Kültür Bakanlığı, İktisat Bankası'na ait resim kolleksiyonunun satışını son anda durdurttu. İşte, müzayedenin iptalinin perde arkası: Kültür Bakanlığı'nın elinde zaten varolan binlerce tabloya sahip olamayıp yüzlercesini çaldırmasının, resim galerinin oyununa gelmesinin ve İktisat Bankası'na ait kolleksiyonun yollanacağı mezbelelerin öyküsü...
Günlerdir, aslında İktisat Bankası'na ait olan ama bankanın eski sahibinin ismiyle, yani Erol Aksoy'un adıyla bilinen resim kolleksiyonunu tartışıyoruz ve kolleksiyonun satışının durdurtan Kültür Bakanlığı'nı alkışlamakla meşgulüz.
Bilmeyenler için, hadiseyi kısaca özetleyeyim: Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, İktisat Bankası'nın demirbaşında bulunan 322 adet tablodan 280'ini müzayedeyle satma kararı aldı. Satıştan elde edilecek gelirle bankanın zararının 15 milyon dolarlık kısmı kapatılacaktı ama araya birileri girdi ve müzayedeye birkaç gün kala satış iptal edildi. Kolleksiyon şimdi Kültür Bakanlığı'na devredilecek, İstanbul'da hálá eli-yüzü düzgün bir resim müzesine bile sahip bulunmayan bakanlık, bir müze yapıp tabloları burada sergileyecek... Bitecek yonca misali...
RESİM MAFYASI DEVREDE
İşin garip tarafı da, işte burada: BDDK, satış kararından önce bankaya ait tabloları bir uzmanlar heyetine göstermiş ve uzmanlar 322 adet eserden başta Osman Hamdi Bey'in meşhur ‘‘Kaplumbağa Terbiyesici’’ olmak üzere sadece 17'sinin müzelere konmasını teklif etmişlerdi. Kültür Bakanlığı'nın elinde zaten çok büyük bir kolleksiyon vardı ve bakanlık, İktisat Bankası Kolleksiyonu'ndaki ressamların neredeyse tamamının düzinelerle eserine sahipti. Elindeki eserleri bile doğru dürüst sergileyemeyen bakanlık, şimdi reklam uğruna ve bizim paramızla, aynı ressamların eserlerini mükerreren alıyordu.
Şurasını açıkça söyleyeyim: Kültür Bakanlığı, tablo konusunda sabıkalıdır! Elinde bulunan kolleksiyonlara sahip olamamış, tabloların yüzlercesini çaldırmış ama bütün bu yürütmeler sonradan örtbas edilmiştir!
Bir örnek: 1996 Kasım'ında, Kültür Bakanlığı'nın depolarında bulunan tam 414 adet tablonun ortadan sırra kadem bastığını yazmıştım. Yürütülen tabloların 94 adedi, hocaların hocası Ali Rıza Bey'e aitti.
Olay günlerce konuşuldu, bakanlık ‘‘Araştırıyoruz, ediyoruz’’ gibisinden açıklamalar yaptı ve neticede bu tablo vurgunu örtbas edildi. Derken aradan altı sene geçti, geçen Kasım ayında kayıp tablolar hadisesi yeniden alevlendi, başka eserlerin de yokolduğu anlaşıldı ve konu Meclis'e getirildiği sırada birileri usta bir manevrayla gündemi kayıp tablolardan İktisat Bankası Kolleksiyonu'na kaydırıverdiler. Hadise, gazetelerimize ‘‘Kolleksiyon kurtuldu’’ diye yansıdı. Bilen bilmeyen konuştu ama bunun, satıştan elde edilecek 15 milyon doların bizim cebimizden çıkacağı demek olduğunu kimseler söylemedi.
