Ankara, Irak'ın elimizden gitmesinin üzerinden geçen 80 küsur sene sonra Kerkük konusunda ilk defa bu hafta sert bir çıkış yaptı ve Kerkük'ü ‘‘Kürt şehri’’ ilán eden Mesut Barzani'nin ‘‘Bundan zarar göreceğini’’ duyurdu. Sınırlarımızın sadece birkaç saat ötesinde olan ve bir milyon kadar Türk'ün yaşadığı Kerkük bizde ‘‘uzak bir ülkenin daha da uzak bir beldesi’’ gibi hissedilmiş ve 80 yıl boyunca sadece acılara ve katliamlara sahne olmuştu. İşte, Kerküklü Türkler'in o toprakların elimizden çıkışından sonra uğradıkları feláketlerin kısa geçmişi...
MESUT Barzani'nin Kerkük'ü ‘‘Kürt şehri’’ ilán etmesini, Ankara fena tersledi. Dışişlerimiz ‘‘Musul ile Kerkük'ün Kürt denetimine girmesine kesinlikle karşı konacağını’’ açıkladı ve ‘‘İpleri germeye başlayan Barzani'nin bundan zarar göreceğini’’ duyurdu.
Bu açıklamayla, biz, Irak'ın elimizden çıkmasından bu yana geçen 80 küsur sene boyunca Kerkük konusunda ilk defa böylesine acil bir tepki gösteriyor ve sesimizi de gene ilk defa böyle yükseltiyorduk.
1 milyondan fazla Türk'ün yaşadığı Kerkük ve çevresi, bizim için her zaman uzaklardaki bir memleketin daha da uzak bir beldesi olmuştu. ‘‘Kerkük’’ sözü bize ancak ‘‘Musul’’ ile beraber kullanıldığı takdirde, yani ‘‘Musul ve Kerkük’’ dendiği anda bir máná ifade eder ve kaybedilen toprakların hüznünü duyardık. Bu hüzün oralardaki petrol sahalarının elimizden çıkmış olmasından kaynaklanır, bir türlü sahip olamadığımız zenginliklerin üzüntüsünü yansıtırdı ama ‘‘Kerkük’’ sözü bize kendi başına gene de pek bir şey çağrıştırmazdı.
İşte, güneydoğu sınırlarımıza sadece birkaç saat mesafede bulunan ve bir milyondan fazla Türk'ün yaşadığı Kerkük bize bu derece uzak görünmüş ama sadece acılara ve ıstıraplara sahne olmuştu. Can almalar birbirini takip etmiş, Kerkük Türkleri'ne hayat 80 seneden beri her gün zehir edilmiş ve Kıbrıs Türkü'nün 1960'larda yaşadığı faciaların çok daha kanlısı yaşanmıştı.
Irak, krallık zamanından itibaren, Kerkük'te uzun vadeli bir ‘‘Araplaştırma’’ politikası uyguladı ve bu politika Bağdad'a Baas rejiminin hakim olmasıyla daha da sertleşti: Türk bölgelerinde Arap yerleşim merkezleri kuruldu ve Türkler'in gayrimenkul alım ve satımları kademeli olarak yasaklandı. Kerkük'e bağlı ilçeler başka viláyetlere bağlanarak şehrin yüzölçümü yarı yarıya düşürüldü. Türk nüfus kademeli bir göçe tabi tutuldu ve Irak'ın sadece Arapların yaşadığı güney kesimlerine, Basra taraflarına gitmeye zorlandı. Saddam Hüseyin, bu arada Kerkük'ün adını da değiştirip ‘‘El Te'mim’’ yaptı.
Derken, nüfus oranları da tahrif edildi. Irak'ın Türk nüfusu toplam nüfusun yüzde onunu teşkil ettiği halde sadece yüzde iki olduğu iddia edildi. Dolayısıyla, bugün 20 milyon olan Irak'ta 400 bin Türk'ün yaşadığı söyleniyorsa da, bu sayı aslında iki milyon civarında bulunuyor.
