Ecyad Kalesi'ni yıkan ve Kábe'deki Türk revaklarını da yıkmaya hazırlanan Kral Fahd, Kábe'nin Suudi kimliğine bürüneceğini zannederken yanılıyor.
Mekke'de, bütün Türk yapılarından çok daha önemli olan bir başka Türk eseri hálá dimdik ayakta: Kábe'nin kendisi... Bugünkü Kábe, Hazreti İbrahim zamanından gelen yapı değildir. bizden kalmadır, 1612'de temelinden çatısına kadar yenilenmiştir ve yenilemeyi Sultanahmed Camii'nin de mimarı olan Mehmed Ağa yapmıştır. Dolayısıyla, Fahd'ın kutsal topraklardaki Türk izlerini silebilmek için, Kábe'yi de yıkması şarttır..
Kral Fahd, Taliban'ın verdiği ilhamla Ecyad Kalesi'ni yerle bir etti. Sırada şimdi Kabe'yi çevreleyen Türk Revakları geliyor. Sultan Abdüláziz ve Abdülhamid zamanında kutsal toprakları güzelleştirmek ve oralarda bizden bir iz bırakmak maksadıyla fakir Türk insanının nafakasından kesilen paralarla inşa ettirilen güzelim revaklar yakında buldozerlere havale edilecek.
Fahd bu işi de becerdikten sonra Kábe'ye Suudi kimliği verme operasyonunu tamamladığını zannedecek ama kazın ayağı hiç de öyle olmayacak; zira Mekke'de yıkılan Ecyad Kalesi'ndende, yıkılacak olan revaklardan da önemli ama onlar kadar bizim olan bir başka Türk eseri var: Kábe'nin kendisi...
Çoğumuz bilmeyiz, hatta belki Kral Fahd bile farkında değildir ama, altın işlemeli kalın siyah örtünün altındaki Kábe bundan binlerce sene öncesinden, Hazreti İbrahim zamanından gelen eski orijinal bina değildir. 17. asırdan kalmadır, 1612'de, Birinci Ahmed'in saltanatında, temelinden çatısına kadar yenilenmiştir, bu yenileme işi Türk mimar ve ustalarının eseridir ve planları çizip uygulayan kişi de Sultanahmed Camii'nin mimarı olan Mehmed Ağa'dır.
KÁBE’NİN DAMI ÇÜRÜMÜŞ
İşte, Kábe'yi bundan tam 390 sene önce baştan aşağı elden geçirişimizin kısa öyküsü:
Mekke'den dönen hacılar Kábe'nin perişan bir halde bulunduğunu; çatısının neredeyse çöktüğünü, duvarlarının da yıkılmak üzere olduğunu anlatmaktadırlar.
Sultan Ahmed, başmimarı Mehmed Ağa'yı Kábe'yi tamirle vazifelendirir. Kutsal yapının ölçüleri mimarbaşının elinde zaten vardır. Bir plan çizilir ve yenilenecek direklerle çatı tahtaları İstanbul'daki atelyelerde imal edilir. İşin tamamlanmasından sonra Edirnekapı taraflarındaki bir çiftlikte Kábe'nin bire bir maketi kurulur ve herşeyin tamam olduğu anlaşılınca Mehmed Ağa yola çıkar.
Tamir, 1612'nin 4 Mart günü başlar. Önce bir dua edilir, arkasından iskele kurulur, Kábe'nin damı açılır, tahtaların neredeyse tamamının erimiş olduğu görülür ve değiştirilir.
Sıra, çürümüş direklere gelmiştir. Mehmed Ağa duvarları askıya alır, eski direkleri çıkartıp Hazreti İbrahim zamanından kalma temellere iner ve yeni direklerle kemerleri yerleştirir.
Asırlar öncesinin duvarları hemen her dokunuşta küçük parçalar halinde dağılmaktadır ve Mehmed Ağa duvarları yıkıp yeniden yapar. İşlerin tamamlanmasından sonra dam tekrar elden geçirilir, İstanbul'dan gönderilen ve bugün Kábe'nin hálá üzerinde bulunan altın oluk yerine yerleştirilir, kapıdaki gümüş kitabenin yerine de som altından bir başka kitabe konur.
Kábe'nin tamiri dört ay sürer. İş bitince yeniden dualar edilir ve Mehmed Ağa ile adamları İstanbul'a dönerler.
