Suudiler Ecyad’ı yıktı, sıra Suriye’deki Türk Mezarı’nda
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Türkiye sınırları dışında kalan Osmanlı eserlerinin başına son zamanlarda hep bir işler geliyor. Mekke'deki Ecyad Kalesi'nin yerle bir edilmesinden sonra, şimdi de Suriye'deki dokuz dönümlük 'Türk Mezarı'nın ákıbeti tartışılır hale geldi.
Suriye, Lozan Andlaşması uyarınca Türk toprağı sayılan, üzerinde Türk bayrağı dalgalanan, Türk askeri tarafından korunan ve tam göbeğinde Selçuklu İmparatorluğu'nun komutanlarından Süleyman Şah'ın mezarının bulunduğu bu arazinin yeni inşa edilen Teşrin Barajı'nın suları altında kalacağını söylüyor ve bir başka yere nakledilmesini, yahut ‘‘Türkiye'ye taşınmasını’’ istiyor.
Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan Osmanlı eserlerine bir hál oldu. Başlarına her gün yeni bir iş geliyor yahut gelme tehlikesi yaşanıyor. Suudiler'in Mekke'deki Ecyad Kalesi'ni yerle bir etmelerinden sonra, şimdi de Suriye'deki ‘‘Türk Mezarı’’nın ákıbeti tartışılır hale geldi.
‘‘Türk Mezarı’’nın ne olduğunu, bilmeyenler için kısaca anlatayım: Sınırlarımız dışında sahip olduğumuz tek toprağımızdır. Bugün Suriye sınırları içerisinde kalan ama Lozan Andlaşması uyarınca Türk toprağı sayılan, üzerinde Türk bayrağı dalgalanan ve hálá Türk askeri tarafından korunan dokuz dönümlük bir arazi ve arazideki 916 senelik bir mezardır: Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun en seçkin komutanlarından Süleyman Şah'ın mezarı... Şimdilerde, işte bu mezarın geleceği de tehlikeye girdi.
Öldürüp başında ağladılar
Süleyman Şah, Anadolu'nun fatihi Selçuklu hükümdarı Alparslan'ın kumandanlarındandı ve 1071'deki Malazgirt savaşından sonra Anadolu'nun fethini tamamlamakla görevlendirilenlerin arasındaydı. O zamanlar Bizans, daha doğrusu İkinci Roma toprağı olan Anadolu'ya senelerce akınlar yaptı, Bizans ordularını batıya doğru sürdü ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra ortaya çıkan Anadolu Selçuklu Devleti'nin kurucularından oldu. Derken siláh arkadaşlarıyla güç kavgasına girdi, 1086'nın 5 Haziran'ında diğer Selçuklu beyleriyle Halep yakınlarında savaşa tutuştu ve savaş meydanında öldü. Düşmanları canını almışlardı ama hatırasına saygıların en büyüğünü gösterip tantanalı bir cenaze merasimi yaptılar. Cenaze namazını rakip ordunun kumandanı Tutuş kıldırdı ve Süleyman Şah, Fırat vadisinin sol sahilinde bulunan, bugün Rakka ile Meskene şehirleri arasında kalan Caber Kalesi'nin eteklerine defnedildi.
Sonra aradan asırlar geçti ve Osmanlı tarihçileri Süleyman Şah'ı Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin dedesi yaptılar. Bir de efsane doğdu: Süleyman Şah guya Anadolu'yu fethe giderken atıyla beraber Fırat'a düşüp boğulmuş ve Caber Kalesi'ne defnedilmişti. Selçuklu kumandanı Süleyman Şah ‘‘Osmanlı hanedanının dedesi’’ idi ve İkinci Abdülhamid zamanının Halep valilerinden Cemil Hüseyin Paşa, 19. asrın sonlarına doğru Caber'deki türbeyi baştan aşağı restore ettirdi.
