İşte, tsunaminin 1000 yıl önce yokettiği İstanbul’un ilk limanı
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
"Marmaray" projesi için Yenikapı semtinde devam eden kazılarda şehir tarihinin en önemli keşiflerinden biri yapıldı ve Bizans dönemi İstanbul’unun limanı olan ve bundan 1000 yıl kadar önce yaşanan büyük bir depremde tsunaminin yokettiği "Eleutherion" yeniden ortaya çıktı.
Kazılarda, dünya denizcilik tarihinin karanlıkta kalan noktalarını aydınlatacak boyutta öneme sahip ve sağlam durumda altı adet Bizans teknesi ile bir de kadırga bulundu. Ancak, havayla temas etmelerinden birkaç ay sonra toz haline gelecek olan ve ileri bir teknolojiyle korunmaları gereken tekneler, Marmaray projesinin biran önce tamamlanabilmesi için, kazının sorumluluğunu üstlenen Ulaştırma Bakanlığı tarafından daha önce böyle bir çalışma yapmamış olan ve gerekli teknolojiye sahip bulunmayan İstanbul Üniversitesi’ne havale edildi. Üstelik konunun uzmanı olan üniversitelerin ve vakıfların yardım talepleri geri çevrilirken, yabancı uzman hocalara da "konuşma yasağı" getirildi.
İSTANBUL Boğazı’nın iki tarafını raylı tüpgeçitle bağlayacak olan "Marmaray" projesi için Yenikapı semtinde birkaç aydan buyana devam eden kazılarda, Bizans dönemi İstanbul’unun en önemli limanı olan ve bundan 1000 yıl kadar önce yaşanan büyük bir depremden sonra gelen tsunaminin yokettiği "Eleutherion" yeniden ortaya çıktı. Kazılarda, dünya denizcilik tarihinin karanlıkta kalan noktalarını aydınlatacak boyutta öneme sahip ve sağlam durumda altı adet Bizans teknesi bulunurken, hálen toprak altında duran bir adet de kadırganın varlığı belirlendi.
Kazılar, tarihlerde "Theodosius" yahut "Eleutherion Limanı" olarak geçen bölgenin, 989 veya 1010 yılındaki büyük İstanbul depremlerinden birinde Marmara’dan gelen dev dalgaların altında kaldığını ve iç kesimlere ilerleyen deniz sularının çekilirken büyük miktarda toprağı geriye sürükleyerek limanı tamamen örttüğünü gösteriyor. Uzmanlara göre denizin bir kısmı tsunamiden sonra toprakla dolarak karayla birleşiyor ve deprem sırasında limanda demirli bulunan tekneler de toprak altında kalıyorlar.
ÇIPALARDA BULUNDU
Marmaray projesi için yapılan tüpgeçit kazısı, tsunamiye kurban giden limanı 1000 sene aradan sonra yeniden ortaya çıkardı ama kazılarda daha önemli başka şeyler bulundu: Bizans tekneleri... Tekneler, bölgedeki toprağın özelliğinden dolayı son derece sağlam vaziyette kalmışlardı. Bu, dünyanın değişik bölgelerinde bulunan diğer batıklara kıyasla benzerine rastlanmayacak bir durumdu ve bu tekneler sayesinde denizcilik tarihinin "karanlık çağı" olarak bilinen 10. yüzyılın gemi yapım tekniği de aydınlanabilecekti. Kazılarda, o devirlerde elle yapılan, çok değerli bir metá olan ve yine o dönemde "ilk kurtarılacak eşya" kabul edilen gemi çıpalarının da bulunması, tsunaminin bir anda olup bittiğini ve gemicilerin çıpaları toplamaya bile vakit bulamadan toprak altında kaldıklarını gösteriyordu.
Yenikapı’da çıkartılan tekneler ve bulunan liman, İstanbul’un tarihi ile ilgili olarak bugüne kadar yapılan en önemli arkeolojik keşiflerden biri olma özelliğini taşıyor ama işin bir başka, üzücü boyutu daha var: Teknelerin bir anda yokolmaları ihtimali...
