Bugün çok yanlış olarak 'hoşgörü' kavramıyla açıklanmasına çalışılan eski İstanbul'un milliyetler mozaiği aslında imparatorluk sisteminin gereğiydi.
Bu mozaik sadece dinler arasında değil, İslamiyet'te de kendisini gösterdi. İmparatorluk başkentinde tasavvuf hayatı ve dolayısıyla tekkeler önemli bir yer işgal ediyordu ve İstanbul'daki 400 küsur tekke pekçok farklı tarikata ait olduğu gibi, bu tekkelerde farklı milliyetten şeyhler ve dervişler de yaşardı.
Çok büyük bir mozaik olan eski İstanbul'da Müslüman, Hristiyan ve Musevi asırlarca beraber yaşadı, dolayısıyla cami, kilise ve havra birbiriyle çatışmadan her zaman yanyana durdu.
Bugün 'hoşgörü' kavramıyla açıklanmasına çalışılan bu beraberliğin aslında hoşgörüyle hiçbir alákası yoktu ve 'imparatorluk' kavramının bir gereğiydi.
Bu mozaik sadece dinler arasında değil, İslamiyet'te de kendisini gösterdi. İmparatorluk başkentinde tasavvuf hayatı ve dolayısıyla tekkeler önemli bir yer işgal ediyordu ve İstanbul'daki 400 küsur tekke pekçok farklı tarikata ait olduğu gibi, bu tekkelerde farklı milliyetten şeyhler ve dervişler de yaşardı.
İmparatorluğun değişik yerlerinden gelen şeyhler İstanbul'un birçok semtinde tekkeler açtılar ve hem tasavvufi hem de sosyal faaliyetlerde bulundular. Hintli, Özbek, Libyalı, pekçok tarikat ileri geleni İstanbul'da tekke kurdu bu tekkeler asırlarca faaliyet gösterdi.
Bunlardan biri, Aksaray'daki Hindiler Tekkesi'ydi ve Nakşibendi idi. Hoca İshak Buhari'nin ricası üzerine Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırıldı. Tekkenin binası aynı zamanda Hindistan'dan gelen müslümanların ziyaret ettikleri ve misafir kaldıkları bir yerdi. Fatih'in siláhdarı olup tekkede bir hücreye çekilen Mehmet Ağa'nın mezarı şimdi tekke girişindeki çeşmenin bitişiğindedir ve Vatan Caddesi'nin açılışı sırasında ortada kalan bugün bakımsız haldedir.
Fatih, Unkapanı ve Ayvansaray'daki Emir Buhari Tekkeleri ile Edirnekapı dışındaki Mimar Sinan'ın eseri olan Emir Buhari mescidi de bu şekilde faaliyet gösterirdi. 1443 yılında Buhara'da doğan Seyyit Ahmet Buhari, daha sonra İstanbul'a gelerek burada Şeyh Ebu'l Vefazade'ye bağlandı. 1516'da öldükten sonra adına yaptırılan tekkelere Buhara ve civarından yüzyıllarca dervişler geldi. Bu tekkelerden surdışındakinin son kalıntıları E-5 karayolunun yapımı sırasında yıkıldı, Ayvansaray'daki ise 1970'lerin sonunda çıkan bir yangında tamamen yandı.
Kadırga'da Şehit Mehmet Paşa yokuşu ve Üsküdar Sultantepesi'ndeki Özbek tekkeleri de aynı sistem doğrultusunda faaliyet gösteriyorlardı. Bu tekkeler de Nakşibendi idiler. Rusya'dan gelen dervişler tekkede kalıyorlar ve tabak çanak tamir edip bıçak bileyerek geçiniyorlardı. Dervişler İstanbul'a hacca gitmeden önce de gelirler ve aynı zamanda Halife olan padişahı cuma selámlığın sırasında bir defa olsun görmeye çalışırlardı.
1753 yılında Maraş valisi Abdullah Paşa tarafından yaptırılan Sultantepesi'ndeki Özbek Dergahı, Milli Mücadele sırasında büyük katkı yaptı, İstanbul'dan Anadolu'ya geçecek olan üst düzey görevlilerin birçoğu buradan kaçırıldı.
İstanbul'a dışarıdan gelen şeyh ailelerinin sonuncusu Beşiktaş'ta Ertuğrul Tekkesi'nin şeyhi Trablusgarplı Zafir Efendi idi. 1886 yılında İstanbul'u ziyareti sırasında huzuruna kabul edildiği İkinci Abdülhamid'in ricasıyla burada kaldı ve Abdülhamid kendisine bir tekke inşa ettirdi. Tekke, Şazeli tarikatine bağlıydı. Hemen bitişiğine inşa ettirilen hücrelere her sene Trablusgarp'tan 30 derviş gelir, Şeyhin memleketinden gelen pekçok misafir ile tanıdığı da tekke misafirhanesinde ve bitişiğindeki konakta ağırlanırdı. 1905'te şeyhin ölmesi ve 1908'de II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi sonrasında gözden düşüp unutulan tekke bu tarihten sonra faaliyetlerine son verdi.
Reşad Ekrem'le HOŞ SOHBETLER
Müsrifin böylesi bir daha hiç gelmedi
15. asırda Bursa'lı Molla Rüstem, ölürken 14 yaşındaki oğluna 100 yıl ömür düşünmüş ve her gününe 100 florin yani altın hesabıyla 3 milyon 600 bin altın bırakmıştı. Bu çocuk babasından sonra ancak yedi sene yaşadı ve bütün parasını yedi; yalınayak bir kebapçı çırağı oldu ve sefalet içinde bir hamam külhanında öldü. Bu parayı nasıl harcadığına bir misal zikrederler: Bir gün 100 florine bir tazı satın alır, bir bağda bir tavşan olduğunu haber verirler, haberciye 100 florin verir. Tavşanı ininden çıkaran adama da 100 florin ve bir kat esvap verir. Fakat tazı tavşanın üstüne varmaz, Molla Rüstem oğlu da bir kılıçta tazıyı ikiye biçer.