Üzülmeyin paşam, Mustafa Kemal Paşa’yı bile otomobil kaçırmakla suçlamışlardı

Şemdinli iddianamesinde Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın isminin de yeralmasından sonra çıkan tartışmalar, bana bundan 89 sene önce ortaya atılmış olan bir başka suçlamayı hatırlattı:

Mustafa Kemal Paşa’ya karşı "iki adet resmi otomobili Diyarbakır’dan İstanbul’a izinsiz olarak getirdiği" iddiasıyla açılan ama iddianın hayali olduğunun anlaşılması üzerine daha sonra kapatılmak zorunda kalınan soruşturmayı... İşte, 1917 Kasım’ında yaşanan ve kişileri durup dururken suçlamanın Türkiye’de nerelere kadar uzanabileceğinin çok güzel örneği olan hadisenin ayrıntıları...

VAN Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın Şemdinli’deki olaylarla ilgili olarak hazırladığı iddianamede Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’a da yer vermesi üzerine kıyamet koptu. Olup bitenleri burada tekrar etmeme lüzum yok; zira tepkilerden, öfkelerden ve kızgınlıklardan şimdi sağır sultan bile haberdar olmuş vaziyette.

Büyükanıt Paşa’nın isminin böyle bir iddianemede yeralmasından sonra çıkan tartışmalar sırasında, ben, bundan 89 sene önce ortaya atılmış olan bir başka suçlamayı hatırladım: Mustafa Kemal Paşa’ya karşı "iki adet resmi otomobili Diyarbakır’dan İstanbul’a izinsiz olarak getirdiği" yolundaki ortaya atılan iddiayı, açılan ve daha sonra kapatılmak zorunda kalınan soruşturmayı...

ŞİFRELİTELGRAF

İşte, 1917 Kasım’ında yaşanan ve kişileri durup dururken suçlamanın Türkiye’de nerelere kadar uzanabileceğinin çok güzel örneği olan bu hadisenin ayrıntıları:

Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Orduları Kumandanı Maraşal von Falkenhayn ile anlaşmazlığa düşmüş ve Halep’te bulunan 7. Ordu Kumandanlığı’ndan 1917’nin 6 Ekim’inde istifa etmiştir.

Paşa, 9 Ekim günü merkezi Diyarbakır’da bulunan 2. Ordu’nun kumandanlığına tayin edilir ama tayini kabul etmez, İstanbul’a dönmek ister, "izinli olarak" gelmesi kabul edilir ve 11 Ekim’de Halep’ten yola çıkarak 15 Ekim günü İstanbul’a varır ve genel karargáhta görevlendirilir.

Bazı kişiler, işte o günlerde Paşa hakkında ortaya bazı iddialar atarlar. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’a güya bir kurmay subayı da beraberinde ama izinsiz olarak getirmiş, hattá 2. Ordu’ya ait iki adet otomobili de yanına almıştır ve İstanbul’da bu otomobili kullanmaktadır. Zamanın "Harbiye Nazırı" yani Savaş Bakanı ve Başkumandan Vekili olan Enver Paşa, bu söylentiler üzerine 16 Kasım’da Mustafa Kemal Paşa’ya şifreli bir telgraf gönderir ve meselenin aslını bildirmesini ister.

RESMİ BİR YAYIN

Mustafa Kemal Paşa,
bir yerde "savunmasının istenmesi" anlamına gelen bu telgrafı iki gün sonra, 18 Kasım 1917’de bir başka şifreli telgrafla cevaplar ve iddiaların aslının olmadığını söyler. İstanbul’a bir kurmay subayla değil, yaveriyle beraber gelmiştir; 2. Ordu’ya ait olan otomobillerden biri zaten satın alındığı andan itibarek bozuk olduğu için Halep’te durmaktadır, diğerinin de lástikleri yoktur, İstanbul’a lástik temini maksadıyla getirilmiş ve 2. Ordu’nun İstanbul’daki görevlilerine çoktaaan teslim edilmiştir. Enver Paşa’nın, o sırada "mirliva" yani "tuğgeneral" olan Mustafa Kemal Paşa hakkında başlattığı işlem, bu açıklamadan sonra durdurulacaktır.

Yazının başlığında Orgeneral Büyükanıt’a hitaben "Üzülmeyin paşam...." dememin sebebi de işte bu, yani mesnetsiz suçlamaların Türkiye’de bir zamanlar Mustafa Kemal Paşa’ya kadar uzanmış olması...

Aşağıdaki kutuda, Mustafa Kemal Paşa’nın hakkındaki iddialarla ilgili olarak Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa’ya 18 Kasım 1917’de gönderdiği şifreli telgrafın tam metni, günümüz Türkçesi ile yeralıyor. Merak edenler için, telgrafın asıl metninin nerede bulunduğunu da söyleyeyim: Devletin bir yayınında, Türk İnkıláp Tarihi Enstitüsü tarafından 1964’te çıkartılan "Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri" isimli eserde yeralıyor.

Devletimiz tuhaftır, aklanmayla biteceğini bile bile dava edip bir de üstün hizmet ödülü verir

ANKARA’da, önceki hafta, bir ödül töreni vardı. Sanat tarihçiliğimizin üç önemli ismi, Dr. Nazan Ölçer, Dr. Filiz Çağman ve Prof. Dr. Nurhan Atasoy, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’den "Üstün Hizmet Ödülü" aldılar.

