Sedyeler sadece hasta değil yolcu da taşırdı

19. yüzyılın ortalarında, Beyoğlu taraflarında 'sedye' denilen bir yolcu taşıma aracı kullanılır olmuştu.

Genellikle gayrımüslimlerin rağbet ettiği sedyeler, tramvay şirketinin kurulup atlı tramvayın hizmete girmesinden sonra fiyat rekabetine dayanamadılar ve İstanbul sokaklarından silindiler.

Sedyenin sadece hasta taşımaya yaradığını zannederiz ama sedyeler eski zamanlarda yolcuları taşımakta da kullanılırdı.

Bizde 'trafik aracı' olarak nitelendirilebilecek en eski vasıta, bunlardı. İstanbul sokaklarında 1900'lerin başında boy gösteren otomobillerden önce ulaşım için atlı ve elektrikli tramvay, ondan önce kupa arabalarıyla faytonlar kullanılırdı. İşte sedyeler bu dönemde rağbet görmüşlerdi.

Sedyeler ilk olarak Avrupa'da kullanıldı. Bir dönemin İngiliz ve Fransız asilzádeleri, iki uşağa taşıttıkları bu vasıtaya çok itibar ettiler. Bugün, daha basitleştirilmiş şekillerine sadece Çin'de ve Uzak Doğu'da rastlanan sedyeler, 1850'lerde İstanbul'da ve sadece Beyoğlu yakasında kullanıldı. İki hamal ön ve arka tarafındaki uzunca ahşap sopalardan tutarak taşırlar, Beyoğlu'nda yaşayan levantenler, gayrimüslimler ve yabancı elçilik mensupları, kışın bozuk ve çamurlu olan İstanbul sokaklarında yürümemek için sedyeyi tercih ederlerdi. Ama sedyelere en fazla rağbet edenler, hanımlardı. Banker Zarifi ve Hristaki gibi zengin Beyoğlu ailelerinin kızlarının her tarafa sedye ile gittikleri söylenirdi.

Sedye hamalları mor fesli, yün kuşaklı, yumurta topuklu ve kabadayı kılıklıydılar. Tarifeleri yoktu ama neredeyse yüz adım için bir sarı lira yani bir altın istedikleri ve bahşiş de aldıkları söylenirdi. Bu vasıtalar geçimini hamallıkla sağlayan pekçok kişinin de ikinci ekmek kapısı olmuştu.

Avrupa'nın iki kapılı, ön ve iki yan pencereleri camlı, genellikle abanoz yahut maun ağacından içi renk renk nakışlarla bezeli, yaz sıcağında açmak ayakta durabilmek için tavandaki kapağı çıkabilen sedyelerinin aksine, bizdeki sedyeler dar, kasvetli ve gösterişten uzaktı. Ancak vasıtanın işlemediği yerlere ve özellikle hastaların yakındaki hastaneye ulaştırılmasında önemli rol oynarlardı. Aniden rahatsızlanan birçok hastanın hayatı sedye sayesinde kurtulmuştu.

Bu sedyelerin yanısıra, İstanbul'da at tarafından çekilen tek bir sedye vardı ve Hassa Ordusu'nın maraşalı Rauf Paşa'ya aitti. İngiltere'den getirtilen bu sedye, dört tekerleklisi araba tarzındaydı. Bacağı sakat olan Paşa işine gitmekte çok zorlandığı için bunu kullanır olmuştu. Bu atlı ve tekerlekli sedyeyi paşanın vefatından sonra padişah yaveri Osman Bey satın aldı ve ve bir süre kendisi kullandı.

Bir dönem hayli revaçta olan sedyeler, tramvay şirketinin kurulup atlı tramvayın hizmete girmesinden sonra fiyat rekabetine dayanamayarak İstanbul sokaklarından silindiler.

Kocakarı İLAÇLARI


Adale incinmesine koyun kuyruğu

Koyunun kuyruk kapağı incinen yere konur ve üzeri bezle sarılır.

Taze yumurtanın sarısı bir bez parçası üstüne sürülür, buna bir miktar ayakkabıcı çirişi iláve edilir, incinen yere tatbik olunur.

Kullanılmamış sabun yumurta akına rendelenir, ikisi birbiriyle karıştırılır, bunlara biraz rakı iláve edilir. Karışım, kullanılmamış bir bez parçasının üzerine konur, incinen yere tatbik edilir. Bu bez, kendi kendine düşünceye kadar çıkarılmaz.

Yaprak halindeki havacıva iç yağıyla eritilir, incinen yer bu yağ ile oğulur, sonra aynı yağ içine batırılmış bez ile sarılır.

Reşat Ekrem'le HOŞ SOHBETLER


Baldırıçıplak

Sözlük anlamıyla sefilin sefili, ayak takımının posası sayılan bir güruhtur. Ar ve hayá duygusu olmayan, ırz ve namus kaygusu bulunmayan, her türlü fenalık ile yoğrulmuş, saldırgan, türlü kötülükte alabildiğine cür'etli, aynı zamanda asil kuvvet karşısında korkak ve insanlığın yüz karası olanlara 'baldırıçıplak' denir. Bunlar kılık ve kıyafet bakımından da hırpani, hakikaten serseri adamlar olup bbaş açık, baldır-bacak çıplak ve yalın ayak dolaşırlardı. Yeniçerilerin azgınlık devirlerinde, baldırıçıplaklık şehir gençleri arasında rağbet bulmuştu. Nice zengin çocukları ve beyzadeler kılık ve kıyafetlerini bu hayta güruhuna benzetmişlerdi ve 'Cezayir Kesimi' denen bir kıyafetle dolaşırlardı.

Ramazan MÖNÜSÜ


Yalancı Enginar Dolması

Enginarı akşamdan birkaç limon parçasıyla beraber suya koyun. Sabah sudan alıp içini oyun. Bol taze soğanla pirinç, tuz, biber, baharat ve nane karışımı bir harç yapın ve bu harcı nar gibi kızardıktan sonra ayıklanmış olan enginarın ortasına yerleştirin. Yağı az ise harç yerleştirilmiş enginarın üzerine biraz daha yağ ilave edin ve hafif ateş üzerine yerleştirerek kaynatın. Soğuduktan sonra servis yapın.
Yazarın Tüm Yazıları