Yüzyıllar boyunca su altında kalan ahşap maddeler havayla temas ettikleri anda toz haline geliyorlar, bunun önlenmesi için uzun ve son derece masraflı bir koruma sürecinden geçirilmeleri gerekiyor, ancak Türkiye’de böyle bir teknoloji bulunmuyor. Bizans teknelerinin korunması işi, Marmaray projesinin biran önce tamamlanabilmesi için, bu teknoloji yokluğuna rağmen, kazının sorumluluğunu üstlenen Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı birimler tarafından daha önce böyle bir çalışma yapmamış olan İstanbul Üniversitesi’ne havale edildi. Ağaç konservasyonu, yani koruma konusunda dünyanın en uzman kuruluşu olan Texas Üniversitesi’nin gönüllü yardım talebine ise kulak asılmadı, üstelik oradan gelen uzman hocalara "konuşma yasağı" konuldu. Şimdi ortada ne teknoloji, ne de para var ve dolayısıyla teknelerin akıbeti karanlık!
ÜNİVERSİTE BECEREMEZ
Bu yazıyı hazırlarken, Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı’nın Başkanı ve Texas Üniversitesi’ne bağlı Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü’nün direktörü Oğuz Aydemir ile konuştum. Aydemir, bulunan teknelerin dünyada bir eşi olmadığını, zira bugüne kadar bu derece temiz ve tam olarak kalmış gemilere rastlanmadığını söyledi ve Ulaştırma Bakanlığı’nın teknelerin konservasyonu ihalesini İstanbul Üniversitesi’ne "teknik şartname olmadan" verdiğini anlattı. Aydemir, "İstanbul Üniversitesi’nde bu tekneleri koruyacak teknoloji yok. Arkeologlarımız daha önce böyle bir iş yapmadılar, tecrübe sahibi değiller. Üstelik, Texas Üniversitesi’nin hocalarından olan Prof. Cemal Pulak gibi bu konuda dünyanın en önde gelen uzmanı da bütün destek talebine rağmen işin dışında tutmaya çalışılıyor" dedi.
ZEUGMA’YA BENZEMESİN
Hatırlarsınız, bundan birkaç sene önce, Gaziantep’te Roma döneminden kalan Zeugma mozaikleri için bir grup meraklı kıyametler kopartmış, dünya basınını ayağa kaldırmış ve iş neticede "Barbar Türkler Roma mirasını tahrip ediyorlar"a dönmüştü...
Anadolu’da daha dünya kadar Zeugma çıkar ama sadece İstanbul’un değil, dünyanın kültür mirası olan ve bu derece temiz durumdaki tekneler toz haline gelecek olurlarsa, benzerlerini Marmara’nın altını üstün getirsek bir daha bulamayız.
Zeugma çığırtkanları, nerelerdesiniz?
İstanbul’un tsunamisi karada balık toplatmıştı
MARMARA, tarihi boyunca durmadan sallandı. Bilinen ilk deprem miláttan sonra 29’da, ayrıntıları kayıtlı ilk deprem ise 1 Şubat 363’te yaşandı.
Bizans kronikleri, her ayrıntısının kayıtlı olduğu 1265 depremine kadar 434, 446, 477, 553, 557, 989, 1010, 1034, 1037 ve 1063 yıllarındaki sarsıntılarda şehrin baştan başa yıkıldığını yazdılar ve bazı tsunamileri de kayda geçirdiler.
İşte, İstanbul’un 15 asırlık deprem macerasında yaşanan tsunamilerin kısa bir kronolojisi:
15 Ağustos 553: İstanbul 40 gün boyunca sallandı ve 554 yılının Temmuz ve Ağustos’u da deprem fırtınasıyla geçti, Yedikule’nin etrafındaki surlar yıkıldı ve Marmara’da patlayan dev dalgalar şehrin iç kısımlarına kadar ilerledi. Aynı günlerde İzmit de sarsıldı ve harabeye döndü.
