Siyaset literatürümüze geçen hafta giren ‘‘troyka’’ sözü Rusça'dır ve ‘‘üç atın çektiği araba’’ demektir. Biz, ‘‘troyka’’ kavramı ile aslında geçen hafta değil, bundan tam 291 sene önce bu aylarda kazandığımız Prut Savaşı sırasında tanıştık.
Sadrazam Baltacı Mehmed Paşa'nın kumanda ettiği Türk ordusu, Rus Çarı Petro'yu Prut bataklıklarında sıkıştırmış, Çar kuşatmadan Türk tarafının istediği barışı imzalayarak kurtulmuş ama dedikodular durmamıştı. Baltacı'nın düşmanları ‘‘Moskof Kraliçesi Katerina troykasına binip geldi ve bizim Paşa'nın çadırına girdi’’ diye láf çıkarmış, İstanbul haftalarca bu ‘‘troyka’’ ve ‘‘çadır’’
hadisesini konuşmuştu.
SİYASET literatürümüz, geçen hafta yepyeni bir kelime kazandı: ‘‘Troyka’’... İsmail Cem, Hüsamettin Özkan ve Kemal Derviş üçlüsüne şimdi ‘‘troyka’’ diyoruz.
‘‘Troyka’’ sözünün nereden geldiğini ve ne demek olduğunu acaba hiç merak ettiniz mi?
Kelime Rusça'dır, doğru yazılışı ‘‘troika’’dır ve ‘‘üç atın çektiği araba’’ demektir. Bizim nasıl öküzlerin çektiği ‘‘kağnı’’mız yahut sıska beygirleri koştuğumuz at arabamız varsa, Ruslar'ın da geleneksel ‘‘troyka’’ları vardır.
Rus tarihi boyunca ‘‘Çar’’ından yani imparatorundan Sibirya'daki köylüsüne kadar hemen herkes troyka kullanmış ve troykanın yapıldığı ağacın cinsi ile süsünün ölçüsü, sahiplerinin maddi gücünü gösterir olmuştu. Çar koşumları mücevherli, ağaç kısmı altın varaklı troykalarla gezerken asiller ve zenginler nisbeten daha ucuz taşlarla bezeli arabalar kullanır, halkın troykası ise son derece basit olurdu. Üstelik sadece yolda gitmeye yaramaz, tekerleklerin yerine kızak takılınca karda da işe yarardı.
YA KATERİNA OLMASAYDI?
Ruslar'ın bu geleneksel üç atlı arabası zamanla siyasi ve sosyal bir terim halini aldı. Özellikle 1945 sonrasında, üç başlı yönetimler ‘‘troyka’’ diye adlandırılır oldu, devlet idaresinden şirketlere kadar nerede üçlü bir yönetim varsa bunlara ‘‘troyka’’ dendi.
Biz, ‘‘troyka’’ sözü ile geçen hafta değil, bundan tam 291 sene önce bu aylarda, Ruslar'la yaptığımız Prut Savaşı sonrasında tanışmıştık. İstanbul, 1711 Temmuz'unun son günlerinde Rus ‘‘çariçe’’si yani imparatoriçesi olan Katerina'yı, çariçe ile Sadrazam Baltacı Mehmed Paşa arasında birşeylerin geçip geçmediğini ve Katerina'nın ‘‘troyka’’sını tartışmış, bu tartışma aylarca devam etmişti.
İşte, troyka ile bu ilk tanışmamızın öyküsü:
Türkiye ile Rusya arasında uzun zamandan beri devam eden anlaşmazlıklar, Türkiye'nin 1711'in 9 Nisan'ında Rusya'ya savaş açmasıyla neticelendi. Türk donanması Karadeniz'e açıldı, Sadrazam Baltacı Mehmed Paşa'nın kumanda ettiği ordu da Romanya taraflarında bulunan Rus ordusunu bulmak için Davudpaşa Kışlası'ndan sefere çıktı.
İki ordu, 19 Temmuz sabahı Prut Nehri sahilinde karşılaştılar. Baltacı'nın kuvvetleri Çar Petro'ya cepheden saldırdı, Kırım Hanı Devlet Giray da Rus ordusunu arka taraftan çevirdi. Çar Petro, 60 bin askeriyle beraber nehir ile gerideki bataklıklar arasında sıkıştı.
Paşalar, Rus ordusunun nasıl imha edileceğini tartışırlarken, Rus tarafında kader toplantıları yapılıyordu. Çar Petro ‘‘Savaşarak ölelim’’ dediği anda devreye karısı Katerina girdi ve Çar ile generallerini teslim olmaya ikna etti. O devrin savaşlarında, teslim olan ordunun karşı tarafa teslim haberini gönderirken yüksek mebláğda bir fidye ödemesi gerekiyordu.
Katerina yanındaki mücevherlerini ortaya koydu, generaller de bütün paralarını verdiler ve toplanan bu küçük hazine ‘‘Aman verilmesi’’ için Türk tarafına, Baltacı Mehmed Paşa'ya gönderildi.
Troyka ile ilk tanışma
Çar'ın barış teklifi kabul edildi, Ruslar'a şartlarını Türk tarafının hazırladığı bir ön anlaşma imzalattırıldı ve Rus ordusunun bazı önemli generalleri rehin alındıktan sonra Prut'taki kuşatma kaldırıldı. Baltacı Mehmed Paşa, muzaffer bir kumandan olarak İstanbul'a döndü.
