Madde 1: Hiláfet kaldırılmadı Halife sürgüne gönderildi

Atatürkçü Düşünce Dernekleri'nin, hiláfetin kaldırılışının 80. yıldönümü münasebetiyle Ankara'da düzenledikleri panele komutanların da katılması bazı çevrelerde ‘‘hükümete gözdağı’’, hattá ‘‘28 Şubat'tan sonra 3 Mart çıkışı’’ diye nitelendi.

Bu tartışmaları görünce, senelerden beri aklıma takılmış olan bir konuyu gündeme getireyim dedim: Hiláfet makamını kaldıran 431 sayılı yasanın ilk maddesini... Maddede ‘‘Halife, görevinden alınmıştır. Hiláfet, aslında hükümetin ve cumhuriyetin anlamının ve kavramının içerisinde bulunduğu için hiláfet makamı kaldırılmıştır’’ deniyordu. Bu ifadeyi ‘‘Hiláfet müessesesinin değil, sadece Hiláfet makamının láğvedilmiş olduğu’’ şeklinde mi yorumlamamız gerekiyor? Durum böyle ise, Hiláfet hálá mevcut mu ve bizde mi? Buyrun, tartışalım...

ATATÜRKÇÜ Düşünce Dernekleri'nin hiláfetin kaldırılışının 80. yıldönümü münasebetiyle Ankara'da düzenlediği panel, gündemi bir anda değiştirdi. Panele komutanlar da katılınca toplantı bazı çevrelerde 'hükümete gözdağı' diye nitelendi, hattá daha da ileri gidildi ve '28 Şubat'tan sonra 3 Mart çıkışı' yorumları yapıldı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1924 yılının 3 Mart günü, Türk Tarihi için son derece önemli olan üç ayrı karar almış, Meclis'te o gün Hiláfet ile beraber 'Şer'iye ve Evkaf Vekáleti' yani 'Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı' da kaldırılmış ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilmişti.

Ankara'da geçen Çarşamba günü yapılan ve komutanların da katıldığı toplantı ile ilgili haberler, bana 431 sayılı meşhur kanunu, yani Hiláfetin kaldırılması yasasını hatırlattı. Osmanlı'nın son dönemi, özellikle de Osmanoğlu ailesi üzerinde senelerden beri yaptığım hemen her çalışmada konunun temelini teşkil eder hale gelen bu kanunu artık ezberlemiş haldeydim ama kanunla ilgili bir husus, beni hep düşündürmüştü: Kanunun birinci maddesinde bugüne kadar pek üzerinde durulmamış, değişik bir ifade kullanılıyordu ve bu maddeyi her okuyuşumda 'Hiláfet fiilen kalktı ama acaba hukuken de kalktı mı?' diye kendi kendime sormadan edememiştim.

Şimdi, Hiláfetin kaldırıldığı 3 Mart 1924 gününün bir buçuk sene kadar öncesine, 1922 sonbaharına gidelim...

Büyük zafer kazanılmış ve Anadolu işgalcilerden temizlenmişti ama Türkiye'de iki ayrı hükümet vardı: İstanbul'da artık hiçbir güçü kalmamış olan Tevfik Paşa Hükümeti ile memleketin gerçek hákimi olan Ankara Hükümeti... Barış görüşmeleri yakında başlayacaktı, Ankara haklı olarak bu görüşmelerde Türkiye'yi tek başına temsil etmekte kararlıydı ama İstanbul Hükümeti'nin de barış konferansına katılmaya kalkışması üzerine kıyamet koptu. Zafer kazanmış olan Meclis'in görüşmelerde ortaklık kabul etmesi mümkün değildi ve İstanbul Hükümeti'ni devreden çıkartmanın tek yolu, saltanatın kaldırılmasıydı.

Ankara Meclisi, 1922 Ekim'inin son haftasını heyecanlı tartışmalarla geçirdi. Başkanlığa, İstanbul Hükümeti ve saltanat aleyhinde çok sayıda önerge veriliyor, bu önergelerin bazılarında alışılmamış tekliflerde bulunuluyordu. Meselá 30 Ekim günü bir önerge veren Diyarbakır Milletvekili Hacı Şükrü, 'İslám'ın mukaddesatına ve İslamiyet'e karşı şeytandan ve İngiliz Başbakanı Lloyd George'dan daha büyük fenalıklar eden padişahın ve İstanbul Hükümeti'nin bütün İslam dünyası tarafından besmele ile taşlanmasını' teklif etti.

Hacı Şükrü'nün önergesini başka önergeler takip etti. Bunlardan biri 79 milletvekili tarafından verilmişti, altı maddeden ibaretti ve saltanatın kaldırılmasını öngörüyordu.

