Bursa hapishanesi 1940’ların sonuna doğru ‘iş yurdu’ haline getirilmiş, mahkûmların hapishanedeki atelyelerde imal ettikleri malları dışarıya satmalarına izin verilmiş ve Názım atelyelerden birinde tül dokuyup satmaya başlamıştır.
Şair, annesi Celile Hanım’a 1940’ların sonunda yazdığı bir mektupta bu perde konusundan bahsediyor, sonra sağlığının pek iyi olmadığını yazıyor, kalbinden şikáyet ediyor, sonra ‘Dişimi sıkıp ölmemeğe çalışırım’ diyor ve yeniden resim yapmaya başlayacağını söylüyor.
NÁZIM’ın kapatıldığı Bursa hapishanesinde 1940’ların sonuna doğru küçük atelyeler kurulmasına ve mahkûmların atelyelerde imal ettiklerini dışarıya satmalarına izin verilmiştir.
Şair, atelyede tül perde dokumakta ve perdeleri satmaları için ailesine göndermekte ama perdeleri aslında aile mensupları satın almaktadır. Yakınlarının söylediklerine göre tüllerin renkleri fenadır, zira hapishane idaresi Názım’a daha güzel renkte iplik vermemektedir.
Názım, annesi Celile Hanım’a 1940’ların sonunda gönderdiği bir mektupta perde konusundan bahsedip fiyat verirken sağlığının pek iyi olmadığını yazıyor, kalbinden şikáyet ediyor, sonra ‘Dişimi sıkıp ölmemeğe çalışırım’ diyor ve yenien resim yapmaya başlayacağını söylüyor.
İşte, Názım’ın mektubunun tam metni:
‘Anneciğim,
Mektubunu aldım, hemen cevap veriyorum. Bundan önce de Sáre teyzemden ve senden müştereken gelen mektuba cevap vermiştim. Demek o mektubu almadın. Her ne hál ise, bir daha yazayım.
1- Sıhhatımda bir değişiklik yok, iláçlarıma, perhize muntazaman devam ediyorum. Sinirlenmezsem, heyecanlanmazsam kriz filan da gelmiyor, sadece bir ağırlık var göğsümde. Fakat en ufak bir heyecana kapıldım mı sorma gerisini. Ben de bundan dolayı, hapisane şartları içinde ne kadar sinirlenmemek, heyecanlanlamak, üzülmemek kabilse o kadar buna çalışıyorum.
2- Hastahaneye gitmek istemem, orda büsbütün ásábım bozulur, hastahaneleri -hem de hususilerini- teyzem de gayet iyi bilir, ben de bizim hapisane mahkûm koğuşlarında, hattá senatoryomda yattım, bilirim. Bundan dolayı hastahaneye gitmek sıhhat durumumu bir kat daha berbatlaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Burada elden geldiği kadar kendime bakıp, adaletin tecelli edeceği güne kadar kadar dişimi sıkıp ölmemeğe çalışırım. Sen merak etme, üzülme canım anneciğim, ne de olsa acı patlıcanı kırağı çalmaz.
3- Bana hemen ilk postayla senin işe yaramaz yağlı boyalardan yolla, yine resim yapmak hevesine kapıldım, böylelikle oyalanırım da, fazla dolaşıp -hapisane avlusunda- kendimi yormam da.
4- Perdeler için ben de Alparslan’a yazacağım ama, sen de Nimet teyzeme bildir, bir kere de o yazsın: Perdeler metrosu 300 kuruş ile 335 kuruş arasında verilebilir, saçaklar da 100 kuruş ile 90 kuruş a rasında.
5- Seni, Sáre teyzemi, Mimi’yi, Ömer’i, büyükannemi hasretle kucaklar, senin ve büyük annemin ve Nimet teyzemin ellerinden öperim. Mektubumu alır almaz bana hemem cevap ver de meraktan kurtulayım. Ha, bu hastahane meselesi için Válá’dan da mektup aldım, ona da aynı şeyi yazdım. Teyzem, dayıdan birşeyler öğrenecekti, öğrenince bana yazsın.
NÁZIM’ın mektubunda bahsi geçen ‘Alparslan’, şairin annesinin teyzesinin kızı Nimet Hanım ile İttihadçılar’ın İzmir Valisi Rahmi Bey’in oğluydu ve 1919’da Çerkes Edhem tarafından kaçırılmış ve fidye ödenmesinden sonra serbest bırakılmıştı.
Yıllar önce yazdığım ama hálá çok az bilinen ve içerisinde son derece ilginç isimlerin yeraldığı bu olayı, Názım Hikmet’in mektupları vesilesiyle kısa da olsa yeniden hatırlatmak istedim:
Valiliği sırasında aldığı bir tedbir, Rahmi Bey’e tutukluluğu sırasında büyük üzüntüler çektirecektir:
Cumaovası’nda ‘von Heemstra’ adında Hollandalı bir barona ait son derece zengin bir çiftlik vardır ve Çerkes Edhem ile adamları haraç için çiftliği basma planları yapmışlardır. Vaziyeti önceden öğrenen Rahmi Bey, bir jandarma müfrezesi gönderip baskına engel olur ve Edhem Bey’in birkaç adamına da güzel bir dayak attırır.
