Irak’ı kaybeden 31 yaşındaki yarbay, utancından intihar etti
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Milli Güvenlik Kurulu'nun son kararıyla Kuzey Irak'ta bundan böyle resmen askeri varlık göstereceğimiz ve önümüzdeki ilkbaharda da savaşın içinde olacağımız artık kesinleşti.
Biz, Irak'ı, ordunun siyasetin tamamen içinde olduğu günlerde, kumandanların bile mensup oldukları partilere göre tayin edilmeleri yüzünden kaybetmiştik. Enver Paşa'nın, Irak'ı ‘‘sıkı bir İttihadçı’’ olduğu için emanet ettiği Yarbay Süleyman Askeri Bey koskoca memleketi bir ‘‘İslam Birliği’’ hayaliyle kaybetmiş, hatasını uğradığı büyük yenilgi sonrasında farkedince de 14 Nisan 1915 günü tabancasını şakağına dayayıp tetiği çekivermişti. O sırada sadece 31 yaşındaydı.
Milli Güvenlik Kurulu, geçen cuma günkü toplantısında hükümete yurtdışına asker gönderip Türkiye'ye asker kabul etme konusunda Meclis'ten karar çıkartmasını tavsiye etti. Bu kararla, Kuzey Irak'ta bundan böyle resmen askeri varlık göstereceğimiz ve önümüzdeki ilkbaharda da savaşın içinde olacağımız artık kesinleşmiş gibi görünüyor.
'Irak' sözü, seksen küsur seneden beri bize öncelikle tek bir kavramı hatırlatır: İlk dünya savaşının sonrasında elimizden çıkartmak zorunda kaldığımız Musul ile Kerkük taraflarını ve dolayısıyla da petrolü... Musul ve Kerkük'ü terketmemizi hüzün içerisinde, buruk bir şekilde hatırlarız; oraların hálá bizim olduğuna inanırız ama Irak'ı terketmemize sebep olan büyük yenilgiyi ve koskoca bir memleketin elimizden nasıl çıktığını pek bilmeyiz.
BAĞDAT’IN KAPISI AÇILDI
Biz, Irak'ı, ordunun siyasetin tamamen içinde olduğu günlerde, parti ve hizip mücadeleleri ve kumandanların bile mensup oldukları partilere göre tayin edilmeleri yüzünden kaybettik. Bu kayba, dünya savaşının başlamasından hemen sonra, dünya kadar tecrübeli kumandanımız varken iktidardaki partinin Irak'ı 'kendi adamına' emanet etmesi ve o kişinin olmayacak hayallere kapılması sebep oldu.
İşte, Irak'a asker göndermemizin kesinleşmek üzere olduğu bugünlerde, şimdi koskoca bir ülke olan o geniş toprakların elimizden çıkmasının acı ve hüzünlü öyküsü...
Tahtta Sultan Reşad, iktidarda ise İttihad ve Terakki Partisi vardı. Birinci Dünya Savaşı patlamış, Türkiye hiç gereği ve hiçbir hazırlığı yokken İtiláf Devletleri'ne savaş ilán edip Almanya'nın yanında harbe girmişti. Zaten çatırdayan imparatorluk artık sınırların dört bir yanında açılan cephelere asker göndermekte, yenilgi haberleri birbirini takip etmekteydi. Tek tesellimiz Çanakkale'de yazdığımız destandı.
İmparatorluğun 'Başkumandan vekili' unvanını taşıyan güçlü adamı Enver Paşa, 1915'in 3 Ocak'ında Irak'ı, İttihad ve Terakki'nin güvendiği partili bir binbaşıya, Süleyman Askeri Bey'e emanet etti. Binbaşının rütbesi o gün yarbaylığa yükseltildi, Basra valiliğine ve 28. Basra fırkası kumandanlığına getirildi, sonra da 'Irak ve Havalisi Umum Kumandanı' yapıldı.