Derken, Birinci Dünya Savaşı çıktı, Fransa Suriye'yi işgal etti. Türkiye, Lozan görüşmeleri öncesinde Fransa ile masaya oturdu ve Ankara'da 1921'in 20 Kasım'ında bir ‘‘ön barış andlaşması’’ imzalandı. Fransa, andlaşmanın 9. maddesiyle Caber Kalesi'nin eteklerindeki ‘‘Türk Mezarı’’nın Türk toprağı olduğunu, Türkiye'nin malı olarak kalacağını ve mezara Türk bayrağı çekileceğini kabul ediyordu.
Türkiye'nin yeni sınırları 1923'ün 24 Temmuz'unda Lozan'da son şeklini alırken Fransız tarafı Ankara Andlaşması'nın hükümlerinin aynen geçerli olduğunu, Lozan'la çakışmadığını duyurdu. Bu, Caber Kalesi'ndeki Türk Mezarı'nın Türk toprağı olduğunun teyidiydi. Fransız hakimiyetinden çıkıp tam bağımsızlığını kazanan Suriye de anlaşmaya aynen uydu.
Su geldi, mezar gitti
Ama Süleyman Şah ölümünden 900 küsur sene sonra, 1973'te mezarından oldu. Suriye'nin inşa etmeye başladığı Tabka Barajı'nın suları Caber Kalesi'nin eteklerine kadar uzanınca Ankara ile Şam anlaştı ve ‘‘Türk Mezarı’’ Caber Kalesi'ninilerisindeki Karakozak mevkiine taşındı. Burada yeni bir türbe ile bir de karakol binası inşa edildi ve Türkiye türbede bir müfreze asker bulundurup bayrak çekme hakkını gene elinde tuttu.
Bugün sınırlarımızın dışında kalan ama bizim olan ve üzerinde bayrağımızın dalgalandığı ‘‘Türk Mezarı’’nın öyküsü, kısaca işte böyle. Fakat dokuz dönümlük bu Türk toprağı ile ilgili olarak son günlerde yeni bir tatsızlık yaşanıyor. Suriye ‘‘Türk Mezarı’’nın ya tekrar bir başka yere nakledilmesini, yahut ‘‘Türkiye'ye taşınmasını’’ istiyor. Gerekçe ise, yine ‘‘sulu’’ bir hadise: Yeni inşa edilen Teşrin Barajı'nın tutacağı suların türbenin duvarına kadar gelmesi, türbeye erişim yolunun sular altında kalması ve ‘‘Türk Mezarı’’nın bir adacık halini alması.
Ha Diyarbakır, ha Türk Kalesi
Suriye'nin gönlünde mezarın artık Türkiye'ye nakledilmesi yatıyor ama Ankara iki farklı çözüm ihtimalini değerlendiriyor: Ya türbenin duvarları suya karşı güçlendirilecek yahut Süleyman Şah'ın kemikleri yeniden zoraki bir yolculuğa çıkartılacak ve Karakozak'ın birkaç kilometre ötesine nakledilecek. Bunları yapabilmek için de para gerekecek ve şimdi bu paranın bulunmasına çalışılıyor.
Suudiler'in Mekke'deki Ecyad Kalesi'ni buldozer marifetiyle yerle bir etmelerini geçen ay gıkımız bile çıkmadan seyrettik. Ama artık aklımızın başına geldiğini zannediyor ve ne kadar küçük olursa olsun İstanbul, Konya ve Diyarbakır, ‘‘bizim toprağımız’’ olan, bayrağımızın dalgalandığı ‘‘Türk Mezarı’’nın Türkiye'ye nakledilmesi ihtimalini düşünmek bile istemiyorum.
Bakalım, göreceğiz.
Alkışlayacakları yerde işten atacaklar
Aralarında 80'lik delikanlı Recep Birgit gibi büyük bir sanatkárın da bulunduğu bir grup müzisyen, son senelerin en güzel Türk Müziği icralarından birini yaptılar ve ortaya yedi CD'lik nefis bir albüm çıktı. Bu müzisyenlerin bazıları TRT mensubuydular ve başlarına garip bir iş geldi. Böylesine güzel bir eser yarattıkları için şimdi işten atılma tehlikesiyle karşı karşıyalar.
