Esir askerlerimizin kamplarda çıkarttıkları elyazısı gazeteler
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
İslam Konferansı Teşkilátı’nın Genel Sekreteri Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun yeni yayınlanan "Mısır’da Türkler ve Kültürel Mirasları" isimli eserinde bahsedilen bir konu, bana Birinci Dünya Savaşı yıllarının son derece hüzünlü bir ayrıntısını hatırlattı:
Ortadoğu’daki İngiliz birliklerine esir düşen askerlerimizin, kapatıldıkları esir kamplarında elyazısıyla çıkarttıkları "esaret gazeteleri"ni... İmparatorluk mirasımızın meçhul kalmış bir gerçeği olan ve hem askerlik, hem de basın tarihimiz bakımından büyük önem taşıyan bu konu, şimdiye kadar maalesef hiç incelenmedi.
SAYILARINI tam olarak bilmiyorum ama, Türkiye’de bugün bir hayli gazetecilik okulu bulunuyor. Resmi isimlerinin başında "Basın-Yayın" yahut "Radyo-Televizyon" gibisinden ibáreler taşıyan bu okullarda teorik temele dayalı bir gazetecilik öğretiliyor, mezunları arasında daha sonra master ve doktora yapanlar da çıkıyor ve bu tezlerde Türk basınının bugününü, bazan da geçmişini inceliyorlar.
Gönlüm, basın tarihi ile ilgili tezlerde hep merak ettiğim iki konu ile ilgili araştırmalara rastlamak istemiştir: 19. yüzyılın ortalarından, özellikle Sultan Abdüláziz döneminden 1900’lerin ilk çeyreğinin sonuna kadar Türkiye dışında Türkçe yapılmış muhalif yayınların ve esir kamplarında çıkartılmış gazetelerin incelenmesini...
HÜZÜN DOLU YAZILAR
Muhalif gazeteler, Jöntürkler’in ilk döneminden başlayıp Cumhuriyet’in ilánının hemen sonrasına kadar devam etmişti ve başta Fransa olmak üzere diğer Avrupa ülkeleri ile Mısır’da çıkmış çok sayıda örnekleri vardı. Bu yayınlar zamanın hükümdarına yahut idaresine karşı çıkıp mücadelelerini memleket dışında devam ettirenlerin fikirlerini yazdıkları tamamen siyasi üslupta olan ve karşı tarafı karalama belgeleriydi. Kamp gazeteleri ise çok daha maceralı ve hüzünlüydüler: Birinci Dünya Savaşı sırasında düşmana esir düşen askerlerimizin Afrika’dan Uzakdoğu’ya kadar uzanan geniş bir hatta yeralan esir kamplarındaki çileli günlerde morallerini yüksek tutabilmek maksadıyla yaptıkları kapalı devre yayınlardı ve bugüne kadar etraflı bir şekilde incelenmemişlerdi.
Bu konuyu durup dururken neden gündeme getirmiş olduğumu merak edebilirsiniz, söyleyeyim: Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun yeni yayınladığı "Mısır’da Türkler ve Kültürel Mirasları" isimli önemli bir kitapta bahisleri geçtiği için...
Prof. İhsanoğlu’nun ismini bugünlerde haber bültenlerinde sık sık işitmiş olabilirsiniz ama gene de hatırlatayım: İslam Konferansı Teşkilátı’nın Genel Sekreteri’dir. Mısır’da yaşayan Türk bir ailenin çocuğu olarak Kahire’de doğmuş, üniversite tahsilini de orada tamamladıktan sonra Türkiye’ye yerleşmiş, "Bilimler Tarihi Profesörü" olmuş, İslam Konferansı Teşkilatı’nın İstanbul’da bulunan Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi’nin uzun seneler direktörlüğünü yapmış ve geçtiğimiz yıl teşkilátın genel sekreterliğine seçilmiştir.
YARIM ASIRLIK EMEK
Ekmeleddin Bey, yeni çıkan kitabında Kavalalı Mehmed Ali Paşa ve soyundan gelenlerin hákim oldukları Mısır’da 19. asrın ilk yıllarından itibaren yapılan Türk Kültürü ile ilgili faaliyetlerin ve yayınların bir bibliyografyasını veriyor. Eserin başında da, konusunda "ilk" olma özelliği taşıyan yayının "Kırk yıldan fazla süren bir çalışmanın mahsulü" olduğunu söylüyor.
Akademik araştırmalarda kaynak olabilecek bol miktarda bilgiler veren eserin özellikle bir bölümü beni ziyadesiyle etkiledi: Birinci Dünya Savaşı yıllarında esir düşen askerlerimizin, kapatıldıkları kamplarda çıkarttıkları esaret gazetelerinin anlatıldığı bahis...
Ortadoğu’daki değişik cephelerde savaşan askerlerimizden onbinlercesi ardarda gelen bozgunlardan sonra İngiliz birliklerine esir düşmüşlerdi. Bu askerlerin bir kısmı Irak’ta, bir kısmı Mısır’da, bir kısmı Kudüs’te, bir kısmı da bugün asker gönderip göndermemeyi tartıştığımız Lübnan’da esir edilmişler ve bu esirlerin bazıları Mısır’ın Seydibeşir, Kuveysna, Turah ve Zekazik bölgelerindeki kamplara kapatılmışlardı.
