Kurban derilerini bundan 150 sene önce de paylaşamazdık
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Bayramınız kutlu olsun! Her Kurban Bayramı’nda olduğu gibi bu bayramda da yine bir kurban derisi tartışması yaşayacağız.
Biz, bu deri işinin ortaya son zamanlarda çıkmış olduğunu zannederiz ama işin aslı hiç de öyle değildir. Türkiye son 150 seneden buyana hemen her Kurban Bayramı’nda kurban derisi mücadelesine sahne olmuş, devlet halktan ilk defa 1876 yılında resmen deri talep etmiş, savaş yıllarında
kurbanın sadece derisini değil, askere ve göçmenlere dağıtmak maksadıyla etini de istemiş, daha sonra ‘Derilerinizi demiryollarına bağışlayın’ kampanyasına girişmiş ama bağış konusunda devlet adamları arasında büyük tartışmalar yaşanmıştı. İşte, ‘Devletin kurban derilerine müdahalesi eskiden yoktu, yeni çıktı’ diyenler için son 150 yıldan buyana yaşadığımız kurban derisi tartışmasının kısa öyküsü...
BAYRAMINIZ kutlu olsun! Türkiye bugün bir yandan kurbanını kesecek, bir yandan da resmi ve özel kuruluşlar arasında senelerden buyana devam eden kurban derilerini elde etme yarışına sahne olacak.
Deri yarışı, kurban kesiminin bugün öğleden sonra tamamlanmasıyla daha da bir hızlanacak. Sokak aralarında dolaşmaya başlayacak olan hoparlörlü kamyonetler ‘Muhterem Müslümanlar, kurban derilerinizi filánca hayır işiyle meşgul olan feşmekán vakfa veriniz’ gibisinden anonslar yapacaklar ve bu deri mücadelesi daha birkaç gün sürecek.
Biz, senelerden beri devam eden ve eski parayla trilyonluk, yeni parayla da milyonluk bir rant olan kurban derilerinden hisse kapma yarışının ortaya son zamanlarda çıkmış olduğunu zannederiz ama işin aslı hiç de öyle değildir. Türkiye son 150 seneden buyana idrak ettiği hemen her Kurban Bayramı’nda bir kurban derisi mücadelesine sahne olmuş, devlet işe mutlaka müdahale etmiş ama zamanla devlet büyükleri arasında da farklı görüşler çıkınca kurbanını kesen halk, deri konusunda iki arada bir derede kalmıştır.
ÖNCÜLÜK, BAYBURT’TA
İşte, kurban derileriyle ilgili olarak eski gazetelere yansıyan ve Osmanlı Arşivleri’nde bulunan belgelerin ışığında bu deri kapma yarışının kısa öyküsü:
Osmanlı İmparatorluğu’nun Müslüman teb’ası, 1850’lere gelinceye kadar kestiği kurbanın derisini canının istediği gibi kullanır, deriyi isterse cami yahut mescid gibi yerlere bağışlar, isterse tabaklatıp kendi evine serer, isterse de götürüp bağlı olduğu şeyhefendiye takdim ederdi.
İlk kıpırdanmalar, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başladı. İmparatorlukta sanayi devriminin de etkisiyle küçük deri atelyelerinin yerini büyükçe tabakhaneler almaya başlamış ve deri piyasasının ne derece büyük olduğunu yeni yeni farkeden devlet, derilerin kendisine bağlı kuruluşlara verilmesi için kolları sıvamıştı. Ama devletin yanısıra hayır vakıfları da boş durmamış ve derileri devletten önce toplamaya başlamışlardı.
Devlet ve özel vakıflar, deri toplama yarışını 1850 sonrasında sessiz bir şekilde sürdürdüler. Halkın kurban derilerini bir devlet kuruluşuna toplu olarak vermesinin ilk örneği, 1873 Mart’ına tesadüf eden Kurban Bayramı’nda, Erzurum’da yaşandı. O dönemde Erzurum’a bağlı olan Bayburt’un halkı, kestikleri kurbanların derisini Erzurum’daki kimsesiz çocuklar okuluna hediye ettiler.