Süleyman Askeri Bey vatansever olmasına vatanseverdi, hatta geçmişte çok faydalı hizmetler de yapmıştı fakat koskoca bir bölgenin kaderine hákim olacak tecrübeye sahip değildi. Üstelik, hemen bütün İttihadçılar'ın ortak özelliğine o da sahipti, yani hayalperestti.
İngiliz ordusunun harekát planı, Irak'a güneyden girmek şeklindeydi; Basra'yı işgal etmişlerdi ve Süleyman Askeri Bey'in elinde İngilizler'i durdurabilecek birlikler yoktu ama hayalleri vardı. Enver Paşa, Kafkasya ve Suriye'deki bazı birliklerin Irak'a kaydırılmasını düşünürken, o, bunun 'cinayet olacağını' ve 'İngilizler'i Basra'dan süpürge sopasıyla kovacağını' söylüyordu.
Hayali, Irak'taki Arap aşiretlerini 'İslam Birliği' düşüncesi altında birleştirmek ve İngiliz ordusunu bunlarla durdurmaktı. Hemen yanıbaşındaki Arap yarımadasında Mekke Şerifi Hüseyin'in İngilizler'le beraber büyük bir isyan hazırlığına giriştiğinin farkında bile değildi. Kumandası altındaki düzenli birlikler aslında sadece bir taburla küçük birkaç müfrezeden ibaretti ve buna rağmen hayalini gerçekleştirmeye kararlıydı.
Süleyman Askeri Bey, daha 'İslam Birliği'ni teşkil etmeden İngilizler'e bir ders vermeye kalktı ve Basra'nın kuzeydoğusundaki Karun Nehri'nin karşı sahiline geçerek İran'a ait olan ama İngiliz kontrolünde bulunan Ahvaz kasabasını işgalden sonra Abadan'a giden petrol borularını tahrip etti. Bu harekátının gelecekteki büyük başarısının müjdesi olduğuna inanıyordu; güneye yönelip Basra'ya ilerledi, o arada çılgınca bir hata yaptı ve 12 Nisan günü kendisinden kat kat üstün İngiliz birliklerine saldırdı.
Irak'ın elimizden çıkmasının ateşleyicisi, işte bu saldırıydı. Türk ve İngiliz birlikleri arasında, Şuayyibe'deki Bercisiyye Ormanı'nın çevresinde üç gün boyunca şiddetli çarpışmalar oldu ve neticede İngilizler, birliklerimizi neredeyse tamamen imha ettiler, esir alınan askerlerimiz de Uzakdoğu'daki esir kamplarına gönderildi. Süleyman Askeri Bey hayallerinin yanlışlığını ancak o zaman anlayabildi. Bütün hatalarına rağmen namusluydu ve kendi cezasını kendisinin vermesi gerektiğini düşündü, 14 Nisan günü otomobiline bindi, tabancasının namlusunu şakağına dayayıp tetiği çektiğinde, henüz 31 yaşındaydı.
Karşılarında kuvvetli bir ordu bulunmadığını farkeden İngilizler harekát planlarını değiştirerek Bağdat'a doğru ilerlemeye karar verdiler. Az sayıda Türk birliğinin koruduğu kasabalar tek tek İngilizler'in eline geçti ve Bağdat'ın kapısı demek olan Kuttülámare de işgale uğradı.
ZAFER İŞE YARAMADI
Enver Paşa'nın Süleyman Askeri Bey'i Irak'a göndermekle yaptığı hatayı farkedip etmediğini bilmiyoruz ama Paşa, Bağdat'ın da elden gitmesi ihtimaline karşı bölgeye yeni güçler sevkedilmesi gerektiğini gördü, İngiliz ilerlemesi bir müddet için de olsa bu yeni birlikler sayesinde durdurulabildi. 1915 Kasım'ında Selmanipak'ta yenilen İngiliz ordusu Kuttülámare'ye çekilmek zorunda bırakıldı, Halil Paşa'nın kumandasındaki Türk birlikleri kasabayı kuşattılar ve İngiliz generali Townshend, 1916'nın 29 Nisan'ında 12 bin askeriyle beraber Halil Paşa'ya teslim olmak zorunda kaldı.