ÜÇÜNCÜ MAHMUD MASALI
Mimar Mehmed Ağa'nın 1612'de yaptığı Kábe restorasyonun ayrıntılarını öğrenmek isterseniz, Türk Edebiyatı'nın son büyük álimlerinden rahmetli Orhan Şaik Gökyay'ın 1988'de yayınlanan ‘‘Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı'ya Armağan’’ isimli eserde yeralan ‘‘Risále-i Mimáriyye-Mimar Mehmed Ağa-Eserleri’’ başlıklı uzun makalesini okuyun. Daha fazla bilgi için Mustafa bin İbrahim'in Topkapı sarayı Kitaplığı'nda ‘‘Revan, 1304’’ numarada saklanan ‘‘Zübdetü't-Tevárih’’ine ve Kátip Çelebi'nin ‘‘Fezleke’’sine bakın.
Dolayısıyla, Kral Fahd'a şimdi Kábe'yi yıkıp yeniden yapmak düşüyor... Haydi majesteleri; buyurun, yıkın! Sizin bu hırsınız, bizim ise Ecyad yıkıldığı dakikada bile dünyadan bihaber halde TV'ye çıkıp hiç utanmadan ‘‘Yıkımı önledim’’ diye şahsi reklámını yapan bir kültür müsteşarımız ve Meclis'te bundan iki sene önce verilen soru önergelerine ‘‘Ecyad'ı Sultan Üçüncü Mahmud yaptırmıştı’’ deyip ‘‘Üçüncü Mahmud’’ adında hayali padişahlar icad eden böyle bir hariciyemiz varken, siz bu işi de becerirsiniz!
Ecyad Kalesi işte bu çocuk için yıktırıldı
Dünyanın en zengin delikanlısı sayılan Abdüláziz, bugün 24 yaşında. Suudi Kralı Fahd'ın, en sevdiği karısından olan oğlu...Suudi Arabistan'a sık gittiğim senelerde Abdüláziz 8-10 yaşlarında bir çocuktu. Kral babası hemen her yere onu da götürürdü. Hatta saraydaki bazı ziyafetlerde küçük Abdüláziz'le birkaç defa konuşmuşluğum da vardı.
Derken seneler geçti, Abdüláziz büyüdü ve işadamlığına soyundu. Gerçi ileride sıkıntı çekmemesi ve ağabeylerine muhtaç olmaması için babasının İsviçre'de onun adına 10 milyar dolarlık mütevazi bir hesap açtırdığı biliniyordu ama, genç prens mebláğı az bulduğundan olacak, mevcut bin küsur diğer Suudi ‘‘prens’’leri gibi yaptı ve bazı yabancı şirketlerin temsilciliklerini aldı. Derken otelciliğe merak saldı, Intercontinental Grubu'nun temsilcisi oldu, geçen sene Kábe'nin önünde uzanan ve metrekaresi 50 bin dolar olan caddeye devása bir Intercontinental Oteli dikti.
Ecyad Kalesi rezaletinin başladığı günden itibaren Cidde, Riyad ve Mekke'deki tanıdıklarımla temas halindeyim ve hepsinden aynı şeyi duyuyorum: Kale'nin yerine yapılacak olan bina kompleksini Abdüláziz'in inşa ettireceğini... Kulelerden, restoranlardan ve alışveriş merkezlerinden meydana gelmesi planlanan 231 bin 300 metrekarelik ‘‘699’’ sayılı projenin tamamının, 24 yaşındaki bu delikanlıya ait olduğu söyleniyor.
Aklıma gelmişken bir de şunu sorayım: İstanbul'da, İslam Konferansı Teşkilatı'na bağlı ‘‘İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA)’’ diye bir kuruluş vardır. Bazı kitaplar çıkartır, toplantılar düzenler, ve arada bir İslam ülkelerinin önde geşen kişilerini ağırlar.
Ben, IRCICA'nın Ecyad Kalesi yahut Kábe'deki revaklar konusunda hiçbir açıklamasını işitmedim. Acaba yaptılar da ben mi duymadım, yoksa Mekke'de hák ile yeksán edilen Türk eserlerini ‘‘İslamî’’ saymıyorlar mı?
