Maganda kurşununu Abdülmecid de Abdülhamid de önleyememişti

Keyifli anlarımızda siláhımızı çekip mermileri havaya boşaltmak eski ve son derece zararlı bir ádetimizdir.

Bu iş eski devirlerde de çığrından çıkmış, keyif maksadıyla ateşlenen siláhlar çok sayıda can almaya başlayınca, Sultan Abdülmecid’in sadrazamı Áli Paşa 1856’da bütün viláyetlere bir emirnáme göndermiş, düğünlerde siláh atılmasının yasaklandığını duyurmuştu. Paşa, kazaen de olsa bu şekilde ölüme sebep olanların katil muamelesi göreceklerini ihtar etmiş ama yasağa hiç kimse kulak asmamış, üstelik İstanbul’u bir de havai fişek merakı sarmıştı.

TÜRKİYE, haftalardan buyana onlarca masumun canını alan siláhlı magandaları tartışıyor. Düğünlerde yahut keyfe geldiğimiz anlarda, meselá taraftarı olduğumuz takımın maçının galibiyetle bitmesinden sonra bile siláhlarımızı ateşleyerek eğlenmek, bizde geleneksel bir hastalıktır.

Bu kötü alışkanlığımız eski zamanlarda da mevcuttu, hatta siláh atmak yalnız biz Türkler’in değil, Osmanlı teb’ası olan Hristiyanlar’ın da merakıydı. Eğlenceler sırasında aşka gelip ateşlenen siláhlar yüzünden eski asırlarda da çeşitli kazalar yaşanmış, hattá 1856’da, Sultan Abdülmecid tahtta bulunduğu sırada zamanın sadrazamı Áli Paşa, bir emirnáme ile düğünlerde ateş edilmesini yasaklamıştı.

Paşa, emirnámesinde ‘siláh atmalar can kayıplarına yol açtığı için, bu iş bugünden itibaren kesinlikle yasaklanmıştır. Aksine hareket edip kazaen de olsa ölüme sebebiyet verenlere katil muamelesi yapılacak ve ona göre cezalandırılacaklardır’ diyordu.

Ama o devrin magandaları, sarayın ve hükümetin hiçbir uyarısına kulak asmadılar, sevincimizi siláhla gösterme merakımız sonraki senelerde, hattá İkinci Abdülhamid’in en sıkı idaresi zamanında bile devam etti ve neticede çok canlar yandı.

Bu sayfadaki kutularda, bundan 100 küsur sene önce İstanbul gazetelerinde siláhlı magandalar hakkında çıkmış olan iki yazıyı okuyacak ve hiçbirşeyin değişmemiş olduğunu göreceksiniz.

Düğünlerde ateş açıp çocuk öldürmek, eski ádetimizdir

SADRAZAM Áli Paşa’
nın düğünlerde ve eğlencelerde siláh kullanılmaması için 1856’da yayınladığı emirnáme senelerce yürürlükte kalmış ama zamanın magandaları uyarılara hiçbir şekilde kulak asmamışlardı.

Dolayısıyla, bugün yaşanan faciaların benzerleri o günlerde de meydana gelmiş ve İkinci Abdülhamid’in tahtta bulunduğu sırada, 1903 Ekim’inde, Balkanlar’daki bir köyde yapılan düğün sırasında etrafa açılan ateşler yüzünden bir çocuk canından olmuş, bir başka çocuk da yaralanmıştı.

5 Kasım 1903 tarihli ‘Sabah’ gazetesi, olayı şöyle anlatıyordu:

‘Düğünlerde müsriflik yapmak, aileler üzerine külfet yüklemek ve siláh atmak gibi zararlı ádetler hükümet tarafından öteden beri yasaklanmıştı.

Emirlere ve yasaklara uymak vatandaşlık gereğidir ve kurallara riayet edilmesi de, halkın yararınadır.

Hükümet, halk için neyin iyi neyin kötü olduğunu bilerek çeşitli kanun ve nizamlar çıkartır. Halkın yapması gereken iş, bunlara harfiyen riayet etmektir. Düğünlerde siláh atmanın yasaklanması da böyledir ve insanların bir takım kazalardan korunması maksadıyladır. Böylece, bir taraftan sevinç ve neşe içinde eğlenen halkın diğer taraftan bir facia ve üzüntü yaşanmasının önüne geçilmesine çalışılmıştır.

Fakat maalesef, ötede-beride iyiyi ve kötüyü anlayacak kadar fikir sahibi olmayan bazı cahiller hükümetin bu faydalı tebliğinden istifade etmiyor. Düğün vesilesi ile bütün háne halkı, akrabalar ve ahbaplar şen, şakrak ve neşe içinde bulundukları sırada cahilce bir hareket düğün evini büyük bir kedere sevkedebiliyor. Gerçi bu yasağa aykırı hareket edenler sonunda cezalarını buluyorlarsa da, örneğine çok sık rastlanan bu hadiseler neticesinde insanlar üzülüyor ve zarar görüyor.