Önerge hemen o gün oylandı ama kabulü için yeterli sayı sağlanamayınca oylamanın iki gün sonra, 1 Kasım'da tekrar yapılması kararlaştırıldı. Bu arada komisyonda değişiklik teklifleri görüşüldü, metne son şekli verildi ama muhalif milletvekilleriyle hocaların 'saltanatla hiláfetin birbirinden ayrılmasının mümkün olmayacağını' söylemeleri üzerine Meclis Reisi Mustafa Kemal Paşa sıralardan birinin üzerine çıktı ve meşhur konuşmasını yaptı. Paşa, sözlerini 'Fakat ihtimal, bazı kafalar kesilecektir' diyerek bitirecekti.

Komisyon, hükümet ve muhalefet tarafından hazırlanmış iki ayrı önergeyi işte bu konuşmadan sonra birleştirdi ve Meclis, 1 Kasım 1922 günü metni kabul etti. Osmanlı İmparatorluğu ve saltanat artık tarihe intikal etmiş ama hiláfete dokunulmamıştı. Kabul edilen metnin ikinci maddesinde 'Hiláfet, Osmanlı Hanedanı'na aid olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu hanedanın ilim ve ahlák bakımından en reşid ve en olgun olanı seçilir. Türkiye Devleti, Hiláfet Makamı'nın dayanağıdır' deniyordu.

Artık 'Sultan' değil sadece 'Halife' olan Altıncı Mehmed Vahideddin'in 17 Kasım sabahı Türkiye'yi terketmesi ve hiláfet makamının boşalması üzerine, Büyük Millet Meclisi 18 Kasım günü bir fetvayla Vahideddin'i halifelikten azletti ve hemen ertesi gün yerine Osmanlı Hanedanı'nın en yaşlı erkek mensubu olan Abdülmecid Efendi'yi getirdi. Cumhuriyetin ilánından sonra hiláfet makamının da devamı gereksiz görülecek, 3 Mart 1924 günü kabul edilen 431 sayılı kanunda 'Halife hal'edilmiştir' yani, 'tahttan indirilmiş, görevinden alınmış, azledilmiştir' denecek ve Abdülmecid Efendi'nin yanısıra Osmanoğlu ailesinin bütün mensupları Türkiye sınırları dışına çıkartılacaktı.

İşte, senelerden beri aklımı kurcalayan konu, bu kanunun birinci maddesi. Resmi adı 'Hiláfetin İlgasına ve Hanedan-ı Osmani'nin Türkiye Cumhuriyeti Memáliki Haricine Çıkartılmasına Dair Kanun' olan 431 sayılı yasanın ilk maddesinde 'Halife hal'edilmiştir. Hiláfet, hükümet ve cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilafet makamı mülgadır'; yani bugünün Türkçesi ile 'Halife, görevinden alınmıştır. Hiláfet, aslında hükümetin ve cumhuriyetin anlamının ve kavramının içerisinde bulunduğu için hiláfet makamı kaldırılmıştır' deniyor.

Madde böyle olunca, akla ister istemez bazı sorular takılıyor: Halifeyi hal'ediyor, yani görevinden alıp sürgüne gönderiyoruz, tamam. Ama 'Hiláfetin hükümetin ve cumhuriyetin anlamıyla kavramının içerisinde bulunması' ne demek? Bu ifade 'Hiláfet müessesesinin değil, sadece Hiláfet makamının láğvedilmiş olduğu' şeklinde mi yorumlanmalı? Durum böyle ise, Hiláfet hálá mevcut mu ve bizde mi?

Türkiye'de bugün Hiláfet'i geri getirme hayalinde olan aklı başında tek bir kişinin bile bulunduğunu zannetmiyorum. Üstelik Hiláfet kavramının bize tarih boyunca hiçbir şey kazandırmadığını, aksine çok şeyler götürdüğünü, meselá Birinci Dünya Savaşı'na girmemizden hemen sonra zamanın hükümdarı Sultan Reşad'ın 'Halife' sıfatıyla ilán ettiği 'cihad' fetvasına karşı 'din kardeşimiz' olan Araplar'ın siláhla karşılık vermeleri üzerine onbinlerce Mehmetçiğin Arap çöllerinde nasıl şehid olduklarını da en iyi bilenlerden sayılırım.

Halife'nin hal'edilişinin 80. yıldönümünde çıkan tartışmaları görünce, senelerden beri aklıma takılan bu konuyu gündeme getirmeden edemedim. Buyrun, tartışalım...

Hiláfetin kaldırıldığı gizli celsenin zabıt kátibi Vehbi Koç’tu

ANKARA Meclisi'nin 1924'ün 3 Mart günü yaptığı gizli celsedeki tartışmalar yedi saatten fazla sürdü ve o gün Meclis salonunda bulunan Ahmed Vehbi Efendi adındaki 23 yaşındaki bir genç, milletvekillerinden çok daha fazla yoruldu.

