Paylaş
Çankaya'yla hükümet arasındaki kararname krizinin bir benzerini bundan 87 yıl önce Dolmabahçe Sarayı'yla Babıali arasında yaşamıştık. Zamanın hükümdarı Sultan Reşad bir suikaste karıştığı gerekçesiyle idama mahkûm edilen kardeşinin damadının ölüm kararını imzalamayınca devletin güçlü adamı Enver Paşa bir hışımla saraya gitmiş ve kararnameyi hükümdara hemen onaylatmıştı.
Sultan Reşad kararı nasıl olup da imzaladığını soranlara ‘‘Ne yapabilirdim ki? Enver tabancasını kafama dayadı’’ diyecekti.
Küsmeler, restleşmeler ve inatlaşmalarla dolu bir hafta geçirdik. Çankaya hükümete küstü, hükümet işi restleşmeye götürdü ve basınımız málum kararname yüzünden çıkan krizin ‘‘tarihimizdeki ilk ve tek örnek’’ olduğunu ilán ediverdi.
Ama iş aslında hiç de öyle değildi, zira bugünkü kararname krizinin bir benzerini biz bundan 87 yıl önce önce de yaşamıştık. Fark sadece mekánlardaydı; Çankaya'nın yerinde Dolmabahçe Sarayı vardı, bugünkü hükümetin rolünü de Babıali'yle İttihad ve Terakki komitesi oynuyordu.
Herşey, zamanın sadrazamı Mahmud Şevket Paşa'nın 1913'ün 11 Haziran'ında Divanyolu'nda bir suikaste uğramasıyla başladı ve hemen arkasından bir tutuklama furyası geldi.
Tutuklananlar arasında sarayın damadı olan bir de paşa vardı: İttihad ve Terakki'nin muhalifi olan Hürriyet ve İtilaf Partisi'nin liderlerinden Salih Paşa...
Paşa, Abdülhamid devrinin sadrazamlarından Tunuslu Hayreddin Paşa'nın çocuğuydu, Sultan Abdülmecid'in torunu Münire Sultan'la evliydi ve o sırada beş yaşında olan Kemaleddin adında bir de oğulları vardı.
Tutuklananlar hemen askeri mahkemeye çıkartıldılar. Çoğu idama mahkûm oldu. Ölmesine karar verilenler arasında sarayın damadı Salih Paşa da vardı ve sarayla hükümet arasındaki kriz işte bu kararın onaylanması için padişaha yollanmasıyla başladı.
Sultan Reşad'ın eli, imzaya bir türlü gitmedi; zira ölümünü emredeceği Salih Paşa damadı sayılırdı. Paşa'nın karısı Münire Sultan Şehzade Ahmed Kemaleddin Efendi'nin kızıydı, o günlerde artık hayatta olmayan şehzade ise zamanın hükümdarı Sultan Reşad'la kardeşti yani padişah Münire Sultan'ın öz amcasıydı ve atacağı imza yeğeninin kocasını canından edecekti.
Kararname önüne geldiği zaman hükümdarın ilk sözü etrafındakilere ‘‘Şimdi ne yapacağız?’’ diye sormak oldu, hiç kimse ne yapacağını söyleyemeyince de metni sümenaltı etti.
O andan itibaren, saraya gidip gelenlerin sayısı hemen artıverdi. Bir yanda başta Münire Sultan ile annesi Sezaidil Hanım olmak üzere hanedan mensupları Sultan Reşad'dan kararı imzalamamasını rica ediyor ama öbür yandan İttihad ve Terakki'nin önde gelenleri ‘‘Karar daha tasdik edilmedi mi?’’ diye sarayı baskı altında tutuyorlardı. Sadece iktidar değil, İstanbul halkı da ikiye bölünmüştü. Çoğunluk idamı istenen Salih Paşa'nın aslında masum olduğuna, İttihad ve Terakki'nin siyasi bir rakipten kurtulmak için böyle bir suç isnadında bulunduğuna inanıyordu.
Sultan Reşad'ın kararsızlığını ilk bozan İttihad ve Terakki'nin genel sekreteri Talát Bey yani sonraki senelerin meşhur Talát Paşa'sı oldu. Hükümdara açıkça ‘‘Bu idama müsaade buyurulmadığı takdirde iş daha yakınlarınıza kadar uzayacaktır’’ deyiverdi, hemen arkasından da o günlerde İstanbul Muhafızlığı yapan ve tarihlere ‘‘Cemal Paşa’’ diye geçecek olan Cemal Bey'in gönderdiği bir mesaj geldi: İstanbul Muhafızı ‘‘Söyleyin ona, ben Salih Paşa'yı hüküm tasdik edilmese bile asarım. Sonra da cinayet işledim diye siz beni asarsınız ama bu herif de ortadan kalkmış olur’’ demişti.
Sarayda tartışmalı toplantılar birbirini takip ediyor ama Sultan Reşad İttihadçılar'ın beklediği imzayı hálá atamıyordu. İş uzayınca, krizi çözmek o günlerde henüz ‘‘Enver Bey’’ olan sonraların Enver Paşa'sına düştü. Mahmud Şevket Paşa'dan sonra iktidarın artık tek sahibi haline gelmiş olan Enver Bey mahmuzlarını şakırdata şakırdata Dolmabahçe Sarayı'na gitti ve Sultan Reşad'ın huzuruna çıktı. Hükümdarla devletin gerçek hákimi birkaç dakika başbaşa kaldılar. Enver Bey saraydan ayrılırken elinde padişahın imzaladığı ve mürekkebi henüz kurumamış olan idam kararnamesi vardı.
