Paylaş
Keçeye sarıp atlara çiğnetirlerdi
Sadi Somuncuoğlu aslında bir hayli şanslıymış. Zira dünyaya kanunların değil de ‘‘töre’’nin hakim olduğu eski devirlerde gelmiş olsa ve devletin başına ‘‘büyüklerinin iznini almadan’’ geçmeye çalışsa gece baskınına falan uğramayacak, hemen geniş bir keçeye sarılıp yüzlerce atın ayaklarının altına atılacak ve kemikleri unufak olana kadar çiğnenecekti. Çünki, MHP milletvekili Cemal Enginyurt sayesinde yeniden gündeme gelen ‘‘töre’’, böyle emrediyordu.
Cumhurbaşkanlığına partisinin iznini almadan aday olduğu için ‘‘töre adına’’ uğradığı gece baskınını sadece hafif darbelerle ve ağır sözlerle atlatan MHP'li Sadi Somuncuoğlu kim ne derse desin, aslında bir hayli şanslıymış.
Şansının sebebi, dünyaya bu devirde gelmiş olması. Sadi Bey kanunların değil ‘‘töre’’nin hakim olduğu eski zamanlarda yaşasa, siyasetin gene içinde olsa ama devletin başına ‘‘büyüklerinin iznini almadan’’ geçmeye çalışsa çok daha büyük musibetlerle karşılaşacaktı. Böyle hafif bir gece baskınına uğraması yahut bakanlıktan azledilme tehlikesi gibisinden işler o zaman sözkonusu olmayacak, Sadi Bey büyük ihtimalle geniş bir keçeye sarılacak ve yüzlerce atın ayaklarının altına atılıp kemikleri unufak olana kadar çiğnenecekti. Zira MHP milletvekili Cemal Enginyurt sayesinde yeniden gündeme gelen ‘‘töre‘‘, Sadi Bey için böyle bir akıbeti öngörüyordu...
Günlerdir sözünü edip tartıştığımız bu ‘‘töre’’ kavramının ne olduğunu, nereden geldiğini bilmem hiç merak ettiniz mi?
‘‘Töre’’, eski devirlerinden kalma bir kelimedir. Anadolu öncesi zamanların Türkçe'sinde değişik mánaları vardır. Meselá bildiğimiz ‘‘çakal’’a ‘‘töre’’ denir. Eski zamanlarda öküzlerin ve kölelerin boynuna geçirilen boyunduruğun ismi de ‘‘töre’’dir.
15. asırdan itibaren yazılmış olan hemen bütün Türkçe sözlükler, ‘‘töre’’nin karşılığında ‘‘düzen, nizam, kanun, yasak, ádet, usul, kaide, örf, görenek, tertip, tanzim, ádet, áyin’’ derler. ‘‘Töre’’nin ‘‘türe’’ diye teláffuz edildiği de olur.
Gelenek ve göreneğe dayanan hemen her kural aslında ‘‘töre’’nin ta kendisidir ama eski siyaset biliminde ‘‘töre’’ demek Moğol hükümdarı Cengiz Han'ın koyduğu kanunlar ve yasaklar demektir. ‘‘Cengiz Yasası’’ diye bilinen ve temeli Moğol ádetlerine dayanan bu kuralları sonradan Türk kavimleri de benimsemiş ama Türk geleneklerine uymayan maddeler değişmiş ve zamanla kendimize mahsus bir töre ortaya çıkmıştır.
MHP'li Cemal Enginyurt sayesinde gündeme gelen ‘‘töre’’ kavramının kısa geçmişi işte böyle. Geçen cuma günü yapılan son tur cumhurbaşkanlığı oylamasını takip etmek için gittiğim Meclis'te Cemal Enginyurt'la bu ‘‘töre’’ konusunu konuşma fırsatını buldum. Önce pantalonunun paçasını sıyırıp ayağındaki yaraları gösterdi, ‘‘Bu izler Sadi Bey'in korumalarından kaldı’’ dedi. ‘‘Töre’’yi gündeme kendisinin getirmediğini, ‘‘töre’’yle ilgili tek bir söz etmediğini ve kavramın başkaları tarafından ortaya atıldığını anlattı. Sonra ‘‘Türkeş'in kızı televizyona çıkıp 'Bizim töremizde bu işler yoktur' dedi. Peki ama Türkeş'in 1992'nin 28 Aralık'ındaki kongrede Sadi Somuncuoğlu'nu dövdürmesi de mi töreye aykırıydı?’’ diye sordu.
Cengiz'in yasasında, Han'ın arzu ve emirlerinin aksine iş yapanların idam edilmesi ama suçlu hanedan mensubuysa veya devletin üst düzeyde bir görevlisiyse kanından yere tek bir damla damlamayacak şekilde öldürülmesi yazılı. Bu şekilde bir infazın ise tek bir yolu var: Canı alınacak kişinin keçeye yahut halıya sarılıp geniş bir alana konması ve kemikleri unufak olana kadar üzerinden yüzlerce atlının defalarca geçmesi.