Biz ise, ekonomik endişelerimizden yahut umursamazlığımızdan dolayı ağzımızı açıp tek kelime etmedik ve Kerkük'te olup bitenleri hep ‘‘Irak'ın iç işidir’’ deyip geçiştirdik.
İşte, Kerküklü Türkler'in o toprakların elimizden çıkışından sonra uğradıkları feláketlerin kısa geçmişi:
1924, LEVİ BASKINI: 4 Mayıs 1924'te yaşandı. Irak askerleri, ortada hiçbir sebep yokken Türklere ait evleri basıp yüzden fazla Türk'ü öldürdüler.
1946, GÁVURBAĞI OLAYLARI: Bir grup Türk işçisi, 12 Temmuz 1946 sabahı çalışma şartlarında düzelme sağlayabilmek için Kerkük'te greve gitti. Grevcilerin üzerine asker sevk edildi, işbaşı yapmadıkları için yaylım ateşine tutuldular ve birçoğu canından oldu.
1959 KATLİAMI: Irak'ta krallığın devrilerek yerine cumhuriyetin ilán edilmesinin birinci yıldönümü olan 1959'un 14 Temmuz'unda yaşandı ve tarihe Kerkük'te meydana gelen en büyük Türk katliamı olarak geçti. Mesut Barzani'nin babası Molla Mustafa Barzani sürgünden döneli, birkaç hafta olmuştu. Barzani'nin adamları Kerkük'teki bir Türk gazinosunu basıp bir Türk'ü öldürdüler.
Durumun gerginleşmesi üzerine şehre zırhlı birlikler gönderildi, sokağa çıkma yasağı ilán edildi ve Kerkük her taraftan kuşatıldı. Türklerin evleri bir anda Barzani'nin peşmergeleriyle Irak askerlerinin saldırısına uğradı ve Irak’ın o zamanki diktatörü General Abdülkerim Kasım’ın emriyle şehirde tam bir katliam yapıldı. Yüzlerce Türk katledildi, Türklere ait işyerleri yağmalandı ve bu terör tam üç gün boyunca devam etti.
1980 İDAMLARI: Kerkük'ün önde gelen Türk entelektüelleri, Saddam Hüseyin'in talimatıyla 1980'in 16 Ocak günü apar-topar yapılan gizli bir yargılamadan sonra toplu halde idam edildiler. İdamlar, 1990'daki Körfez Savaşı'na kadar aralıklarla devam etti.
1991, TUZHURMATU SALDIRISI: Körfez Savaşı sona ermiş ve Irak'ın kuzeyinde yaşayan Kürtler ayaklanmışlardı. Bağdat'tan gelen Saddam Hüseyin'e bağlı birlikler önce Kerkük'ün Tuzhurmatu kasabasına girerek çok sayıda sivili kurşuna dizdiler. Kasabadaki yüzlerce senelik Türk eserleri yerle bir edildi. Kuzeye, Türk sınırına doğru göçe başlayan halkın üzerine ateş açıldı ve helikopterlerle taranan Kerkük hemen arkasından top ateşine tutuldu. Tuzhurmatu'daki katliamın daha korkuncu Kerkük ile Erbil arasında bulunan Altınköprü kasabasında yaşandı, her cins ve her yaştan yüzlerce Kerkük Türkü isyan ettikleri gerekçesiyle kurşuna dizildi. Kerküklü Türkler, 80 sene boyunca işte böyle bir kábus içinde yaşadılar ve kábus hálá devam ediyor. Bazı kişilerin bu yazdıklarımı ‘‘şovenizm’’ ve ‘‘hayal’’ diye niteleyeceklerinden ve ‘‘değişim’’, ‘‘globalleşme’’, ‘‘jeopolitik dengeler’’ yahut ‘‘Ortadoğu-Kafkasya ekseni’’ gibisinden kavramlarla dolu yorumlar yapacaklarından eminim.
Ama şurasını hiç unutmayalım: Bu kavramlar başta Irak olmak üzere bazı komşularımıza hiçbir zaman uğramamıştır, oralarda asla teláffuz edilmezler. Dolayısıyla, Mesut Barzani diye birisi çıkıp Kerkük'ün ‘‘Kürt şehri’’ olduğunu iddiaya bile kalkışır ve çok daha önemlisi, Kerkük taraflarında yaşayan bir milyon civarındaki Türk için sadece ‘‘global bir yokoluş’’ söz konudur.
