Paylaş
Özer Çiller'i en fazla etkileyen yazarın Amerikalı felsefe profesörü Leo Buscaglia olduğunu bilir miydiniz? Özer Bey Buscaglia'ya öyle bir hayran olmuş ki, onun yazdıklarını neredeyse aynen alıp ‘‘Özer Uçuran Çiller'' imzasıyla yayınladığının farkına bile varmamış... İşte, örnekleri..
Özer Uçuran Çiller, meğerse okullarda iki seneden beri ders diye okutuluyormuş... İlköğretim okullarının 8. sınıfı için hazırlanan Türkçe ders kitabında ‘‘Mutluluğun dört anahtarı'' başlıklı bir makalesi varmış ve Ömer Seyfettin, Sait Faik, Yahya Kemal, Karacaoğlan gibi Türk Edebiyatı'nın en ünlü isimlerinin arasında, Özer Bey'in de adı geçiyormuş...
Yeni düşünürümüz, Türk fikir ve sanat dünyasına hayırlı olsun!
Geçen gün gazetelerde çıkan bu sevindirici haberi görünce, Özer Bey'in iki sene önce aldığım ama bir türlü fırsatını bulup da okuyamadığım ‘‘eserine'' bir göz atayım dedim... Kitabın adı ‘‘Mutlu ve Başarılı Olma Sanatı''ydı ve birkaç baskı yapmıştı...
‘‘Bana sevmeği öğreten eşim Tansu'ya ve oğullarım Mert ve Berk'e'' diye sevgi dolu bir ithafla başlıyordu ‘‘eser''... Önsözü rahmetli Nejat Eczacıbaşı yazmıştı ve hemen arkasından tam 230 sayfa boyunca nasıl mutlu, başarılı ve zengin olunacağının sırlarını vermedeydi Özer Bey...
‘‘Yazdıklarını iyice hatmedip başarısının sırrına ben de vâkıf olayım'' dedim ve okumaya başladım kitabı... Ama ilk sayfalardan itibaren, bir gariplik sardı içimi: Cümleler bana hiç de yabancı gelmiyordu; sanki hepsini önceden bir yerlerde duymuş yahut okumuştum...
‘‘Acaba???'' dedim ve aynı konuda cildler dolusu eser kaleme almış olan Amerikalı bir felsefe profesörünün, Leo Buscaglia'nın bir kitabını çıkarttım kitaplığımdan: ‘‘Birbirimizi Sevebilmek''i... ‘‘Koskoca sabık başvekilenin zevci beyefendi kalkıp da bir Amerikalı'nın eserinden intihal mi yapacak? Olamaz!..'' diye düşünürken Özer Bey'in yazdıklarıyla Buscaglia'nın ifadelerini farkında olmadan karşılaştırmaya başlamıştım...
Ve ‘‘olamaz'' değil, ‘‘olabilir'' olduğunu gördüm... Özer Bey'in bazı sayfaları, Buscaglia'dan aynen makaslanmıştı...
Derken bir kitapçı arkadaşımı, bizim Simurg İbrahim'i aradım, elinde Buscaglia'nın ne kadar kitabı varsa kuryeyle hepsini göndermesini rica ettim... Altı adet kitap bir saat sonra masamın üzerindeydi birkaç saat sonra vardığım sonuç şuydu: Özer Bey, Buscaglia'nın sadece ‘‘Birbirimizi Sevebilmek''inden değil, neredeyse bütün eserlerinden ‘‘yararlanmış'', hepsini ‘‘çok iyi okumuş'' ve ‘‘kitap'' değil, ‘‘Buscaglia çeşitlemesi'' yazmıştı... İşin garibi hem Buscaglia'nın, hem de Özer Bey'in eserlerini aynı yayınevinin, ‘‘İnkılâp Kitabevi''nin basmasıydı...