Tabloların satışının durdurulmasının arkasındaki gerçek, bakanlığın kültür ve sanata duyduğu sevgi yahut kolleksiyonun dağılma endişesi değil, sadece galeri operasyonudur. Resim meraklıları, müzayededen birşeyler alabilmek için aylardır bu satışı bekliyorlardı ve bekleyiş yüzünden bazı galeriler artık iş yapamaz olmuştu. Ressamlar, müzayedede fiyatların yeteri kadar yükselmeyeceğinden korkuyorlardı, dolayısıyla müzayedenin iptali gerekiyordu. Böylece satışlar açılacak ve düşmüş olan resim fiyatları yukarılara çıkacaktı. Galericilerle bu satışı yapabilme şansını kaçıranlar devreye girip her türlü yolu denediler ve satış iptal edildi. Kolleksiyon, son anda bir değişiklik olmazsa Kültür Bakanlığı'na gidecek ve sergilenene kadar da, bakanlığın mezbeleyi andıran depolarına konacak.
Ne yalan söyleyeyim, ben Türk ressamlarının eserlerine biçilen bu fiyatların hep sun'i olduğuna inandım. Orientalist yahut modern bir Türk resmine milyonlarca dolar verileceği yerde Türkiye'ye ufak boyda da olsa bir Matisse'in, bir Kandinsky'nin, bir Miro'nun getirilmesinin daha doğru olacağını, böylelikle Türk resminin de gerçek fiyatını bulacağını ve kolleksiyon işinin gelişmiş ülkelerde olduğu gibi artık özel kişilere ve kuruluşlara bırakılması gerektiğini savundum.
BU MÜZAYEDE YAPILMALIDIR
Şimdi, Kültür Bakanı İstemihan Talay'a samimi birkaç sözüm var: Etrafınızdaki herkese inanmayın İstemihan Bey, sizi yanıltıyorlar! Málum Teşvikiye işinde yanılttılar, Ecyad hususunda yanılttılar, şimdi de bu kolleksiyon bahsinde yanıltıyorlar. Resim mafyası yanılttı, fiyatlarını arttırmak isteyen ressamlar yanılttı. Bir defa bile görmediğiniz bir kolleksiyon hakkında yanlış kararlar verdirttiler ve batık bir bankanın zararının bir bölümünü bu yolla devlete ödettirmek üzereler. Kolleksiyonu ticaret değil sanat aşkıyla yapan, şahsen ve hatta yakinen tanıdığınız kişilerle bir konuştuğunuz takdirde gerçek kolleksiyoncuların, sanat hámilerinin ve birşeyler toplamanın heyecanını samimiyetle hissedenlerin ne derece ürktüklerini, ‘‘Acaba devlet günün birinde evimdeki tablolara da el koyar mı?’’ diye nasıl endişe içinde olduklarını hemen farkedeceksiniz.
Ve, unutmayalım: Müzelerimizden son senelerde çalınan eser sayısı 1600 civarındadır, başta Konya'daki Yusuf Ağa Kütüphanesi olmak üzere birçok elyazması kitaplığı talan edilmiştir. Bütün bunların üzerine, bu devirde böylesine koyu devletçi bir sanat politikası güden bir kültür bakanına, tarih çok daha başka biçimde yer verir.
Bu sorular cevap bekliyor
Kültür Bakanlığı, resim kolleksiyonlarının müzayedelerle satılmasına karşı ise, Etibank'a ait kolleksiyonun satışına daha önce neden izin verdi?
Bakanlıkta yokolan tablolar konusunda Meclis'e 11 Ocak'ta bir soru önergesi verildi. Bakanlık önergenin verildiği gün bir açıklama yaptı ve ‘‘İktisat Bankası Kolleksiyonu'nu kaptırmayacağını’’ duyurdu. Açıklamanın önergenin hemen arkasından gelmesi sadece bir tesadüf mü idi yoksa çalıntı tablolar konusunun Meclis gündemine gelmesini örtbas etmeye mi yönelikti?
Bakanlığın 11 Ocak'ta yaptığı açıklamanın üzerinde ‘‘11 Şubat’’ tarihinin yazılması sıradan bir hata mı, yoksa teláş eseri mi idi?