Bir grup müzisyen, bundan iki ay önce yedi CD'lik bir Türk Müziği serisi yaptı. Yüz küsur eserden meydana gelen seride padişah besteleri, kadın bestecilerin eserleri ve azınlık müzisyenlerin şarkıları vardı. Yani imparatorluk coğrafyamızın sesleri...
CD'lerde, son senelerde dinlediğim en güzel Türk Müziği icrası vardı. Eserler, müziğimize bugün hakim olan ayağa düşmüş, iniltiyle bağırtı arasındaki üslupla değil, eski günlerin ciddi tavrıyla icra edilmişlerdi. Çalanlar sazlarına hakimdiler, okuyanlar eserlerin hakkını veriyorlardı.
İcracılar arasında, 80'lik bir de delikanlı vardı: Recep Birgit. Sesinden ve üslubundan hiçbirşey kaybetmemişti ve sanatçı olduklarını iddia eden zamane okuyucularına müziğiyle güzel bir ders vermekteydi. Bugünün ‘‘üstad’’ları, Recep Birgit'in ‘‘Gel ey denizin nazlı kızı’’ndaki hitabından, Faize Hanım'ın ‘‘Gönül ne için áteşlere yansın’’dakiyorumundan ve hele ‘‘Ben gamlı Hazan’’da son heceyi saniyeler boyu uzatmasından çok şeyler öğrenmek zorundaydılar.
Böylesine nefis bir eseri ortaya koyan sanatçılardan bazıları TRT'nin kadrosundaydılar ve bize mahsus garipliklerden birine hedef oldular: Takdir beklerken şimdi TRT'den kovulmayla karşı karşıyalar.
CD'lerin piyasaya çıkmasından hemen sonra, ‘‘Kurum dışında iş yapmanız yasaktır’’ denerek müzisyenler hakkında soruşturma açıldı. Sanki barda yahut pavyonda sahneye çıkmış, bir mafya düğününde TRT'nin şánını düşürmüşlerdi. Bu işi becerenler, özellikle de Ankara'da ahkám kesen bir hanımefendi CD yapmanın yahut kitap yazmanın ‘‘telif’’ mánasına geldiğini, anayasal bir hak olduğunu ve bunun ‘‘kurum dışında çalışmak’’la alákasının bulunmadığını göremeyecek kadar hırslanmıştı.
Sanata sed çeken böylesine bir hırsın nereden kaynaklandığını çok düşündüm ve sebebini de galiba buldum: TRT Müzik Dairesi'nin başındakiler yani devletin resmi radyo ve TV'sinde ciddi müzik yayını yapmaları gerektiği halde özel TV'lerle bilmemne yarışına çıktıkları için TRT'yi beşinci sınıf pavyonlardan da beter müzik yayınlar hale getirenler, doğru-dürüst müzisyen bile değildiler. Sazını çalamayan, basit bir eseri bile hatasız okuyamayan ama üstadlığı kimselere bırakmayanlar TRT'de son senelerde maalesef Müzik Dairesi’nin başına getirilmişlerdi , dolayısıyla kaliteli müzisyenleri susturarak müzik ve müzikalite fakirliklerini tatmin etmekteydiler.
Son senelerin bu en güzel Türk Müziği icrasının yaratıcıları, konuyu şimdi TRT'nin feşmekán müzikler müdüründen yahut daire başkanından çok daha yukarılara götürüyorlar. Ses getirip işi bir neticeye bağlayacaklarından eminim ve gelişmeyi önümüzdeki haftalarda isim isim yazarak duyuracağım.
Türk Müziği'nin hakikisini, ciddisini ve kalitelisini öğrenmek istiyorsanız ‘‘Osmanlı Mozayiği’’ isimli bu seriyi mutlaka alın, dinleyin ve böyle güzel bir eser ortaya koyanları işsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya bırakanlar için aklınıza ve dilinize ne gelirse söyleyin.