İşte, Özer Bey'in ‘‘esinlenmelerinden'' birkaç örnek: ‘‘Eserinin'' 48. sayfasındaki ‘‘Budha ve parıldayan yol'' başlıklı bölüm, Buscaglia'nın ‘‘Kişilik''inin 84. sayfasından başlayan ‘‘Budizmin Yolu'' bahsiyle her nedense aynı gibi... Buscaglia'nın ‘‘Sevgi''sinin ‘‘Başkalar'ını sevmek için önce kendinizi sevmelisiniz'' kısmı (sah:131), Özer Bey'de ‘‘Kendinizi sevin'' (sah:96) olmuş; ‘‘9 Numaralı Otobüsle Cennete''nin 133. sayfasındaki ‘‘Verme Hevesi'' bahsi ‘‘Verme sanatı'' (sah:111) haline gelmiş, Amerikalı yazarın bir başka kitabının, ‘‘Kişilik''inin ‘‘Hür iradenin rolü'' (sah: 117) bölümü de Özer Bey'e ‘‘İpleri elinize alın'' başlığından sonrasını (sah:163) ilham etmiş... Ama Buscaglia'nın özellikle bir kitabının, ‘‘Birbirimizi Sevebilmek''in Özer Bey için özel bir önemi olmalı... Çünki en fazla onu benimsemiş, ondan ‘‘yararlanmış'' ve birçok bölümünü peşpeşe kendi kitabına aktarıvermiş!.. Hem de cümle yapılarını bile pek bozmadan...
Ben, bu iki ‘‘büyük'' yazarın satırlarını karşılaştırmaktan yorgun düştüm... Vakti olanların mukayeseye devam etikleri takdirde daha da eğlenceli ‘‘intihaller'' bulacaklarına eminim ama bir sorunun cevabını arıyorum: ‘‘Makale''sini ders kitaplarına aldıkları Özer Uçuran Çiller'i Ömer Seyfettin'le, Karacaoğlan'la, Sait Faik'le ve Türk Edebiyatı'nın diğer zirveleriyle aynı kefeye koyup ‘‘edebiyatçı'' ve ‘‘düşünür'' mertebesine çıkartan Talim ve Terbiye Kurulu'ndaki hem kitaptan bihaber, hem de okuma-yazma özürlü yağcıların kim olduklarını ve bu kurulun ne işe yaradığını...
İntihal ve dürüstlük
Özer Bey Güney Kaliforniya Üniversitesi'nin felsefe profesörü Leo Buscaglia'dan öylesine etkilenmiş ve öyle bir ilham almış ki, onun yazdıklarını kendi kitabına aynen aktarmakta hiçbir beis görmemiş...
İşte, küçük bir örnek: Konu, ‘‘dürüstlük'' ve Buscaglia, ‘‘Birbirimizi Sevebilmek'' isimli kitabının 79. sayfasında başlayan dürüstlük bahsine, şu cümlelerle giriyor:
"...Milattan önce 4. yüzyılda, ünlü düşünür Diyojen'in dürüst bir kişi bulmak için yollara düştüğü anlatılır. Diyojen gündüzün pırıl pırıl aydınlığında elinde yanar bir fenerle her yerlere gider. Bir türlü dürüst bir adam bulamaz. Ruhbilim, felsefe ve din literatürü sağlıklı ve uzun süren ilişkilerin dürüstlük ve gerçeklik üzerine oturtulacağı uyarılarıyla doludu. Bizim için hiç olmazsa sevdiklerimizin ve bizi sevenlerin bize karşı bize karşı dürüst davrandıklarına inanmamız dirimsel önem taşır"...
Ve bu ifadeler, Özer Uçuran Çiller'in kitabının 107. sayfasında ‘‘...Ünlü filozof Diogenes Milattan önce 4. yüzyılda yaşadığı Yunanistan'da dürüst bir insan bulmak için yola düşer. Gün ışığında, elinde lambası ile gezip dolaşmadığı yer kalmaz. Lambasını gördüğü her insanın yüzüne tutar ve "dürüst ve doğruyu söyleyen bir dost arıyorum" der. Fakat aradığını bulamaz. Psikoloji, felsefe ve din kitapları, toplum içindeki birey ilişkilerinin dürüstlük ve doğruluk üzerine kurulmasını öğütler. Biz de doğal olarak yakınlarımızdan, sevdiklerimizden sözkonusu dürüstlüğü, doğruluğu bekleriz'' oluveriyor...
Böyle bir ‘‘dürüstlük''ten sizler de buyurmaz mıydınız?
Tarihin Arka Odası
Yorgo Bacanos yeniden doğdu
Türk udunun unutulmaz ismi Yorgo Bacanos'un taş plaklarda ve arşivlerde kalmış bazı kayıtları CD yapıldı... Kalan Müzik'in çıkarttığı bu CD, diskoteğini müzik meraklılarına bir türlü açamayan TRT'ye örnek olmalı...