Zira, Meclis'in zabıt kátibiydi ve bu yedi saat boyunca hiç durmadan yazmış; ateşli nutukları, birbirinden daha sür'atli şekilde sarfedilen sözleri káğıda geçirmiş, tek bir kelimeyi bile atlamadan tarihe máletmeye çalışmış ama bitkin düşmüş ve fesinin yarısına kadar ter basmıştı.

Görüşmelerin tamamlanmasından sonra, kürsüye devrin başvekili İsmet Paşa geldi. Zabıt kátibi Ahmed Vehbi Efendi'nin, başvekilin son cümlesini artık tutmaz hále gelmiş eliyle 'Yüce Meclis'in alacağı karar, Türk milleti için bir mutluluk vesilesi olacak, kesin bir şekilde ve samimiyetle uygulanacaktır' diye kaydetmesinden sonra oylamaya geçildi ve tasarı o zamanın ifadesiyle, 'kahir ekseriyetle' kabul edildi. Üzerine 'Hiláfetin Kaldırılması ve Osmanlı Hanedanı'nın Türkiye Sınırları Dışına Çıkartılması Hakkında Kanun' sözleri yazıldı, '431' diye bir numara verildi, hemen o gece uygulandı ve Halife Abdülmecid Efendi sınırdışı edildi.

Milletvekilleri 'Hayırlı olsun!' temennileriyle salonu terketmeye başlarken, 23 yaşındaki zabıt kátibi saatler boyu tuttuğu notları sıraya koydu, Meclis Reisi'nin bürosuna bıraktıktan sonra çıkıp evinin yolunu tuttu.

Türkiye, tarihinin en önemli hadiselerinden birinin canlı şahidi olan genç zabıt kátibinin ismini sonraki senelerde çok sık işitti ama 'Ahmed Vehbi Efendi' değil, 'Vehbi Koç' olarak.

Koçzáde Ahmed Vehbi Efendi'nin Ankara'da bir dükkánı vardı ama arada bir Meclis'ten çağırılıyor ve gidip zabıt kátipliği yapıyordu. O günler Ankara'nın sıkıntılı zamanlarıydı ve kuruluş sancıları içerisindeki genç devlet için değil para, okur-yazar bulmak bile meseleydi. İşte, Meclis görüşmelerinin kayda geçirilmesi için askerinden muhasebecisine, öğretmeninden tüccarına kadar, okuma-yazma bilen hemen herkesin gidip saatler boyu canla-başla çalışmasının sırrı da buradaydı.

Derken, aradan seneler geçti ama Cumhuriyet tarihimizin en önemli kararlarından birinin alındığı Meclis oturumunda söylenenlerin, bugünlere Türk sanayinin kurucusu Vehbi Koç'un tuttuğu zabıtlar sayesinde geldiği hep meçhul kaldı.

Ben, Meclis'te 1924'ün 3 Mart'ında yapılan gizli celsedeki zabıt kátibinin Ahmed Vehbi Efendi, yani ileriki yılların Vehbi Koç'u olduğunu bundan seneler önce tesadüfen öğrenmiş ve hemen kendisinden doğrulatmaya çalışmıştım. Ama Vehbi Bey o günlerde tatile gitmişti ve yanlış hatırlamıyorsan güney sahillerinde, Antalya taraflarındaydı. Temas kuramayınca rahmetli Sevgi Gönül'ü, yani kızını aramış ve konuyu babasından sormasını rica etmiştim. Tesadüf, Sevgi Hanım o gün babasını ziyarete gitmek üzereydi, 'Sorar, sana bildiririm' dedi, gitti ve İstanbul'a kendisinden önce mektubu geldi.

Sevgi Hanım mektubunda konuyu babasına sorduğunu söylüyor, 'Pederim, gizli celsenin kátibi olduğunu doğruladı' diyor ve gizli celsede yaşanan ama pek bilinmeyen bazı hadiseleri de Vehbi Bey'in anlattıklarına dayanarak naklediyordu. Ama Vehbi Bey de, Sevgi Hanım da şimdi maalesef aramızda bulunmadıkları için, mektubun tamamını burada yayınlama hakkını kendimde görmüyorum.

Dolayısıyla, tarihimizin en önemli olaylarından birinin, Hiláfet'in kaldırılması sırasındaki Meclis görüşmelerinin bugünlere Vehbi Koç'un tuttuğu zabıtlar sayesinde geldiğini ve rahmetli Vehbi Bey'in Cumhuriyet tarihine de málolmuş bir hizmetini, o olayın yıldönümünde hatırlatmakla yetiniyorum.
Yazarın Tüm Yazıları