‘‘Sadi Somuncuoğlu dünyaya bu devirde gelmiş olduğu için şanslıymış’’ demekle pek haksız sayılmıyorum, değil mi?
Japon olsa, Bahçeli’nin önünde küçük parmağını kesecekti
‘‘Sadi Bey eski zamanlarda yaşasaydı başına daha büyük işler açılırdı’’ diye hep ihtimallerden söz ediyorum ya... Biraz da bir başka ihtimalden, meselá Sadi Bey'in geçmişte yine ‘‘töre’’ sahibi bir diğer millete mensup olması ihtimalinden bahsedeyim...
MHP'li Devlet Bakanı Sadi Somuncuoğlu Türk değil de Japon olsaydı ve bundan birkaç asır önce yaşasaydı, şimdi dokuz parmaklı kalmıştı. Zira Japon töresinde geleneklere karşı gelip kendi başına büyük işler etmeye kalkmanın cezası sol elin küçük parmağıydı ve töre şu şekilde uygulanırdı:
Başına buyruk iş yapmaya kalkan kişi eğer halktan biriyse hemen halledilir, yani kafası bir vuruşta uçurulurdu fakat Sadi Bey gibi devletin üst makamlarındaki bir siyasetçi için durum farklıydı. Suçu daha ağır olsa harakiri yapması, yani karnını bıçakla deşerek intihar etmesi istenirdi.
Kimsenin canını yakmadan ve darbe yoluna falan sapmadan başa geçmeye kalkanlar için ise, Japon töresi ‘‘küçük parmak’’ diyordu. Gerçi daha hafif suçlar için samurayın örülü saçları kesilirdi ama liderliğe soyunanmanın cezası genellikle küçük parmak olurdu. Dolayısıyla Sadi Bey o zamanın Devlet Bahçeli'sinin yani ‘‘şogun’’unun karşısına oturup sol avucunu önündeki masaya dayayacaktı. Şogun ‘‘Yanlış iş yaptın samuray!’’ derse Sadi Bey belindeki keskin bıçağı çekecek, sol elinin küçük parmağını tek bir darbeyle uçuracak, kana bulanmış elini hemen saracak, sonra masanın üzerindeki parmağı ipek bir mendile koyarak ‘‘İşte kabahatimin bedeli’’ diyerek ‘‘şogun’’a sunacak ve bütün bunları yaparken canının yandığını hissettirmek gibi bir ayıbı da kesinlikle işlemeyecekti.
Büyük sözü dinlemeyenleri Cengiz'in töresi yüzlerce ata çiğnetiyor, başka bir milletin töresi ise küçük parmağandan ediyor. Dolayısıyla artık ‘‘Demokrasi mi, yoksa töre mi?’’ sorusunun cevanbını vermek de sizlere kalıyor...
İşte, Cengiz Han'ın töresi
Káinatın yaratıcısı tek bir tanrıdır ve sadece bu tanrıya tapılacaktır.
Cengiz Han'ın erkek çocuklarının soyundan gelmeyen kişiler kendilerini ‘‘han’’ ilán edemezler. Bir prensin ‘‘han’’ olmasına sadece kurultay karar verebilir.
Han'ın arzu ve emirlerinin aksine iş yapanlar idam edilirler. Bu cezayı sadece han verebilir. Ancak idama mahkûm edilen kişi hanedan mensubu ise veya devletin üst düzeyde bir görevlisiyse kanından yere tek bir damla damlamayacak şekilde öldürülür. Kurultay kararlarının aksine hareket edenlere de aynı ceza verilir.
Siláhları korumakla görevli subay siláhları askere savaştan önce bizzat kendisi dağıtır ve sonra geri alır. Siláh, savaş dışında hiçbir şekilde taşınamaz, sadece kışın ava giderken kullanılabilir.
Mart ile ekim ayları arasında geyik ve ceylán avlanması kesinlikle yasaktır.
Hırsızlar, çaldıkları mal önemli ise idam edilirler ama kıymetli bir şey çalmadıkları takdirde yedi ile yediyüz arasında deynek yemeye mahkûm edilirler. Çaldığı malın dokuz katını ödeyen hırsız affedilir.
Birinci ve ikinci derece yakın akrabalarla evlenmek yasaktır. Erkekler karılarını satın alacaklardır. Bir erkek bütçesi elverdiği ölçüde kadın ve cariye alabilir.
Zina yapan idam edilir. Suçüstü durumunda baskıncıların zina yapanları öldürme yetkileri vardır.
Aileler, ölmüş çocuklarını birbirlerine nikáhlayabilirler. Bu şekildeki nikáhlar geçerki sayılır ve hukuki sonuçları tartışılamaz.
Hırsızlık yapan káhya, kethüda veya muhasebeci çaldığı mebláğ yüksekse idam edilir ama fazla birşey çalmamışsa Han'ın huzuruna çıkartılır. Han, istediği takdirde hırsıza bir başka ceza verebilir. Asilzadelerin bu şekildeki kabahatleri ise dokuz defaya kadar affedilir.
Gök gürlerken suya girmek yasaktır.
Paylaş