Ud denince aklıma ilk gelen isim, Yorgo Bacanos'tur... Yorgo dünyadan 1977'de 77 yaşındayken ayrıldı ve sazının birçok sırrını kendisiyle beraber götürdü...
Ben, Yorgo'dan sonra pek ud dinleyemedim, daha doğrusu dinlemek içimden gelmedi... Udi sayısı gittikçe arttı ama ben hiçbirinde Yorgo'nun müzikalitesini ve verdiği zevki bulamadım... Zaten son birkaç senede bütün Türk sazlarının başına gelenler udun başına da geldi, garipleşen alaturkayla beraber o da garipleşti, sesi değişti, sonoritesine bir haller oldu ve kıvrak nağmeler yerini bas seslerden refakata bıraktı... Samim Karaca hariç... Udun geleneksel sesiyle tavrı, bugün bence sadece Samim'in mızrabında devam ediyor...
Yorgo'yu unutulmaya terkettiğimiz sıralarda, batıyı bir ‘‘Arap udu'' modası sardı... Iraklı iki udi kardeşin, Cemil ve Münir Beşir'in CD'leri bir anda bütün müzik merkezlerini kapladı, tanınmaları için Arap dünyası elinden geleni yaptı ve ‘‘ud'' sözü, batıda Cemil kardeşlerle eşdeğer hale geldi... Araplar, şimdi daha genç udileri lanse etmekle meşgul...
Yorgo Bacanos, ölümünün üzerinden 20 sene geçtikten sonra, geçen hafta dijitalleşti: Daha önce Tanburi Cemil'in, Seyyan Hanım'ın ve çok eski şarkıların kayıtlarını CD'leştiren Kalan Müzik'in sahibi Hasan Saltık, şimdi de Yorgo'nun taş plaklarda kalan ve radyo arşivlerinden kilit altında tutulan eski kayıtlarından bazılarını CD haline getirdi...
Meraklıları Yorgo'nun meşhur Acemkürdi ve Hüseyni taksimlerini, Sadi Işılay'la ve İzzeddin Ökte'yle beraber çaldığı saz eserlerini ve herkesin pek bilmediği piyanosunu artık CD'den dinleyebilirler...
Ben, Yorgo Bacanos CD'sini Mesud Cemil, Şerif Muhiddin, Refik Fersan, Ercümend Batanay, Nevres Bey, Şükrü Tunar gibi diğer büyük icracıların kayıtlarının takip etmesini bekliyorum...
İngiltere'den Mısır'a, Amerika'dan Hindistan'a kadar bütün resmi yayın kuruluşlarının arşivlerini CD'lere ve kasetlere çekip meraklıların istifadesine sundukları günümüzde, bu işi zahmete girmemek için bir türlü yapmayan TRT, Hasan Saltık'ın çıkarttığı CD'lerden ders almalıdır...
Saray, Filiz Hanım'a emanet
Dr. Filiz Çağman, yıllardır Topkapı Sarayı'nın kitaplığını yönetirdi... Türkiye'nin önde gelen sanat tarihçilerinden sayılır; elyazmaları, özellikle de minyatür konusunda ‘‘bir numara'' kabul edilirdi...
Refahyol hükümetinin gadrine uğrayanların ilk sırasındaydı... İsmail Kahraman'ın Topkapı Sarayı'nı İmam-Hatipliler'e teslimi operasyonunda görevinden alındı, Anadolu'daki ismi var-cismi yok müzelerden birine gönderilmesi söz konusu oldu ve tayini Yıldız Sarayı'na çıktı... Birkaç ayını adına ‘‘Yıldız Sarayı Müzesi'' denilen boş binada geçirdi, sonra yeni hükümetin Kültür Bakanı İstemihan Talay tarafından görevine iade edildi ve yıllarını verdiği saray kütüphanesinin başına döndü... Bakanlık, geçen salı günü çok daha olumlu bir adım atıp Filiz Hanım'ı Topkapı Sarayı'nın müdürlüğüne getirdi...
Sarayda bir buçuk senedir çekilen derdlerin en ağırını yaşamış olan bu bilgin müzecimizin, Topkapı'daki bütün sıkıntılara deva olacağına eminim... Dr. Filiz Çağman'a kolaylıklar ve başarılar diliyorum...
Paylaş