Gazetemize gelen son bir haber bu uyarılarımızın ne kadar haklı olduğunu ortaya koydu. Buruve köyünde Tanaş Ligor adındaki kişi, Yosif Petro’nun kızı ile evlenecekti ve geçtiğimiz ay Yosif Petro’nun evinde düğün merasimi düzenlendi. Gelin, güvey, akraba ve ahbaplar Petro’nun evinde eğleniyordu. Bu sırada davetlilerden olan Kirman köyünden Ligor Filip ve Hıristo Pandeli, evin penceresinden dışarıya siláh atmaya başladılar. Maksadları sevinçlerini göstermekten ibaretti ama insanın teşebbüs ettiği işler makul ölçülerde ve insanlığa yakışacak surette olmadığı takdirde, aksi bir netice alınacağı da tabii idi.

Bu iki cahil adamın attıkları siláhlardan çıkan kurşunlardan biri, düğün evinin karşısında bulunan evdeki yedi yaşındaki masum bir kızın mini mini başını parçaladı ve ölümüne sebep oldu. Diğer bir kurşun da iki yaşındaki bir erkek çocuğu elinden yaraladı.

Şimdi şu hale bakın! Küçücük iki yavrudan biri ölüyor, diğeri yaralanıyor. Neş’e içindeki düğün evi bir anda mateme bürünüyor, kimsede sevinçten eser kalmıyor. Düğün sahiplerinin mutluluğuna iştirak etmek için gelmiş olan iki kişinin, herkesin neş’esini kaçırdıktan sonra hapishaneye girmeleri de ne acıklı bir durum!

Hükümet, bu olaydan sonra, düğünlerde siláh atılmasının yasak olduğunu viláyetlere yeniden tebliğ etti. Halkın artık yasaklara uymasını ve bu kötü alışkanlıktan vazgeçerek benzer facialara sebep olmamalarını ümüd ediyoruz.’


Siláhtan kurtulduğuna şükredenler bu defa havai fişeğe yakalandılar

ADI
yayınladığı ‘Basiret’ gazetesi ile beraber anılan ‘Basiretçi’ Ali Efendi, Türk basınının öncülerindendi. 1838’de İstanbul’da doğdu, hayata 1880’lerde veda etti.

Ali Efendi, gazetesinde İstanbul’un dertlerini ve sıkıntılarını hiç durmadan dile getirir ve zamanın yetkililerinin sözünü ettiği sıkıntılara bir çözüm bulmasını isterdi. 1870’li yıllarda kaleme aldığı bir yazısında, eğlenme maksadıyla siláhın yanısıra havai fişeklerin de atılmaya başlanmış olmasından şikáyet ediyor ve ‘Bu işe máni olun’ diyordu.

İşte, Basiretçi Ali Efendi’nin ‘Tabancadan kurtulalım derken, başımıza şimdi de havai fişek derdi çıktı’ dediği yazısı:

‘İstanbul’da evlerde ve mahalle aralarında tüfek ve tabanca atmak yasaktır ve bu yasağın sebebi, bir kaza yaşanmaması içindir.

Yasaklara uyulması sayesinde, birçok kazalar, meydana gelmelerinden önce önlenebilecektir. Dolayısıyla, yasaların ve kuralların aksine hareket edenlerin gelişmelerden sorumlu tutulmaları halinde istenen sonuç elde edilebilecek demektir.

Bu yasakların uygulanması sayesinde, son zamanlarda İstanbul halkının siláh merakı ve evlerde ve sokaklarda tabanca atılması olayları son derece azaldı. Ama buna karşılık, verdiği zarar siláhla eşdeğer olan fişeklerin imáli ve patlatılması da giderek arttı. Özellikle Ramazan gecelerinde Ayasofya ile Aksaray arasında, Şehzadebaşı Caddesi’nde ve Divanyolu’nda hiç durmadan havai fişekler patlatılıyor.

Fişeklerin getireceği zararları anlatmaya gerek bulunmuyor ama yangın çıkması, atların ürküp arabaları devirmeleri, kadınlarla küçük çocukların korkuya kapılmaları ve hamile kadınların çocuklarını düşürmeleri gibisinden ihtimallerin de gözardı edilmemesi gerekiyor. Zira, şimdiye kadar bu gibi kazalar defalarca yaşandı.

Patlayıcı maddelerin sadece belirli zamanlarda ve belirli yerlerde atılmaları ve evlerle sokak aralarında ateşlenmemeleri için gerekli tedbirlerin ácilen alınması lázımdır.’
Yazarın Tüm Yazıları