Tam 134 yıllık sır vagon ve sahibinin hamam kaçamağı

Rahmi Koç'un bu hafta açılan yeni müzesindeki bir obje, Sultan Abdüláziz'in Avrupa seyahatinde kullandığı 'saltanat vagonu', bana bir buçuk asırdan beri devam eden ama sisler arasında duran bir söylentiyi hatırlattı: Sultan Abdüláziz ile Fransa İmparatoriçesi Eugenie arasındaki aşk dedikodularını...

Rahmi Koç hayaline nihayet kavuştu, senelerdir topladığı sanayi áletlerinin hepsini biraraya getirdi ve Türkiye'nin ilk Sanayi Müzesi'ni kurdu.

Geçen salı gecesi yapılan açılışına davetli olduğum müzeyi gezerken ne yalan söyleyeyim, ‘‘Burası Türkiye için biraz fazla lüks’’ demekten kendimi alamadım. Seneler boyu Avrupa'daki birçok özel müzeyi gezmiştim, içlerinde hakikaten ‘‘müze’’ kavramının bile üzerinde bulunanları vardı ama ufacık köylerdeki ve kasabalardaki tek katlı evlerin bile ‘‘dünya çapında bir müze’’ olarak tanıtılmalarından rahatsız olur, ‘‘Bizim zenginlerimiz de kendi iş alanlarıyla ilgili eski eserleri toplayıp niçin bir müze haline getirmezler acaba?’’ diye hayıflanırdım.

Burada neler var neler

Rahmi Bey, işte bunu yaptı. Müzesi sadece objelerinin çeşitliliği ve zenginliği açısından değil, teşhir bakımından da Türkiye'nin standardlarının çok çok üzerindeydi. Ve ben, açıkçası müzenin bu kadar zengin ve bu derece şık olabileceğini ümid etmiyordum. Her yer dünyanın dört bir köşesini ancak kapı kapı dolaşmakla temin edilebilecek binlerce áletle doluydu, bir salona gıcır gıcır duran ve hálá çalışan eski bir zeytinyağı fabrikası kurulmuştu, diğer bir salonda pırıl pırıl kolleksiyonluk otomobiller sıralanıyordu. Bir başka yerde çocukluğumuzun mutlu günlerinin tramvayı vardı, tramvayın hemen ilerisinde de nerede bulunduğunu, daha doğrusu hálá varolup olmadığını senelerdir merak ettiğim bir vagon duruyordu: Sultan Abdüláziz'in saltanat vagonu...

Vagonu görünce sahibi olan Sultan Abdülaziz'i, hükümdarın Avrupa seyahatini ve daha sonra İstanbul'da ve Paris'te dilden dile dolaşan bir dedikoduyu, Fransa İmporatoriçesi Eugenie (okunuşu: Öjeni) ile Abdüláziz arasındaki aşk söylentilerini hatırladım ve sizlere de nakledeyim dedim.

Türkiye'den savaşlar dışında ayrılıp yabancı memleketleri ziyaret eden ilk ve son hükümdar, Abdüláziz'di. Fransa İmparatoru Üçüncü Napoleon tarafından Paris'teki milletlerarası serginin açılışına davet edilen Abdüláziz, 1867 yazında İstanbul'dan Fransa'nın Toulon limanına kadar gemiyle gitti, buradan Paris'e bu vagonla seyahat etti. Sonra Londra'ya geçti, dönüşü Belçika üzerinden yine bu vagonla oldu, kendisine ‘‘iyi yolculuklar’’ demeye gelen Belçika ve Prusya krallarıyla Avusturya-Macaristan İmparatoru'nu da vagonunda ağırladı.

Hamamda sabaha kadar

Vagon, Abdülaziz'den sonra kullanılmadı, kaderine terkedildi, bir depodan ötekine gitti ve bu yolculuğu tam 134 sene devam etti. Türkiye'nin önde gelen sanat tarihi hocalarından Prof. Nurhan Atasoy vagonu 1998'de Devlet Demiryolları'nın bir deposunda hurda halinde bulup Rahmi Koç'u haberdar etti ve ‘‘Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı’’ tarafından satın alınan vagon baştan aşağı elden geçirildi, eski haline en yakın şekle getirilip müzeye kondu.