GAZETECİ ALİ EFENDİ
Bayburtlular’ın bağışı İstanbul basınında da yeraldı ve yazarlar benzer bağışların imparatorluğun başkentinde de yapılması yolunda yazılar kaleme almaya başladılar. O günlerin önde gelen gazetecilerinden olan ve yayınladığı ‘Basiret’ Gazetesi’nin adından hareketle ‘Basiretçi’ diye tanınan Ali Efendi, Bayburt halkını tebrik ettikten sonra ‘Bu mekteplerin Müslüman yetimler için yapılmış olduğunu şimdiye kadar yüz kere söyledik ama mektepler için gerekli tahsisatı bir türlü bulamadık. Buralarda elli-altmış çocuk var fakat para yok! Ayıp ve günah değil midir? Dünyanın üstü olduğu gibi altının da varolduğuna ve Allah’ın bunun hesabını bizden soracağına gelin bir kerre düşünün’ diyor ve benzer bağışların İstanbul’daki Darüşşafaka’ya da yapılmasını istiyordu.
Hükümet, kurban derileriyle ilgili ilk resmi açıklamayı Ali Efendi’nin bu yazısından üç sene sonra, 1876 yılının Kurban Bayramı’nın arifesinde yayınladı, derilerin ‘hayır işlerinde kullanılmak üzere, devlete verilmesini’ istedi ve derileri toplama işiyle Hidáyet Paşa’yı görevlendirdi. Ali Efendi, hükümeti bu teşebbüsünden dolayı gazetesinde tebrik edecek ve ‘Çok doğru iş yapıyorlar. Deriler tabakhanelere devlet tarafından gönderilmedikleri takdirde bir işe yaramazlar’ diye yazacaktı.
İŞ ASKERE DÜŞÜYOR
1877 yılının Kurban Bayramı, tarihlere ‘93 Harbi’ diye geçen ve Türk tarihinin en büyük askeri yenilgilerinden biri olan Osmanlı-Rus Savaşı’nın hemen sonrasına rastlamıştı. İstanbul ve çevresi savaş yüzünden topraklarını terkedip gelen göçmenlerle doluydu ve devletin paraya ihtiyacı vardı. Devlet, o senenin Kurban Bayramı’nda kurbanların sadece derilerinin değil, etlerinin de bağışlanmasını istedi ve bağışların göçmenlerle askerlere dağıtılacağını duyurdu. Ali Efendi bu konuda kaleme aldığı makalesinde girişimin gayet akıllı ama uygulanması zor bir teşebbüs olduğunu yazarak ‘Kurban kesen bazı kişilerin derileri saklama ihtimalleri vardır ve iş Genelkurmay’a düşmektedir. Genelkurmayımız imam efendilerle beraber mahalle bekçilerini de görevlendirip tahkikat yaptıracak olursa, asker için daha fazla kavurma elde edilir’ diyecekti.
HÜKÜMETTE TARTIŞMA
İşte, kurban derileriyle askerle yahut savunmayla ilgili bir başka kuruluş arasındaki bağlantının temelleri, hükümetin 1877’de yaptığı bu ilánla atıldı. Hükümet daha sonraki senelerde derilerin ya askeriyeye, yahut inşaatı yeni başlamış olan Hicaz Demiryolu’na bağışlanmasını isteyecek ama 1908’de zamanın şeyhülislámı işe müdahale ederek ‘Deriler demiryoluna değil, medreselerdeki fakir öğrencilere yardım maksadıyla bize verilsin’ deyince iş Bakanlar Kurulu’nda görüşülecek ve şeyhülislámı karşısına almak istemeyen hükümet ‘Bizim tercihimiz derilerin demiryolu inşaatı için verilmesidir ama canı isteyen istediği yere bağışlayabilir’ gibisinden bir karar verecekti.
‘Devletin kurban derilerine müdahalesi eskiden yoktu, yeni çıktı’ diye düşünenler için, 1908’deki bir hükümet toplantısında alınan kurban derileriyle ilgili belgeyi ve belgenin günümüz Türkçesi’ne çevirisini yanda yayınlıyorum. Merak edenler için belgenin Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde bulunduğu yeri de söyleyeyim: Karar 122-123 numaralı Meclis-i Vükelá mazbatalarının 73. sayfasında yazılı ve arşivde kurban derileriyle ilgili daha birçok bakanlar kurulu toplantısının zaptı var.