Kırk küsur sene boyunca devam eden devlet hizmetinin ardından geçtiğimiz yıllarda emekli olan her üç hanım, Türk Kültürü’nün tanıtılması konusunda uluslararası alanda önemli işler yapmışlardı. Nazan Ölçer, 1970’lerin sonuna kadar mezbeleyi andıran İstanbul’daki Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ni uluslararası bir kültür mekánı haline getirmiş ve Avrupa Konseyi tarafından "en başarılı Avrupa müzesi" seçilmesini sağlamıştı. Şimdi Sakıp Sabancı Müzesi’nin başındaydı ve gündemden düşmeyen Picasso sergisi, onun eseriydi. Filiz Çağman senelerce müdürlüğünü yaptığı Topkapı Sarayı’nda çok daha önceden tamamlanması gereken yeniliklere imza atmış, Nurhan Atasoy da Türk sanatını konu alan cildler dolusu eser vermişti.

Avrupa’da ve Amerika’da son senelerde açılan ve çok ses getiren Türk sanatıyla ilgili sergilerde de bu üç hocanın unutulmaz emekleri vardı ve üstün hizmet ödülünü çoktan haketmişlerdi.

Beni, bu ödüllerin yanısıra, o sırada öğrendiğim bir başka haber çok daha fazla sevindirdi: Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türk müzeciliğinin böylesine başarılı isimlerinden olan Dr. Nazan Ölçer aleyhine, bir siyasi grubun isteğini andırırcasına garip bir dava açmıştı. Nazan Hanım, özel bir kolleksiyondaki birkaç bakır tabağın kaybolmasına gözyummakla suçlanıyordu!

Nazan Ölçer’in aylarca devam eden bu dava sırasında nasıl üzüldüğüne, 40 küsur senelik başarılarının ardından böyle bir muameleyle karşılaşması üzerine neler hissettiğine yakından şahit oldum. Neyse ki, beraatle biteceği zaten başından belli olan dava geçtiğimiz hafta sonuçlandı ve Nazan Ölçer aklandı.

İşte, devletimizde bazen böylesine gariplikler yaşanıyor. Birilerini memnun etmek uğruna meslek kariyeri başarılarla dolu olan kişiler mahkemelik edilip küstürülüyor, sonra da o kişiye üstün hizmet ödülü veriliyor!

Herbiri dostlarım olan ve ilimlerine büyük hürmet gösterdiğim üç hocayı tebrik ederken, sevgili Nazan Ölçer’e ayrıca geçmiş olsun temennilerimi iletiyorum.

Ben günlerdir İstanbul’dayım otomobil ise Halep’teki depoda

"Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Devletlu Enver Paşa Hazretlerine:

İstanbul, 18.11.1333 (18 Kasım 1917)

16.11.33’teki (16 Kasım 1917) şifreli yüksek telgrafınıza takdim edilen cevaptır. Ordu Sıhhiye Reisi yaptırdığı ameliyatın noksan olmasından dolayı, tekrar ameliyat gerektirir bir şekilde rahatsızlanmıştı. Bu yüzden, Yedinci Ordu’dan ayrılmamdan önce sağlık kurulunun verdiği bir raporla hava değişimi gerek gösterilerek terhis edilmiş ve karargáh kumandanının meşru mazeretine dayanarak Yedinci Ordu’daki birçok subay gibi usul gereği izin almıştım.

Beraberimde bir kurmay subay aldığım hakkındaki ifade doğru değildir. Ácizleri, yalnız yaverlerimi beraber aldım. Bunda da, İkinci Ordu Kumandanlığı’ndan ayrılmam sırasında İkinci Ordu’ya mensup olan kişileri (yaverleri) beraberimde almak konusundaki yüksek emrinize uydum. Bunlardan Yüzbaşı Salih Efendi hayatına málolabilecek bir hastalığa müptelá bulunduğundan dolayı tedavi altında tutulması için, Teğmen Şükrü Efendi de savaşın başlangıcından buyana cephelerden ayrılmamış olduğundan Manisa’da bulunan ailesi tarafından gösterilen mazeret üzerine izinli olarak terhis edilmişlerdir. Kendilerine bu müsaadeyi, İkinci Ordu’ya mensup subaylardan oldukları için, İkinci Ordu Kumandanı sıfatını taşıdığım zaman vermiştim. Yanımda yalnız bir tek yaver vardır. Bunu da, Fevzi Paşa Hazretleri İkinci Ordu’nun yaverini beraberinde alıp gitmiş olduğundan dolayı muhafaza etmiştim.

Yedinci Ordu’nun iki otomobilini beraberimde almadım. Gerçi sözü geçen ordunun iki otomobili vardı. Bunlardan biri daha alındığı zaman kırık olduğundan ve her türlü teşebbüse rağmen nihayete kadar tamirine imkán bulunmadığından Yedinci Ordu karargáhının güneye hareketinde bu kırık otomobil fazla bir yük olmaması için Halep’te 15. Kolordu Karargáhı’nda terkedilmiştir. Diğer otomobil dahi, lástiklerinin tamamen mahvolmuş bulunmasından dolayı, terkedilmiş bir haldeydi.

Fevzi Paşa, Halep’e ulaştığı zaman İkinci Ordu’nun otomobilini beraber alıp getirdiği için ve ácizleri de İkinci Ordu’ya kumandan tayin edilmiş olduğumdan, İkinci Ordu’nun otomobiline karşılık İstanbul’da lástik bulunması halinde kullanılabilecek bir hale getirilmesi mümkün olur düşüncesiyle lástiksiz otomobili İstanbul’a getirmiştim. Fakat maalesef buna imkán bulamadığım için, otomobil ait olduğu İkinci Ordu’nun İstanbul’daki sevk memuruna teslim edilmiştir.

İstanbul’da ulaşım vasıtalarının bulunmasındaki zorluklardan dolayı, burada gerektiğinde tanıdığım kişilerden rica ile sağladığım otomobilli kullandığını arzederim.

Ordu Kumandanı

Tuğgeneral Mustafa Kemal"
Yazarın Tüm Yazıları