Mustafa Kemal’in kaleminden: Ortadoğu’yu nasıl kaybettik
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
İngiltere'nin topraklarımız üzerinden Kuzey Irak'a asker geçirme talebini haklı olarak reddettik.
Dört asır boyunca İstanbul'dan giden valilerin ve mutasarrıfların idare ettiği toprakları, karşımıza hem kendi birlikleriyle, hem de bize karşı ayaklandırdığı Arap çeteleriyle çıkan İngiltere yüzünden birkaç hafta içerisinde kaybetmiştik. İngiltere'nin bundan 80 küsur sene başımıza açtığı dertleri ve kendi gafletimizi Mustafa Kemal Paşa'nın 1918'in 7 Ekim'inde Halep'ten İstanbul'daki bir yakınına çektiği bu telgrafta yazdıkları kadar gerçekçi şekilde anlatacak bir başka belge bulmak çok zordur.
İNGİLTERE Savunma Bakanı Geoff Hoon ile Genelkurmay Başkan Yardımcısı Anthony Picott, bu hafta Ankara'da idiler. Irak'a yapılacak askeri müdahale öncesinde bizden Kuzey Irak'a asker geçirme izni istediler ve isteklerini çok yerinde bir kararla geri çevirdik.
Red gerekçemiz ‘‘tarihi nedenlere’’ bağlanmış, Ankara uluslararası bir konuda yıllar sonra belki de ilk defa günün şartlarını değil, bölgedeki tarihi geçmişimizi gözönüne alarak bir karar vermişti. İngilizler'e ‘‘Zamanında bizi bölgede istemeyen ve menfaatlerimizin aleyhine çalışan bir İngiltere'yi bugün bizim istememiz düşünülemez’’ dedik ve böyle bir talebi kabul edemeyeceğimizi anlattık.
Bu ‘‘tarihi nedenler’’ Birinci Dünya Savaşı sırasında Ortadoğu'yu İngilizler yüzünden kaybetmemizdi ve herşey sadece birkaç gün içerisinde olup bitivermişti.
İşte, bu büyük bozgunun Mustafa Kemal Paşa'nın bir telgrafına dayanan hikáyesi:
Paşa, 7 Ağustos 1918'de, ikinci defa olarak Filistin'deki Yedinci Ordu'nun kumandanlığına tayin edilmişti. Ordu, bugün Lübnan sınırları içerisinde bulunan Nablus şehrinin güneyinde mevzilenmişti. Bir yanında Sekizinci Ordu, diğer yanında Şeria Nehri, arkasında da Dördüncü Ordu vardı.
İngiliz birliklerinin aylardır beklenen genel taarruzu, 19 Eylül sabahı başladı. Mustafa Kemal'in kumandasındaki Yedinci Ordu saldırıyı püskürttüler ama İngilizler bu defa Sekizinci Ordu'ya saldırdılar ve bu ordu bir anda dağıldı.
Bozgun, Mustafa Kemal'in birliklerinin kuşatılması demekti, geri çekilmekten başka yol kalmamıştı ve tek yol Şeria Nehri idi. Ordu binbir güçlükle nehri geçerek kendisini emniyete aldı ama İngilizler'in saldırıları artarak devam ediyordu. Geri çekilme kademeli şekilde devam etti, 30 Eylül günü Şam elimizden çıktı ve genel karargáh Mustafa Kemal Paşa'ya Halep'e ricat emri verdi.
ARAPLAR DA SALDIRDI
Halep, hemen arkasından İngiliz birlikleriyle Şerif Hüseyin'e bağlı isyancı Araplar'ın saldırısına uğradı. Şehirde artık sokak muharebeleri yaşanıyor ve çarpışmaları Mustafa Kemal Paşa bizat idare ediyordu. Paşa, 26 Ekim'de İngilizler ile Araplar'ı Halep dışında bozguna uğrattı ama saldırılar daha sonra da devam etti. Yedinci Ordu bu defa Halep'in kuzeyine çekilme emri aldı ve Antakya'ya kadar uzanan bir savunma hattı kuruldu.
Bu hat, ileride Suriye sınırımızın temelini teşkil edecek ve burada meydana gelen çatışmalar tarihe ‘‘Türk ve İngiliz birlikleri arasında yaşanan son siláhlı karşılaşma’’ olarak geçecekti.
Ama bu savunma hattının tarihimiz açısından çok daha önemli bir tarafı vardı: Ortadoğu'da dört asır boyunca devam eden hákimiyetimiz, Halep'in kuzeyinden Antakya'ya uzanan bu hattın çizilmesiyle tamamen son bulmuş oluyordu.
Türkiye için artık yapacak tek bir şey kalmıştı: Ateşkes istemek. İstanbul hükümeti 5 Ekim'de ateşkeste aracılık yapması için Birleşik Amerika'ya müracaat etti ve 30 Ekim günü Mondoros'ta malum mütareke imzalandı.
Dört asır boyunca Istanbul'dan giden valilerin ve mutasarrıfların idare ettiği toprakları, karşımıza hem kendi birlikleriyle, hem de bize karşı ayaklandırdığı Arap çeteleriyle çıkan İngiltere yüzünden işte böyle birkaç hafta içerisinde kaybettik. İngilizler'in şimdi Türk topraklarının üzerinden Kuzey Irak'a asker geçirme talebini de uğradığımız bu büyük bozguna sebep olması ve Musul ile Kerkük'ün de bizden kopması için de elinden geleni ardına koymaması sebebiyle reddettik.
Bütün bunlar, red gerekçemizin sadece bir kısmıydı.