Ama İstanbul, bu zaferden gerektiği şekilde istifade edemedi. Irak'taki birliklerin bir kısmı gene lüzumsuz yere İran taraflarına gönderildi ve Bağdat yolunun açık olduğunu farkeden İngilizler iyi bir hazırlıktan sonra 1917 başında kuzeye ilerlemeye başladılar. Bağdat korumasızdı, Türk birlikleri önceden geri çekilmişti ve İngiliz ordusu 1917'nin 11 Mart günü şehri rahatça işgal etti.
İngilizler bundan sonra kuzeye hiç durmadan ilerleyecek, Musul'da bulunan Ali İhsan Paşa'nın bölgeyi İngilizler'e terketmesiyle Irak'taki hákimiyetimiz tamamen sona erecekti.
Biz, Irak'ı, işte böyle bir hiç ve particilik uğruna kaybettik...
İngiliz’in altını dini de, imanı da bir yana itti
İTTİHAD ve Terakki'nin sadık üyelerinden olan Süleyman Askeri Bey, 1884'te Prizren'de doğdu. 1902'de Harp Okulu'nu, sonra Harp Akademisi'ni bitirdi. O yıllarda Rumeli'de bulunan bütün genç subaylar gibi o da İttihad ve Terakki Cemiyeti'ne üye oldu. Bir müddet dağlarda eşkiya takip etti, Bağdat'a jandarma yüzbaşısı olarak gönderildi, sonra o zamanlar henüz 'Bey' olan ileriki senelerin Enver Paşa'sı ile beraber İtalyan işgaline uğrayan Libya'ya gitti ve orada çarpıştı. Süleyman Askeri Bey, Türkiye'nin ilk organize istihbarat örgütü olan 'Teşkilát-ı Mahsusa'nın Balkan Savaşı öncesinde kurulmasında rol aldı ve İslam dünyasını biraraya toplamakla görevlendirilen bir dairenin başına geçti. Balkan Savaşı sırasında Bulgarlar tarafından işgal edilen Edirne'nin geri alınmasından sonra bazı arkadaşlarıyla beraber Batı Trakya'ya gitti. Burada geçici bir 'Türk Hükümeti'nin kurulmasını sağlayanlar arasında bulundu ve hükümetin genelkurmay başkanı oldu. İttihadçılar'ın imparatorluğa tamamen hákim olmalarından sonra İstanbul'a geldi ve partinin lider kadrosuyla dengeli bir şekilde yakınlaşmaya çalıştı. Daha önceleri beraberce çalıştığı Enver Paşa'ya son derece bağlı olmasına rağmen bir ara Talát Paşa'ya da yakın durdu, derken Cemal Paşa'yla ilişkiye girdi ve Enver Paşa ile Cemal Paşa arasındaki rekabeti körüklemeye başladı. Süleyman Askeri Bey asker olmasına rağmen siyasetin tamamen içine girmişti ve en büyük hayali 'İttihad-ı İslam' yani 'İslam Birliği' düşüncesiydi. Irak'taki İngilizler'i bu yolla püskürteceğine inanıyordu ve hayata 31 yaşında veda etmesine de bu hayali sebep oldu. Basra'yı ele geçirdikten sonra Bağdat'a doğru yürümeye hazırlanan İngiliz birliklerini din adına harekete geçecek olan Arap kabileleriyle durdurabileceğini zannetti. Ama İngilizler'in kabilelere dağıttığı altınlar dinin de, imanın da önüne geçti ve Süleyman Askeri Bey bu boş hayalinin bedelini hayatıyla ödedi.