Mutlu ve huzurlu bayramlar... İsmi bilinmeyen eski bir şairin ifadesiyle ‘Rûzun hemişe ıyd ola, ıydin said ola’; yani ‘Her gününüz bayram olsun ve bayramınız da kutlu olsun’.
Şeyhülislám ‘Ben de deri isterim’ deyince hükümet şaşırdı
İŞTE, kurban derileriyle ilgili olarak Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde 122-123 numaralı Meclis-i Vükelá mazbatalarının 73. sayfasında kayıtlı bulunan bakanlar kurulu kararında bugünün Türkçesiyle kıcasa yazılı olanlar:
‘KONUNUN ÖZETİ:
Şeyhülislám’dan gelen bir yazıda Hicaz demiryolu harcamalarında kullanılmak üzere toplanan kurban derilerinin bundan böyle medrese öğrencilerine verilmesi istenmektedir. Konuyla ilgili olarak Demiryolu Komisyonu’yla Maliye Bakanı’ndan görüş istenmiş ve yazışmalar birleştirilmiştir.
KARAR:
Maliye Bakanlığı’nın yazısında kurban derilerinin her sene Hicaz demiryolu inşaatı masrafları için toplandığı ve konuda Padişah hazretlerinin de bazı emirlerinin bulunduğu bildirilmektedir. Ancak derilerin bir başka yere bağışlanmaması konusunda bir karar yoktur. Arzu eden kurban sahipleri, kurban derilerini demiryolu inşaatında kullanılmaları için İstanbul’da belediyeye ve taşralarda da yerel yönetimlere bağaşlayabilecek ve yine arzu ettikleri takdirde öğrencilerle fakirlere verebileceklerdir. Bu konuda yanlış uygulamalara ve şikáyetlere meydan bırakılmaması için ayrıca derhal duyurular yapılacak, Maliye Bakanlığı ile Hicaz Demiryolu İdaresi de konudan haberdar edilecektir’
Recep Baba da gitti, TRT’nin gözü aydın!
DOSTLARININ ‘Recep Baba’ dedikleri Recep Birgit, son yarım asrın en önemli Türk Müziği icracılarındandı. Davudi ama gayet renkli sesiyle ve tertemiz bir tavırda okumuş, özellikle 60’lı ve 70’li senelerde geniş bir hayran kitlesi toplanmış, müziğinin seviyesini hep korumuş ve ilerlemiş yaşında bile sesini ve hevesini hiç kaybetmemişti. Recep Birgit, benim için ‘alaturkanın Georges Brassens’i’ idi.
Yarım asırdan fazla hizmet verdiği TRT, Recep Baba’nın kadrini ve kıymetini o kadar iyi bildi ki... TRT’nin, bundan üç ay kadar önce tasarruf bahanesiyle kapıdışarı ettiği en önemli sözleşmeli sanatçılar arasında Recep Birgit de vardı. Zira, TRT müziği kalitesizleştirmenin bayrağını artık kimselere bırakmıyordu, ‘Alaturka’ yarışmalarıyla etrafa trilyonlar dağıtmakla meşguldü ve Recep Birgit gibi üstadlara ihtiyaç duymaması da normaldi!
Recep Birgit’i iki gün önce ebediyete uğurladık ama giden sadece Recep Baba değildi; onunla beraber ciddi müziğin son temellerinden biri de dönülmez yolculuğa çıkmıştı. Sesi bir yana, artık eşi-benzeri kalmamış olan bir üslup ve efendilik de onunla beraber gitti. İşin bence en hüzünlü tarafı, basınımızın son devrin bu çok önemli sanatkárı hakkında bir-iki tek sütunluk cümle dışında hiçbir haber vermemesi bir yana, TRT’nin cenazenin kaldırıldığı camiye bir kameraman göndermek zarafetini bile göstermemiş olmasıydı!
Camiden önce İstanbul Radyosu’na getirilen cenazesi için yapılan veda törenine tenezzülen katılan bazı TRT yöneticilerinin, meselá radyolara gönderilen ‘Akitli sanatçıları artık çalıştırmayın’ talimatının altında imzası bulunan müsiki üstadı Süleyman Erguner’in, kapının önüne koymakta hiç tereddüt etmediği Recep Baba’nın tabutu önünde ne hissettiğini doğrusu çok merak ediyorum!