Salih Paşa'yı Bayezid Meydanı'nda hemen o gece, 11 kişiyle beraber ipe çektiler. Paşa son arzusu sorulduğunda celládına dönüp ‘‘Rica ederim şu paçamı düzeltiveriniz, çarpık duruyor’’ diyecek, altındaki sandalye paçası düzeltildikten sonra tekmelenecekti.
Münire Sultan hemen o gün oğlu Kemaleddin'le beraber Nişantaşı'ndaki konağına kapandı ve bütün vaktini bir daha asla karşı karşıya gelmeyeceği amcası Sultan Reşad'a beddualar etmekle geçirir oldu. Annesi Sezaıdil Hanım da saraya gidip hükümdarın yüzüne karşı ‘‘O beyaz sakalın kanlara boyanır inşaallah!’’ diye bağırdı.
Yaşlı hükümdar ise bu hadiseden sonra tam bir ‘‘Dolmabahçe Noteri’’ oldu. İttihadçılar'ın istediği hemen herşeyi ánında yerine getirdi, en hayati hadiseler karşısında bile ağzından ‘‘Memnun oldum!’’ yahut ‘‘Mahzuz oldum!’’dan başka tek bir söz çıkmadı. Yakınlarına ‘‘Ecelden veya kaderden korkmadığını ama ağabeyi Sultan Beşinci Murad gibi Çırağan Sarayı'nda senelerce hapsedilmekten ürktüğünü’’ söyleyecek, her namazında ‘‘Allah bana tahttan indirilmeyi göstermesin. Beni tahtımdan edeceğine canımı alsın, daha iyi’’ diye dualar edecek ve ‘‘Herkes benim hiçbir işe karışmadığımdan, hatta Anayasa'nın verdiği hakları bile kullanmadığımdan şikáyetçi. Bu şekilde hareket etmesen bu herifler (yani İttihadçılar) beni Konya'ya gönderip Cumhuriyet ilán ederler. Ecdad mirası saltanatın devamı için böyle yapıyorum’’ diyecekti.
Peki, Sultan Reşad öz yeğeninin kocasını idama gönderdikten sonra kendisini nasıl savundu dersiniz?
Yakınlarına ‘‘Ne yapabilirdim ki? Enver tabancasını kafama dayadı, imzaladım’’ dedi. İdam hükmünün altına imzasını gözyaşları içerisinde koyduğunu ve vicdanını rahatlatmak için kalemini hemen o anda kırdığını söylemeyi de ihmal etmedi.
İşte, Meşrutiyet’le beraber ádet edindiğimiz kararnameli yönetimlerde geçerli olan kriz çözme metodlarından biri...
Kararname mağduresinden acıklı mektup
Kocası amcasının imzasıyla darağacına yollanan Münire Sultan, 1924 Mart'ında hanedanın bütün mensuplarıyla beraber Türkiye dışına çıkartıldı. Yanına oğlu Kemaleddin'i de alarak önce Tunus'a gitti, orada dört sene yaşayıp Fransa'ya geçti ve hayata 1939'da Nice'de veda etti.
Aşağıda, Münire Sultan'ın İstanbul'da bulunduğu sırada yeniden evlenmesini tavsiye eden bir akrabasına yazdığı mektuptan bazı bölümler yeralıyor. Sultan darağacında can veren kocasını unutamadığını söylüyor ve ‘‘Ölüm bizi ayırdı fakat bir başka kuvvet kalbimde onun için hissettiğim hürmeti, sadakati ve mahabbeti asla mahvedemeyecektir’’ diyor:
‘‘...Karşımda eş olarak başka birini görmek beni teselli ve bahtiyar etmek değil, emin olunuz ki kalbimdeki ebedi yaranın yeniden iltihabıyla elemlerin ve üzüntülerin beni bir an evvel ölüme sürüklemesinden başka hiçbir netice vermez.
KALBİM DE YARALI, CİSMİM DE...
Hiç bitmeyen kederlerle pek feci bir elemle parçalanan zavallı kalbim, ebedi bir hüzne ve mateme mahkûmdur. Kalbim yaralı olduğu gibi, cismim de sakat kalmış bir halde ve halsizdir. Çok az insanın başına gelebilecek olan pek çok kederler beni bu hale koydu. Maddî hayattan bir şey anlamaz oldum. Talihimi tecrübe konusunda o kadar yetenek kazandım ki, uğursuz bahtımdan bundan sonra lütuf ve saadet adına hiçbir şey beklemiyorum.
Kaybettiğim kıymetli bir eşi üzüntülerle dolu bir şekilde yádetmekten başka artık hiçbir arzum yokdur. Hayatım sadece bu sevgili vücudun hatırasıyla beraber geçirdiğim saatlerden, günlerden, haftalardan ve aylardan ibaret bulunuyor ve herşey böyle devam edip gidecek. Ölüm bizi ayırdı fakat bir başka kuvvet kalbimde onun için hissettiğim hürmeti, sadakati ve mahabbeti asla mahvedemeyecek, kalbim hayatımın sonuna kadar sadece işte bu hislerle vuracaktır...’’
Paylaş