Yandaki kutuda, Mustafa Kemal Paşa'nın 1918'in 7 Ekim'inde Halep'ten İstanbul'daki bir yakınına çektiği ve Ortadoğu'da İngilizler yüzünden uğradığımız feláketi çok açık şekilde anlatan bir telgrafı yeralıyor. Paşa, Suriye'nin diğer ordu kumandanlarının hataları yüzünden elimizden gidişini ayrıntılı şekilde anlatıyor, sonra ‘‘ordu adı altında tutulan beş-altışar bin neferimizin’’ son derece güçlü olan İngiliz kuvvetleri karşısında yenilmesinin gayet tabii olduğunu söylüyor ve açıkça ‘‘Bu iş artık bitmiştir, barış yapmaktan başka çaremiz yoktur’’ diyor.
Bundan 80 küsur sene önce İngiltere yüzünden başımıza gelenleri Mustafa Kemal Paşa'nın bu telgrafı kadar gerçekçi şekilde anlatacak bir başka belge bulmak çok zordur.
İLK TOP SESİNDE ORDUYU BIRAKIP TAVUK GİBİ KAÇTILAR
‘‘EYLÜL'ün on dokuzuncu gecesi düşman (İngilizler) evvelá Yedinci Ordu'ya taarruz etmeye başladı. Düşmanın iki taarruzunu durdurdum. On dokuz sabahı batı tarafımızda bulunan Sekizinci Ordu kısa bir düşman taarruzu karşısında birkaç saat zarfında dağıldı.
Bundan dolayı Yedinci Ordu'nun sağ kanadı ve geri çekilme yolu tamamen düşman tarafından tutuldu. Sağımızda bulunan Dördüncü Ordu hissizliğin azamisini gösterdi. Gerekli yardımdan kaçındı. Buna rağmen her taraftan düşmanla muharebe ederek, güneye doğru olan cephemi batıya çevirerek ve Vadi-i Şeria nehrinden orduyu geçirerek Cebel-i Aclun dahilinde ve Der'a-Mezrib hattında ve oradan kemal-i şeref ve namus ile gerek İngiliz takip kıt'aları ile ve gerek Şerif (Mekke Emiri Şerif Hüseyin'e bağlı isyancı Arap birlikleri) kıt'aları ile muharebe ede ede Şam'a kadar gittim.
Orada Liman Paşa'nın emriyle Şam'ın muhafazası için maatteessüf Cemal Paşa'nın emri altına terk ile kendim de Riyak cephesini tutmak ve orada elde edeceğim kuvvetleri düzenlemekle görevlendirildim.
Cemal Paşa dahi, Şam'ı Rabu Boğazı'na kadar geldiğinden bihaber kaldığı düşmanın az kuvveti karşısında kendi ordusuyla beraber benim ordumu da terkederek yalnız başına Riyak'a geldi. Ben bundan sonra Riyak'ta teşkil ettiğim kuvvetleri kuzeye doğru hareketlendirerek Şam'da kalan kuvvetlerin dahi İsmet Bey'in (İsmet İnönü'nün) kumandası altında olarak kuzeye hareketini emretmek için vasıta buldum. Şimdi üç günden beridir orduyu yeniden Haleb'in güneyinde toplamakla meşgulüm.
Düşmanın bilinen üstünlüğü karşısında ve bizim ordu adı altında tutulan beş-altışar bin neferimizin geri çekilmesi tabii idi. Fakat bu geri çekilme daima bir şekil muhafaza edilerek icra edilebiliyordu.
Enver Paşa gibi bir ahmak genel harekát müdürü olmasa idi ve burada beş-on bin kişilik bir askeri heyetin başında ilk top sadásında ordusunu bırakıp kaçan ve şahsını kurtarmak için şaşkın tavuk gibi öteye-beriye iltica eden kumandan (Cevad Paşa) bulunmasa idi, hiçbir askeri durumu takdir edemeyen bir Dördüncü Ordu Kumandanı (Mersinli Cemal Paşa) bulunmasa idi. Ve bunların başında muharebenin ilk gününden itibaren hiçbir tesir ve nüfuzu kalmayan bir grup karargáhı olmasa idi...
Bu andan sonra, artık barıştan başka yapılacak birşey kalmamıştır.
7 Ekim 1918, Halep.
Mustafa Kemal’’
Sayın Bakan, Allah sonunuzu o Genç Osman’a benzetmesin!
KALABALIK bir grup işadamıyla beraber Bağdat'a giden Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, Irak ziyaretini ‘‘Genç Osman'ın Bağdat seferine’’ benzetmiş. Tüzmen uçakta pilot kabinine geçmiş ve beraberindeki işadamlarına mikrofondan seslenerek ‘‘Genç Osman'ın Bağdat'a yaptığı seferler gibi seferimizi gerçekleştireceğiz’’ demiş. Dünkü Hürriyet'e ‘‘Tüzmen'den Bağdat'a Genç Osman çıkarması’’ başlıklı haberi okuyunca, küçük bir düzeltme yapmak farzoldu diye düşündüm:
Bizim ‘‘Genç Osman’’ dediğimiz Sultan İkinci Osman'ın Bağdat seferi yoktur. Genç Osman sadece bir defa sefere çıkıp Hotin'e gitmiş, Bağdat'ı hayatında görmemiştir. Hatırasına Bağdat'la beraber türküler yakılmış olan Genç Osman ise, Irak seferine katılmış bir yeniçeridir ve hakkında 17. asrın başlarında yaşadığı bilgisi dışında hiçbir kayıt yoktur. Dolayısıyla, Kürşad Tüzmen'in sözünü ettiği Genç Osman'ın Sultan değil, meçhul bir yeniçeri olduğunu söylemek ve ‘‘Allah sonlarını benzetmesin’’ diye samimi bir temennide bulunmak istiyorum. Zira malum türkü ‘‘Şehidlere serdár oldu Genç Osman’’ diye biter de...