İNTİKAM İÇİN
Onurunun zedelendiğini ve Rahmi Bey’den intikam almak zorunda olduğunu hisseden Çerkes Edhem, intikamın yolunu hadiseden birkaç sene sonra bulur: O sırada artık İzmir valisi olmayan ve İttihadçı arkadaşlarıyla beraber İstanbul’daki Bekirağa Bölüğü’nde çile dolduran Rahmi Bey’in Bornova’da bir İngiliz okuluna giden sekiz yaşındaki oğlu Alparslan’ı 1919’un 12 Şubat’ında kaçırıp fidye ister.
Rahmi Bey, arkadaşları ve akrabaları vasıtasıyla mallarını satışa çıkartırken, eski valilerini unutmayan İzmirliler de fidyenin ödenebilmesi için yardım kampanyası başlatır ve Ege’nin önde gelen zenginlerinden borç isterler. Paranın üçte biri kampanyadan karşılanır, geri kalanını da Rahmi Bey’in Mahmut ve Nazmi adında iki arkadaşıyla Bornova’da fabrikatörlük eden bir Fransız, Henri Giraud temin eder ve o zamanın parasıyla çok büyük bir servet olan tam 53 bin lira ödeyerek küçük Alparslan’ı 6 Mart günü serbest bıraktırırlar.
Şimdi de, hadisenin içerisinde bulunan ve yazının başında sözünü ettiğim ilginç isimleri sıralayayım:
Çerkes Edhem’in basmak istediği çiftliğin Hollandalı olan sahibi, savaştan sonra Türkiye’den ayrılıp memleketine dönecek, kızı birkaç sene sonra bir İngiliz bankerle evlenecek, 1929’da onun da bir kızı olacak ve ismini ‘Edda’ koyacaklardır. Tam ismi ‘Edda Kathleen van Heemstra Hepburn-Ruston’ olan bu kız ileriki senelerde ‘Audrey Hepburn’ adıyla tanınacak ve başrolünde oynadığı ‘Roma Tatili’, ‘Tiffani’de Kahvaltı’ ve ‘My Fair Lady’ gibi filmlerle gönüllerde taht kuracaktır.
Alparslan için istenen fidyenin büyük kısmını ödeyen Henri Giraud ise ailesiyle beraber Türkiye’de yaşamaya devam edecektir. Giraud ailesi bugün de Türkiye’de yaşıyor ve Koç ailesinin dünürü oluyor: Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç’un eşi Caroline, işte küçük Alparslan’ın fidyesini ödeyen Henri Giraud’nun torunu.
1988’DE ÖLDÜ
Hadisenin kahramanı olan küçük Alparslan ise daha sonra uzun seneler Avrupa’da yaşadıktan sonra Türkiye’ye döndü ve hayata 1988 Mayıs’ında 78 yaşındayken İzmir’de veda etti. Názım Hikmet’in yayınladığım mektuplarını bana veren Melekşah Arslan, işte bu Alparslan Bey’in tek çocuğu.
Aşağıda, Çerkes Edhem’in küçük Alparslan’ı serbest bırakmasından sonra çocuğun annesi Nimet Hanım’a gönderdiği mektubu kısaltarak ve mektubun son derece ağdalı olan dilini günümüz Türkçesi’ne naklederek veriyorum. Edhem Bey ‘Kabahat bende değil, kocanızda. Bizi küçümsedi’ diyor:
‘Muhterem hemşire,
Hadisenin ilk günü meydana gelen iki-üç çatışma, ciğerinizin parçası olan yavrunuz için sağlanan rahata engel oldu. Demek ki, kocanız bizi ve Çerkesliği küçümseyip milletin mukadderatıyla oynarken Alparslan’ın rahatı ve huzuru için çalışıyormuş. Süphanallah!
...Yine bahtiyarsınız. ...Şükrediniz ve lutfen kocanıza söyleyiniz: Biz haysiyetimizin ve izzet-i nefsimizin iadesi için içerisine girdiğimiz şu vicdanı var ise o müteessir olsun. Bizler onun teessürünü hissettikçe gezeceğimiz yalçın, haşin, korkunç dağlar arasında teselli olmaya çalışacağız. Derin hürmetlerimi gönderir ve yavrucuğunuzu kucağınıza iade etmekle şeref kazanırız efendim’
Tülleri sattılar mı teyzeciğim?
NÁZIM, hapishanede dokuduğu tüllerle ilgili olarak annesinin kuzeni Nimet Hanım’a 1940’ların sonunda gönderdiği mektupta şunları yazıyor:
‘Sevgili teyzeciğim,
Benim tezgáhların işine bakan zátın İstanbul’a gitmesinden faydalanarak hem ellerinizden öptüğümü söylemek, hem de sizden Alparslan’la (teyzesi Nimet Hanım’ın oğlu) nasıl temas edebileceğimi öğrenmek istedim. Kendisine satması ricasıyla bundan iki ay kadar önce perde yollamıştım. Fakat o sırada .....faciayla karşılaştığı için her halde büyük derdinin, kederinin arasında benim işle gayet haklı olarak uğraşamadı. Merak ettiğim, malın eline ulaşıp ulaşmadığıdır. Kendisine mektup yazdım. İzmir adresine. Karşılık alamadım. Siz, hámili varaka Nuri Bey’e Alparslan’la nasıl temasa geçebileceğini lutfen söyleyiniz yeter.