişme saymalıyız.

DÖRT ASIRLIK BİR JİGOLO ÖYKÜSÜ

Boynuz korkusu binlerce kadını dul bırakmıştı

İSTANBUL,
bugünkü zina tartışmalarımızdan çok daha derin bir zina korkusunu 16. asırda, İkinci Selim’in saltanat yıllarında yaşadı. 1577’deki hadiseye Kuklacı Mustafa adında bir muhabbet tellálı sebep olmuş ve şehirdeki dul kadın sayısı bir anda birkaç katına çıkmıştı.

Mustafa, çeşitli semtlerden topladığı dokuz delikanlıyı bir hana yerleştirdi, saçlarını uzatıp kadın kıyafetine soktu ve bazı kibar konaklarına terzi, çarşafçı, falcı görüntüsü altında taşımaya başladı.

İşler, ilk zamanlarda iyi gitti. Hem konakların evli sahibeleri, hem delikanlılar, hem de Kuklacı Mustafa halinden memnundu. Ama gün geldi, evlerden biri basıldı ve delikanlının dili falakada hemen çözüldü. Hemen o gün, zamanın polis müdürü olan Subaşı’nın adamları Mustafa’nın kaldığı hanı da basıp hem Mustafa’yı, hem de öteki delikanlıları yakaladılar. Mustafa ve uzun saçlı gençler, günlerce devam eden temiz bir sopadan sonra imparatorluğun değişik yerlerine sürüldüler.

Fesadın başı ezilmişti ama bu defa İstanbul’da konağı olan beyleri bir evhamdır aldı; uzun saçlı, boyalı delikanlıların kendi konaklarını da ziyaret edip etmedikleri, hepsine dert oldu. ‘Ya benim eve de geldilerse?’ düşüncesi içlerini kemirmedeydi. Derken çarelerin en kolayını seçtiler ve karılarını boşayıverdiler.

Kurunun yanında yaş da yanmış ama İstanbul erkeklerinin içi rahatlamış ve bütün bunlardan sonra şehirdeki dul kadın sayısı bir anda birkaç katına çıkmıştı.

Zaptiye

Trilyonluk alaturka yarışma için soru önergesi verildi

TRT’
nin düzenlediği ve birkaç haftadan buyana yazıp ‘TRT özel TV’lerle reyting yarışına girmek yerine senelerden beri gittikçe pespaye bir hal alan müzik zevkini yükseltmeye çalışmalıdır’ diye karşı çıktığım ‘Alaturka Beste Yarışması’ konusu TBMM’de soru önergesi oldu.

CHP Ankara Milletvekili Yakup Kepenek, TRT’den sorumlu Devlet Bakanı Beşir Atalay tarafından cevaplanması talebiyle Meclis Başkanlığı’na bir önerge verdi ve ‘Alaturka’ yarışması için TRT’nin 1 milyon 200 bin dolar ödeyip ödemediği konusunun açıklığa kavuşturulmasını istedi.

Bu arada TRT’den, yarışmayla ilgili olarak geçen hafta gündeme getirdiğim konularla ilgili bir açıklama aldım. Açıklamada ‘musikimizin engin incelikleri, sorumlu hizmet vizyonu’ ve ‘maddi-manevi kaynak’ gibisinden beylik ifadelerle dolu uzun bir girizgáhtan sonra benim 1 milyon 200 bin dolar olarak bahsettiğim yarışmanın maliyetinin 1 milyon 355 bin dolar olduğu söyleniyor, bu mebláğın ‘barter’ yoluyla yani reklam kuşağı olduğu ileri sürülüyordu ve dolayısıyla TRT’nin ilgili kuruluşlara para ödemeyeceği iddia ediliyordu. Sanki reklam kuşağının tahsis edilmesi para değilmiş gibi...

Önceki akşam yayınlanmaya başlayan ve Popstar’ın ucuz bir kopyası olan yarışmayı bilmem seyrettiniz mi? Seyrettiniz ise sıradan ve tatsız espriler ve zoraki medihler karşısında yüzünüzü buruşturmuş, müzik camiasında adı-sanı bilinmeyen kişilerin yeraldığı jüriye şaşırmış ve çok daha önemlisi, Türk’e karşı Türk Müziği’nin, daha doğrusu Türk Müziği olduğu iddia edilen bir musikinin propagandasının yapılmasından siz de benim gibi hayrete düşmüşsünüzdür.

Alaturka yarışmasının detaylarını ve TRT’nin açıklamasını ve açıklamada yeralmayan hususları önümüzdeki hafta ayrıntılarıyla yazacağım, bekleyin!
Yazarın Tüm Yazıları