Suudi küstahlığına karşı haccın bu sene boykot edilmesi fikrini ortaya ben attım. Boykot dini bir vecibe olan haccı değil, Suudi yönetimini hedef alıyordu ve maksat Riyad Sarayı'nın hususi jakuzilere düşkünlüğüyle meşhur sakinine, kutsal topraklarda canının istediğini yapma hakkına sahip olmadığını göstermekti.
Boykotun örnekleri de vardı, daha önce birkaç defa yapılmış, istenen sonucu vermiş, yani Suudiler'i yola getirmişti. Dolayısıyla, Diyanet İşleri Başkanı'nın önceki gün söylediği ‘‘boykotun hukuki sorunlar yaratabileceği’’ ifadesindeki kerameti ben bir türlü anlayamadım.
Merak edenler için, son hac boykotlarından ikisini kısaca anlatayım:
Kábe'nin üzerindeki altın işlemeli siyah örtüyü, asırlar boyunca her sene biz değiştirirdik. Mekke'nin elimizden çıkmasından sonra bu işi Mısır üstlendi. 1950'lerin sonunda, Suudi Arabistan'ın o zamanki kralı ve şimdiki Kral Fahd'ın babası olan İbni Suud, Mısır'dan yollanan örtüyü geri gönderdi. Gerekçe olarak ‘‘Mekke benim toprağımdır, benim bu örtüyü yapacak gücüm ve param vardır’’ diyordu ama asıl sebep Mısır lideri Cemal Abdülnasır'ın Yemen'e asker göndermesi üzerine Suudi tahtının zangırdamasıydı.
İbni Suud'acevap, Kahire'nin meşhur El Ezher'inden geldi. Ezher Şeyhi ‘‘Mekke, Suudi işgali altındadır, dolayısıyla hac yapılamaz’’ diyen bir fetva verdi ve Mısır bu fetvayla haccı boykot etti. Boykot, İbni Suud'unyeni elde etmeye başladığı petrol gelirine dayanarak İslam dünyasında giriştiği liderlik oyununa büyük darbe oldu ve ertesi sene Kahire'nin yeniden yolladığı örtüyü kabule mecbur kaldı.
İkinci hac boykotu, 1987'de yaşandı. Suudi askerleri bir sene önce gösteri yaptıkları gerekçesiyle İranlı hacıların üzerine ateş açıp yüzlercesini öldürmüşlerdi. Bugün İran'ın Cumhurbaşkanı olan Muhammed Hatemî o günlerde ‘‘İslamî İrşad Bakanı’’ idi, boykotu gündeme o getirdi. Fetvalar verildi ve İran'dan tek bir kişi bile o sene hacca katılmadı. Kriz ertesi yıl Sudan'ın arabuluculuğu ve Suudiler'in ‘‘hacılara sert davranmayacağını’’ vaadetmesiyle çözüldü.
Bilmem, farkında mıyız? Kral Fahd, Yavuz Selim'denitibaren Osmanlı hükümdarlarının kullandığı ve ‘‘Mekke ile Medine'nin hizmetkárı’’ demek olan ‘‘Hádimu'l-Haremeyn-i Şerifeyn’’ unvanını 1980'lerden itibaren sahiplenmiş ama kutsal toprakların ‘‘hádimi’’ yani ‘‘hizmetkárı’’ gibi değil, ‘‘hákimi’’ olarak hareket etmeye başlamıştır. Bu işin ileri aşaması, ‘‘hiláfet’’ yahut bu sözü kullanamasa bile ona benzer bir unvan takınmaktır. Böyle bir unvanı üstlenmenin şartlarından biri, dört asır boyunca Türkler'in temsil ettiği hiláfetin hükümsüz ilán edilmesi ve Mekke ile Medine'nin ‘‘Sultan-Halife’’ olan Osmanlı hükümdarları tarafından yaptırılmış eserlerden ‘‘temizlenmesi’’dir.
Dolayısıyla, Suudiler'in bu girişimlerini durdurmak Türkiye'nin tarihe olan bir borcudur, Diyanet'tin vereceği fetvaya dayalı bir hac boykotu bu yolda atılacak ilk adımdır ama umre boykotu ‘‘tavşan dağa küsmüş’’ misali bir iş...
Diyelim ki boykota cesaretimiz yok... O zaman hacca veya umreye giden Türk vatandaşlarının göğüslerindeki ayyıldızın altına Ecyad Kalesi'nin resmini de mi iliştiremeyiz?