Eski ‘karakullukçu’ bugün karakol oldu

Karakol sözü, eski devirlerde şehrin asayişini sağlayan ve ordu mensubu olan 'kullukçu'lardan gelir. Kullukçular 'baş karakullukçu'nun idaresi altında bulunurlardı ve bu 'karakullukçu' sözü zamanla 'karakol'a döndü.

'Karakol' sözünün nereden geldiğini bilmem hiç merak ettiniz mi?

Eski devirlerde şehrin asayişini sağlayanlara 'kullukçu' denirdi, bunlar aslında ordu mensubuydular. Şehirlerde emniyeti sağlayan kullukçular 'baş karakullukçu'nun idaresi altında bulunurdu.

Kullukçular bir yıllık için göreve getirilir, üç ay İstanbul'da dokuz ay taşrada çalışır, bu bir yılın sonunda tekrar orduya dönerlerdi. Aldıkları ücret de, görev yaptıkları bölgelerden toplanırdı.

Tanzimat'ın ilánından sonra Avrupa'nın yerel idareleri örnek alındı ve asayiş görevleri askerden alınarak sivil teşkilátlara ve giderek polise bırakıldı. Bugünkü jandarma yerine de zaptiye teşkilátı oluşturuldu.

Zaptiye Nezareti, doğrudan doğruya padişaha bağlıydı. Başında yine padişahın atadığı bir paşa vardı ve saray ile idare aleyhine gizliden gizliye yapılan faaliyetlerden haberdar olur ve bunları her şekilde takip ederdi.

Bugünkülerden çok farklı olan o devrin karakolları Zaptiye Nezareti'nin şehre yayılan kollarıydı ve bu karakolların başındakiler öncelikle saraya, daha sonra da Zaptiye'ye karşı sorumluydular. Mahalledeki zanlılar gayet iyi tanınır ve devamlı gözetim altında tutulurdu ve karakol bunun için mahalle bekçisi, muhtar ve imamla devamlı bağlantıdaydı.

İkinci Meşrutiyet'e kadar çoğu tahsilsiz, bir kısmı ise sadece ilkokul mezunu olan polisler daha sonra açılan meslek okullarına gönderildiler. Ama her bakımdan siyasete alet edilen polis teşkilatı Meşrutiyet'ten sonra bile bugünkü anlamda görev yapamadı.

Şehirde askerin çıkardığı olaylara polis karışamaz, askeri karakollarda nefer konumunda olan 'kanun'lar müdahale ederdi. Bunların boyunlarında üzerinde 'kanun' yazan, parlak madenden ve hilál şeklinde bir plaka asılıydı. Kara askerinin çıkardığı olaya ancak bir 'kara kanunu', bahriyelinin çıkardığı olaya da 'deniz kanunu' el koyardı.

19. asırdaki askeri karakolların en meşhuru Karaköy'deki Aziziye, sivil karakolların en tanınmışı ise Beşiktaş Çırağan'daki Hasan Paşa Karakolu'ydu. Hasan Paşa Karakolu sarayların güvenliğinden sorumluydu ve başında bulunan Hasan Paşa, Çırağan'da hapis tutulan devrik hükümdar Beşinci Murad'ı yeniden tahta çıkartabilmek için Ali Suavi'nin giriştiği 'Çırağan baskını'nı bastırdığı ve Ali Süavi'yi kafasına odunla vurarak öldürdüğü için sonra paşalığa terfi ettirilmişti.

Reşad Ekrem'le hoş sohbetler


Mescidlerin imamı

Fatih devri devlet adamlarından Muhiddin Efendi'nin eseri olan Sultanahmet civarındaki Akbıyık Mescidi, İstanbul'un Avrupa yakasında Kabe'ye en yakın mabeddi. Bu yüzden halk arasında 'mescidlerin imamı' anlamına gelen 'imamü'l-mesácid' adıyla anılırdı. (Mescidin bu çizimi, Burak Çetintaş'a aittir).

Abdülbaki Hoca'nın Ku'ran yorumu


Tevhid ve vahdet inançları

Tevhid ve vahdet inançları hem şeriatte hem de tasavvufta önemli yer tutan iki düşüncedir. Sufilere göre tevhid Allah'tan başka bir 'var' bilmemek, tanımamak ve bütün varlıkları onun varlığında yok bilip onun varlığıyla yok olmaktır.

Tevhid lügatte 'bilmek, birlemek', şeriatta Tanrı'nın varlığını, birliğini kemal sıfatlarıyla muttasıf olduğunu, noksan sıfatlardan ári bulunduğunu, eşi benzeri, ortağı bulunmadığını bilmek ve buna inanmak'tır.

Hazreti Muhammed'in peygamber olduğunu ve son peygamber bulunduğunu, álemlere rahmet olarak gönderildiğini bilip inanmak da bu tevhidin ikinci rüknüdür ve birinci inancı tamamlar. Bu bakımdan şeriatta tevhid kelimesi 'La ilahe illa'llah Muhammed'ür Resulullah' yani, 'Allah'tan başka yoktur tapacak, Muhammed onun elçisidir' sözüdür.

Sufilere göre ise tevhid, Allah'tan başka bir var bilmemek, tanımamak ve bütün varlıkları onun varlığında yok bilip onun varlığıyla var olmaktır. Bu da önce bilgi, sonra görüş, sonra da oluşla gerçekleşir ki süluk inancında bu biliş, görüş ve oluşa ulaşmak için aşılan manevi yoldur.

Ramazan MÖNÜSÜ


İrmik Çorbası

Yağlı et, tavuk veya hindi kaynarken suyuna bir miktar irmiği azar azar iláve edin ve tuzunu serpin. Topak topak olmaması için pişinceye kadar aralıksız karıştırın. İrmiğin kokusu kalmadığında ateşten alın. Káselerle servis yaparken üzerine bir miktar tarçın serpin.
Yazarın Tüm Yazıları