İşte, Mısır’daki Türk esirler, esaretleri sırasında tam 21 adet gazete çıkartmışlardı. Subayların hazırladığı bu gazeteler esirlerin birbirleriyle irtibatını ve dünyada olup bitenlerden haberdar olmalarını sağlarken morallerin yüksek tutulmasına da yaramıştı ve işin çok daha önemli tarafı, gazetelerin bir kısmının tamamen elyazısıyla olmalarıydı. Esaret günlerini boş geçirmek istemeyen birçok kahraman subayımız, gazetelerin bütün sayılarını tek tek hazırlamış, yazılarını yazmış, resimlerini çizmiş ve her nüshayı defalarca çoğaltıp dağıtmışlardı ve bu yayınların hepsinde saygıdan öte hayranlık uyandıran bir göznuru vardı.
Gazetelerin anafikri, esirlerin Türkiye ile olan bağlarının canlı tutulma çabasıydı ve hemen her makalede millet sevgisi işleniyordu. Daha sonra kamplardaki günlük faaliyetlerden bahsediliyor ve önemli ayrıntılar anlatılıyordu: Meselá, esir subaylarımız kendileriyle beraber esir olan askerlerin öncelikle eğitimlerine önem vermişler, okuma-yazma bilmeyen erler için kamplarda okullar açılmış, bu okulların mezunlarına takdirnámeler dağıtılmıştı. Meslek sahibi olmayan askerler için kurslar düzenlenmiş ve her askerin en az bir elsanatında maharet sahibi olmasına çalışılmıştı. Gazetelerin yazdıklarından anlaşıldığına göre, esir kamplarındaki Mehmetçik memlekete kavuşacağı günü rehavet içerisinde değil, hareketli bir şekilde hayál etmiş ve sivil hayatta belki de asla öğrenemeyeceği birçok alanda bu kavurucu esaret günleri sırasında bilgi sahibi olmuştu.
HEPSİ İLHAM KAYNAĞI
İşte, hem askerlik, hem de basın tarihimizle ilgili çok önemli ama üzerinde pek durulmamış yayınların kısa öyküsü... Bu yayınlar çöken bir imparatorluğun az bilinen bir başka hüznünü aksettirmede ve araştırmacıların üzerine eğilecekleri günü beklemedeler.
Ben, çoğu hiç bilinmeyen ve son derece enteresan bilgilerle dolu olan "Mısır’da Türkler ve Kültürel Mirasları" isimli eserin sahibi Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu kutlarken, kitabın kısa bir bölümünü oluşturan "Esaret Gazeteleri" bahsinin de araştırmacılara ilham vermesini temenni ediyorum. Zira, imparatorluk mirasımızın meçhul kalmış bir gerçeği olan bu konu, Lübnan’a asker gönderme tartışmalarının yaşandığı günümüzde, vereceğimiz kararla ilgili son derece önemli bir tarihi hatıra olma özelliği taşımaktadır.
BİRİNCİ Dünya Savaşı sırasında esir düşen askerlerimizin kapatıldıkları kamplar ve esaret hayatları konusunda Türkiye’de bugüne kadar yapılan ilk ve tek ciddi çalışma, Cemalettin Taşkıran’ın 2001’de yayınladığı "Ana Ben Ölmedim" isimli kitabıdır.
O yıllarda esir olan Türkler sadece cephedeki askerlerden ibaret değildi. Savaş sonrasında İstanbul’u işgal eden müttefik birlikler, İttihad ve Terakki Partisi’nin lider kadrosuna mensup çok sayıda politikacıyı tutuklamış ve bu politikacılarla bazı subaylar, İngilizler tarafından "savaş esiri" olarak Malta Adası’ndaki esir kamplarına kapatılmışlardı.
Arşivimde, Malta sakinlerine ait olan ve kelime adedini sınırlayan özel káğıtlara yazılmış çok sayıda mektubun yanısıra sadece birkaç kelimeden ibaret bir hayli de kartpostal bulunuyor. İngilizler’in kamplarda uyguladıkları haberleşme kuralları, esirin detaylı şekilde mektuplaşmasını engelliyor ve yazışmaları sadece sağlık haberleriyle sınırlı tutuyor.
İşte bu esir mektuplarından birkaçı: İttihad ve Terakki döneminde İzmir Valiliği yapan ve İngilizler tarafından Malta’ya sürülen Rahmi Bey’in İstanbul’da bulunan eşi Nimet Hanım’a gönderdiği ve adres kısmında önce Fransızca, daha sonra da Türkçe olarak "Dersaadet’de Kuzguncuk’ta Áyándan Hüsnü Paşa’nın kerimesi haremim hanımefendiye" yani "İstanbul’da Kuzguncuk’ta, Senatör Hüsnü Paşa’nın kızı eşim hanımefendiye" sözlerinin yeraldığı birkaç satırlık iki kartpostalı:
"İki gözüm,
Hayli zamandır mektup gelmedi, merak ediyorum. Rahatsız mısınız? Alp’i (oğlu) teşvik edip her hafta bana bir kart yazdırsan hem áfiyet haberlerinizi almış olurum, hem de yazı yazdırmaya vesile teşkil eder. Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim. 22 Temmuz 920. Rahmi"
"Sevgili Nimet’im,
Yazacak hiçbir şeyim yok. Ne haldesiniz, Paşa nasıldır? Geçen mektupta İtalya’ya gitmek hakkında size bir fikir vermiştim. Maamafih orası da karıştı gibi görünüyor. Bilmem, gitseniz rahat eder misiniz? Büyüklere ihtiramlar (saygılar). ...Gözlerinizden öperim. Rahmi"