Ağustos 1265: Sarsıntının merkezi, Marmara Adası’nın çevresiydi. Adadaki dağlardan biri yarıldı, kırılan parça denize düştü, büyük dalgalar meydana geldi ve Marmara’nın sahilleri sular altında kaldı.
17 Temmuz 1296: Sarsıntılar, o yılın Mayıs’ının üçüncü haftasında meydana gelen ay tutulmasından sonra başladı, iki ay devam etti ve en büyük sarsıntı 17 Temmuz akşamı yaşandı. Surlar yıkıldı, evlerle kiliseler yerle bir oldu ve şehrin bazı semtleri dev dalgaların altında kaldı.
17 Ocak 1332: Geceyarısından sonra başlayan sarsıntı evlerin yanısıra şehrin birçok büyük binasını da yerle bir etti ve bir ay kadar sürdü. 12 Şubat akşamı deniz kabardı ve surları yıkarak karanın iç kısımlarına doğru ilerledi.
18 Ekim 1343: Şehir, sabahın erken saatlerinde merkezi Marmara Denizi olan bir depremle sallandı ve güneşin batmasından hemen sonra ikinci büyük sarsıntı geldi. Denizin yükselmesiyle beraber ortaya çıkan dev dalgalar Boğaz’ın iç kısımlarına kadar ilerledi. Karadan içeriye iki kilometre giren dalgalar, tekneleri de iç kısımlara sürükledi, suların çekilmesinden sonra her yer çamur tabakasıyla ve ölü balıklarla kaplandı.
14 Eylül 1509: Artık Osmanlı’ya başkentlik etmekte olan şehir 18 gün devam eden bir áfet yaşadı, 109 cami ile 1070 ev yıkıldı. Kara ve deniz surlarıyla Topkapı Sarayı’nı çeviren duvarlar kısmen çöktü. Galata ile Eminönü taraflarında yer yarıldı, yarıklardan kum fışkırdı ve denizin taşması üzerine Haliç’in her iki yakası da sular altında kaldı. Bu sırada gelen dev dalgalar deniz surlarının büyük kısmını yerle bir etti.
22 Mayıs 1766: İstanbul o gün, tarihinin en büyük deprem serilerinden birini daha yaşadı. Nisan ayında başlayan ve Mayıs’a kadar devam eden sarsıntıların en kuvvetlisi 22 Mayıs’ta meydana geldi ve İzmit’ten Tekirdağ’a kadar uzanan bölge yerle bir oldu. İstanbul’da ve Boğaz’da dev dalgalar oluştu, Galata ile Eminönü tarafları sular altında kaldı, deniz Boğaziçi’nin birçok semtinde karanın iç taraflarına ilerledi, Marmara’daki bazı ıssız adalar yarılarına kadar batarak küçüldüler.
Bu konser kaçırılmaz
TÜRK Müziği’nin en önemli bestecilerinden olan Refik Fersan, 1893 ile 1965 yılları arasında yaşadı. İstanbul’un aristokrat ailelerinden birine mensuptu, Türk Müziği’nde modernleşmenin önde gelen isimlerindendi ve çok büyük bir sanatçıydı.
Refik Bey’in eserleri gerçi her zaman her yerde icra edilmektedir ama bugüne kadar sadece onun parçalarından, üstelik bilinmeyen bestelerinden oluşan bir konser verilmemiştir. Önümüzdeki Salı günü, Cemal Reşit Rey konser salonunda, işte ilk defa böyle bir Refik Fersan konseri var. Programda, büyük bestekárın artık klasik olmuş parçalarının yanısıra bugüne kadar icra edilmemiş bazı eserleri de çalınacak.
Türk Müziği’nin zarif nağmelerine meraklı olanlar, son dönemin en zevkli şeflerinden Ahmet Kadri Rizeli’nin idare edeceği ve birçok kıymetli sanatkárın yanısıra viyolonsel üstadı Uğur Işık’ın da katılacağı bu konseri kaçırmamalılar.