Kayıp tablolar konusunda 1995 Ekim'inde Sayıştay denetçilerine ‘‘Konuyu bilen memurlar emekliye ayrıldılar’’, ‘‘Tablolar tecrübesiz memurlar yüzünden kayboldu’’ yahut ‘‘300 küsur resmin nerede olduğunu araştırıyoruz’’ diye ifade veren Güzel Sanatlar'ın eski genel müdürü bugün nasıl oluyor gazetelere demeç verip da ‘‘Tablolar kaybolmadı, o zamanki bakan Cihat Baban'ın emriyle devletin başka birimlerine dağıtıldı’’ diyebiliyor? Cihat Baban hayatta olmadığı için mi?
Ve en önemlisi: Elindeki kolleksiyona sahip çıkamayan, bir partide 94 adedi hocaların hocası Ali Rıza'ya ait tam 414 adet tabloyu, daha sonra da düzinelercesini çaldırma basiretsizliğini gösteren Kültür Bakanlığı şimdi bütün bu beceriksizliklerini unutup hangi hakla yeni bir kolleksiyona sahip olmaya çalışıyor?
Bu dev çukurun yerinde eskiden Türk Çarşısı vardı
Olan oldu, giden gitti ve Mekke'deki Ecyad Kalesi, Dışişleri ile Kültür Bakanlıklarımızın müşterek aczi, beceriksizliği ve en önemlisi ortak cehaleti yüzünden, Suudi kepçeleriyle dümdüz edilip yerlere serildi.
Bu tarih ve kültür cinayeti Türkiye'de günlerce konuşuldu, önüne gelen fikir beyan etti ama işin garip tarafı bu konudaki tek resmi kınama, Muğla Üniversitesi Senatosu'ndan geldi, başka yerlerden çıt çıkmadı. Hatta, ‘‘Siz kendinize bakın. İznik'ten, Zeugma'dan ne haber?’’ diye küstahça konuşan Suudi Büyükelçisi'nin saygısızlığını da devletçe sineye çektik!
Geçen hafta, Ecyad Kalesi'nin Suudi Kralı Fahd'ın 24 yaşındaki en küçük oğlu Prens Abdüláziz'in inşa ettireceği otele kurban gittiğini, prensin kalenin yerine 11 kuleli bir otel ve iş merkezi yaptıracağını yazmıştım.
Hafta içinde, Mekke'deki dostlarımdan bu konuda detaylı bilgiler geldi. Prens Abdüláziz'in, Suudi Veliahdı Abdullah'ın oğlu olan adaşı diğer Prens Abdüláziz'le ortak bir şirket kurduğunu, oteli ikisinin inşa ettireceklerini ve üzerinde Ecyad Kalesi'nin bulunduğu arazinin sahibi Haremeyn Vakfı'nın kalenin yerini bu iki Abdüláziz'e 100 seneliğine devrettiğini anlattılar.
Geleneksel umursamazlığımızın birkaç gün içinde devreye gireceğinden ve Ecyad hadisesini tamamen unutacağımızdan adım kadar eminim. Ama hafızamızda ufak da olsa yer işgal edebilir ümidiyle, Kábe ve çevresinin bundan birkaç sene önce helikopterden çekilmiş bir fotoğrafını yayınlıyorum. Bir okuyucumun gönderdiği bu resimde, Harem-i Şerif'in sol alt tarafındaki dev çukurun yerinde, eskiden Türk Çarşısı vardı. Suudiler çarşıyı yıkıp toprağı işte böyle kazdılar ve devásá bir otel diktiler. Resmin sağ üst tarafından görünen Ecyad Kalesi'nin bulunduğu tepe de böyle oyulacak, ve aynı çukurun benzeri buraya açılacak.
Bu çukurlar aslında aslında Mekke'de değil tarihimizin, oralardaki beş asırlık hatıramızın ve haysiyetimizin bağrında açılıyor ama kimin umurunda?