Ama, Paşa daha dönüş yolundayken İstanbul'u bir dedikodu sarmıştı: ‘‘Rus ordusu imha edileceği sırada Moskof Kraliçesi Katerina'nın 21 Temmuz akşamı troykası ile aniden Türk ordugáhına gelip Paşa'nın çadırına girdiği’’ söyleniyordu. Katerina yanında getirdiği çuvallar dolusu mücevher ile parayı Paşa'ya vermiş, içeride her nedense saatler boyu kalmış, şafak sökerken gene troykasına binip kocasının yanına dönmüş, Baltacı da birkaç dakika sonra ‘‘Kuşatmayı kaldırın’’ buyurmuştu!
1712 Temmuz'unun sonunda, İstanbul, Mehmed Paşa'nın Prut'ta kazandığı eşsiz zaferi troykayla gelip gene troykayla dönen bu ‘‘Moskof kraliçesi’’nin uğruna ‘‘sattığını’’ konuşuyordu.
PAŞA, ERKEKLİK sembolümüzDÜR
Paşa önce ‘‘Bu Moskof Kraliçesi masalı da neyin nesidir? Kadının çadırıma geldiğini kim görmüş?’’ dedi, sonra ‘‘Barış yapmaya mecburduk. Çar'ı sıkıştırmıştık ama bizim ordu da yerinden kımıldayamayacak haldeydi, Troykalı kadın hadisesi iftira, hem vallahi, hem billáhi!’’ diye kendisini savundu ama kimseleri inandıramadı. Zamanın hükümdarı Üçüncü Ahmed, Prut Savaşı'nın bu galip kumandanını 20 Kasım günü azletti.
Bizim ‘‘troyka’’ sözü ile tanışmamızın kısa öyküsü, böyle. Paşa ile Katerina'nın hiçbir zaman karşılaşmamış oldukları sonradan ortaya kondu ama asırlar boyu devam edegelen dedikodular son bulmadı. Mehmed Paşa'dan bugüne kalan tek hatıra, ‘‘erkeklik gücümüzün simgesi’’ haline gelmiş olan bu ‘‘Baltacı ile Katerina’’ efsanesinden ibaret.
Troykanın başını ortadaki beygir çeker
TROYKA, her türlü hava şartında kullanılması için yapılmıştır ve özellikle Sibirya taraflarının uzun ve karlı kış ayları için troykadan daha uygun bir vasıta yoktur. Kış troykalarında oturulan kısımların altında uzun ve yüksek kızaklar bulunur. Kar mevsimi sona erdiğinde, bu kızakların yerini geniş çaplı tekerlekler alır.
Arabayı çeken üç at arasında en önemli fonksiyona sahip olanı, ortadakidir. İki taraftaki atlar iki yana salınarak giderler ve bu aykırı gidiş, troykaya hoş bir hareket uyumu verir. Sürücü, troykayı dört dizgin ile idare eder.
Dizginlerin ikisi ortadaki, diğer ikisi de yandaki atlar içindir. Koşum takımlarında dizginlerin yanısıra çok sayıda meşin de vardır ve Ruslar bu meşinlerin her birinin başka bir işe yaradığını söylerler. Sürücünün yanındaki çan, bugünkü kornanın vazifesini yapar ve sesi uzak mesafelere duyurabilecek madenden imal edilmiştir.
En iyi troyka atları, Orlov cinsinden olanlardır. Ortaya koşulacak atlar üç buçuk ile dört, yan taraftakiler ise iki buçuk ile üç yaş arasında eğitilir ve eğitimlerinin tamamlanmasından sonra ortalama on sene boyunca hizmet verirler.
Sinan’ın hamamını yıkan kafa, yalıyı da kundaklar
ORTAKÖY'deki Naime Sultan Yalısı'nı da en nihayet yakıp harabeye çevirerek hallettik ve rahatladık.
Böylesine şık ve güzel bir binanın bahçesinin bir eğlence mekánının otoparkı olmasına çok kişi şaşırdı ama bana gayet normal bir iş gibi geldi. Ne de olsa Mimar Sinan'ın hamamını rant uğruna yerle bir etmiş, birkaç asırlık Mevlevihaneler'i çıtır çıtır yakmış, hatta dünyanın en zengin elyazması kütüphanelerinden birini bile rektör talimatıyla sandıklarda çürütmeyi başarmış bir millette mensuptuk ve Ortaköy'deki bir sultan yalısını yakmak, bizim için genetik vazife olmuştu.
Beni asıl şaşırtan hadise, başkaydı: Okul idaresi bundan tam iki ay önce özel bir güvenlik şirketine muhtemel bir yangın konusunde rapor yazdırmış, bunun için para da ödemiş ama rapordan yangın sonrasında hiç bahsedilmemişti.
‘‘Beta Güvenlik Sistemleri’’ adına endüstriyel yangın ve patlayıcı maddeler uzmanı Yunus Kızmaz'ın imzasını taşıyan 20 Mayıs 2002 tarihli raporun girişinde binanın yüksek derecede yangın riski taşıdığı söyleniyor ve alınması gereken tedbirler tam beş sayfada sıralanıyordu.
Şimdi, iki hususu merak ediyorum: Birincisi, okul idaresinin bu raporu bir yerlerden tehdit gibisinden birşeyler aldıktan sonra mı hazırlatmak ihtiyacını hissettiği, diğeri de iki ay raporun yangın sonrasında neden gündeme gelmediği.