Bu üç maddeyi hiç unutmayalım
Irak'ın kuzeyinde otonom yahut bağımsız bir Kürt devleti kurulması, Musul ve Kerkük'ün geleceğinin yeniden gündeme gelmesi tartışmaları bana çok meşhur bir andlaşmanın bu konularla ilgili üç maddesini hatırlattı: Sevr Andlaşması'nın bağımsız bir Kürdistan'ın kurulmasıyla ilgili 62., 63. ve 64. maddelerini...
Bu üç maddeyi, hatırlatma bábında aynen veriyorum:
MADDE 62: Fırat'ın doğusunda, ileride tespit edilecek olan Ermenistan'ın güney sınırının daha güneyinde, ...Suriye ve Irak ile Türkiye sınırının kuzeyinde, Kürtlerin sayıca üstün bulunduğu bölgelerin özerkliğini işbu andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak altı ay içinde, İstanbul'da toplanacak ve İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetlerinden her birinin atadığı üç üyeden oluşacak olan bir komisyon hazırlayacaktır. Herhangi bir sorun üzerinde oybirliği sağlanamazsa, bu sorun, komisyon üyelerince, hükümetlerine götürülecektir...
MADDE 63: Türk Hükümeti, 62. maddede öngörülen komisyonlardan birinin veya ötekinin kararlarını, kendisine bildirildiğinden başlayarak üç ay içinde kabul etmeyi ve yürürlüğe koymayı şimdiden yükümlenir.
MADDE 64: İşbu anlaşmanın yürürlüğe konmasından bir yıl sonra, 62. maddede belirtilen bölgelerde yaşayan Kürtler, bu bölgedeki nüfusun çoğunluğunun Türkiye'den bağımsız olmak istediklerini ispat ederek Milletler Cemiyeti Konseyi'ne başvururlarsa ve Konsey bu nüfusun bu bağımsızlığa láyık olduğu görüşüne varır ve bağımsızlığı tanımayı Türkiye'ye salık verirse, Türkiye bu tavsiyeye uymayı ve bölgeler üzerinde bütün haklarıyla sıfatlarından vazgeçmeyi şimdiden üstlenir.
Bu vazgeçmenin ayrıntıları Müttefik devletlerle Türkiye arasında yapılacak özel bir sözleşmeye konu edilecektir.
Bu vazgeçme ...gerçekleştiği zaman, Kürdistan'ın şimdiye kadar Musul Viláyeti'nde kalmış kesiminde oturan Kürtler'in bu bağımsız Kürt devletine kendi istekleriyle katılmalarına Müttefik devletler hiçbir şekilde karşı çıkmayacaklardır.
Derviş konusunda haklı çıktım
Geçen hafta, Kemal Derviş'in altıncı göbekten büyük dedesi olan Sadrazam Halil Hamid Paşa'nın hangi siyasi tarafı tutacağı konusunda bir türlü karar verememesinden dolayı kellesinden oluşunu yazmıştım.
Devlet içerisinde ortaya çıkan iki ayrı troyka, Birinci Abdülhamid'in sadrazamı olan Halil Hamid Paşa'yı kendi taraflarına çekmeye çalışmış ama Paşa iki tarafı da oyalamış, bunu yaparken zamanın hükümdarını saray darbesiyle tahtından indirmeye kalkmış ve 1785'in 27 Nisan'ında bu yüzden idam edilmişti.
Halil Hamid Paşa'nın hikáyesini yazdıktan sonra, torunu Kemal Derviş'in de aynı kararsızlığı gösterdiğini söylemiştim.
‘‘YTP'ye geçmeyeceğini’’ açıklayan, CHP'ye katılma konusunda hálá kararsız olan ama ‘‘solu birleştirmeye’’ çalışan Kemal Derviş için ‘‘Kararsızlığı büyük dedesine benziyor’’ demekle galiba haklıymışım.