Abdüláziz, Paris'te ilk görüşte aklını başından alan bir hanımla tanışmıştı: Fransa'nın güzelliğiyle ve zekásıyla meşhur imparatoriçesiyle, yani Üçüncü Napoleon'un karısı Eugenie ile... Söylenenlere göre Paris'te gözü başka birşeyi görmemiş, dönüşte bile aklı-fikri hep Eugenie'de kalmıştı.

Eugenie'yi yeniden görebilmek, hükümdara iki sene sonra yeniden nasip oldu. İmparatoriçe, Süveyş Kanalı'nın açılık merasimine davetliydi, Mısır'a gemiyle gidecekti ve giderken İstanbul'a da uğramıştı.

Dedikodular, işte bu ziyaretin hemen ilk gününde başladı. Hükümdar, Paris'te kendisine evsahipliği yapmış olan imparatoriçe için önceden Beylerbeyi Sarayı'nı hazırlatmış ve hazırlıkların başında bizzat bulunmuş, Eugenie'yi daha karaya ayak basmadan denizde karşılamış ve peşpeşe hediyelere boğmuştu. Abdüláziz'in Eugenie'ye gecelik entarisi yaptırması için binlerce altın değerinde bir de şal verdiği bütün şehrin dilindeydi.

Eugenie, İstanbul'da bir hafta kaldı ve şehrin hemen her tarafını dolaştı. Beylerbeyi'ne öğleden sonraları yorgun argın döndüğünde hemen sarayın hamamına gidiyor ve kendisini hükümdarın ‘‘nátırlık’’ etmesi yani bir çeşit telláklık yapması için gönderdiği Arzıniyaz Kalfa'nın ellerine teslim ediyordu.

İstanbul, o hafta bir başka dedikoduyla çalkalandı: Abdüláziz, Eugenie'nin nedimelerini ve yaverini birer bahaneyle imparatoriçenin yanından uzaklaştırmış, sonra Dolmabahçe'den saltanat kayığına binip Beylerbeyi'ne geçmiş, rıhtımdam koşar adımlarla doğruca hamama gitmiş ve hamamda gün ağarıncaya kadar Eugenie'yle beraber kalmıştı.

Áşığının oğlunu merak etti

Sonra, araya peşpeşe feláketler girdi. Abdüláziz tahtından indirilip öldürüldü, Eugenie kocası Üçüncü Napoleon'la beraber hayatının sonunda bile noktalanmayacak olan bir sürgüne gitti ve Osmanlı hükümdarıyla Fransız İmparatoriçesinin arasında olup bitenlerin söylentisi yüz küsur sene boyunca hep konuşulup durdu. Eugenie'nin ilk ziyaretinden tam 42 sene sonra artık beli bükülmüş ve çok yaşlı bir hanım olarak yeniden geldiği İstanbul'daki hüznü ve Abdüláziz'in oğlunu görmek istemesi, söylenenlerin doğruluğuna işaret sayıldı.

Hasköy'e mutlaka gidin, Rahmi Bey'in müzesini baştan sona gezin; merakın, azmin ve zevkin ürünü olan bu eserin güzelliğine siz de hayran kalın. Ama bu işe bir günüzünü ayırın, zira böyle bir müzeyi gezmeyi ancak bir günde bitirebilirsiniz. Sonra rengárenk, büyükçe bir bibloyu andıran Abdülaziz'in vagonunun önünde durun ve Eugenie'den sonra sarayındaki birbirinden güzel cariyeleri bile görmeyecek hále gelmiş olan hükümdarın iç çekişlerini duymaya çalışın. Belki de birşeyler işitebilirsiniz, kimbilir?

Şehzade dans etti, Padişah ‘‘Ben boynuzlu muyum?’’ dedi

İmparator Üçüncü Napoleon, Paris'te Abdüláziz'in şerefine bir balo vermişti. Sonraları ‘‘Beşinci Murad’’ olarak tahta geçen Veliahd Murad Efendi, baloda bir Fransız prensesiyle dansediyordu. Dansın biraz ‘‘samimi’’ bir hal aldığını gören Abdüláziz yanındakilere ‘‘Söyleyin şu herife, karıyı hemen bıraksın’’ buyurdu. ‘‘Biz burada boynuzlu muyuz?’’

Üçüncü Napoleon kendini beğenmişliğiyle ve patavatsızlığıyla meşhurdu. Paris'te verdiği bir davette Abdüláziz'in Hariciye Nazırı yani Dışişleri Bakanı olan Fuad Paşa'ya ‘‘Devletiniz artık pek güçsüz, meselá donanmanız işe yaramaz halde. Ne vaziyette olduğunuzun farkında mısınız?’’ deyince, Paşa'dan güzel bir cevap aldı: Fuad Paşa ‘‘Majesteleri hata ediyorlar!’’ dedi. ‘‘Türkiye öyle kuvvetli bir devlettir ki, üç asırdan beri sizler dışarıdan bizler de içeriden yıkmaya bu kadar uğraştığımız halde hálá yerinde duruyor!’’ (Ali Kemali Aksüt'ün ‘‘Sultan Aziz'in Avrupa ve Mısır Seyahati’’ isimli eserinden).

Aşkı uğruna, 42 yıl sonra İstanbul’a yeniden geldi

Bir İspanyol kontunun kızı olan Eugenie, 1826'da Granada'da doğdu. İspanya'nın en güzel kızı olarak tanındı, gençlik yıllarını Paris'te geçirdi ve burada sonradan ‘‘İmparator Üçüncü Napoleon’’ unvanını alacak olan Louis Napoleon'la tanıştı.

1853'te ‘‘imparator’’ Louis Napoleon'la evlenip ‘‘Fransa İmparatoriçesi’’ oldu ve Paris halkının düğün hediyesi olarak verdiği 600 bin frangı yeni kurulmakta olan bir kızlar okuluna bağışlaması üzerine de, Fransızlar'ın gönlünde taht kurdu. Güzelliğiyle ve zekásıyla tanınırken siyasetle çok yakından ilgilendi, Katolik Partisi'ni destekledi ve kocasının Fransa dışında bulunması sırasında ‘‘imparator naibesi’’ olarak Fransa'yı bizzat o idare etti.

Yarım asırlık sürgün

Kocası Üçüncü Napoleon'un Alman ordularına karşı 1870'de Sedan'da yenilip esir düşmesi üzerine Paris'i terketmek ve İngiltere'ye sığınmak zorunda kaldı. Bir sene sonra serbest bırakılan kocasıyla burada yeniden biraraya geldi. Fransa'ya tekrar dönemeyen imparatoriçe, tam yarım asır boyunca sürgünde yaşadı. Kocasının 1873'teki ölümünden sonra da politikayla uğraşmaya devam etti ama İngiliz ordusuna katılıp Güney Afrika'ya savaşa giden oğlunun bir çatışmada can vermesi üzerine kendini dine verdi ve acılarını unutmak için seneler boyu diyar diyar dolaştı. 1920'de Madrid'de 94 yaşındayken öldüğünde, Fransa'ya tam 50 seneden beri gidememişti.

Eugenie, 1911 Haziran'ında yatıyla İstanbul'a bir daha geldi, zamanın hükümdarı Sultan Reşad'ı ziyaret etti ve padişahtan garip bir ricada bulundu: İstanbul'a o tarihten 42 sene önceki ilk gelişinde henüz küçük bir çocuk iken tanıdığı bir şehzadeyi, Sultan Abdülaziz'in oğlu Yusuf İzzettin Efendi'yi görmek istedi. Şehzade ile görüştü ve bu isteği İstanbul'un yanısıra Paris'te de oldukça manidar karşılandı. O dönemde sarayın ‘‘mábeyn başkátibi’’ yani ‘‘genel sekreteri’’ olan meşhur romancı Halid Ziya Bey (Uşaklıgil), hatıralarında bu görüşmenin sonrasından bahsederken ‘‘...Kalbini neler burktu, bunu keşfetmek mümkün değildir. Fakat dönüşünde, rıhtımdaki sandala binerken daha ziyade yaşlanmış, daha ziyade çökmüş gibiydi’’ diye yazacaktı.
Yazarın Tüm Yazıları