Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Tayyip Erdoğan'a başbakanlık yolunu açan anayasa değişikliğini veto etti ve bir referandum tartışması başladı.
Bir zamanlar böyle tartışmalara hiç girmez, veto yahut kararnameyi imzalamama gibisinden işler olunca devrin başbakanlık binasını ve bazen de sarayı basar, işi siláhla halleder, hatta hükümdarın kafasına bir revolver dayamakta bile tereddüd etmezdik. Enver Paşa'nın Babıáli'yi basıp Sultan Reşad'a yaptığı kendi başbakan adayının atama belgesini imzalatması gibi...
CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer 'anayasanın kişiye özel değiştirilemeyeceği' gerekçesiyle Tayyip Erdoğan'a başbakanlık yolunu açan anayasa değişikliğini veto etti. Vetoya AKP'lilerin yanısıra CHP lideri Deniz Baykal da tepki gösterdi ve Türkiye'nin gündemi bir veto ve referandum tartışmasına kilitlendi.
Ankara'daki tartışmaları görünce, eski ádetlerimizden çok şeyleri kaybetmiş olduğumuzu farkettim. Bir zamanlar böyle tartışmalara hiç girmez, veto yahut kararnameleri imzalamama gibisinden bir hadise olunca devrin başbakanlık binasını ve hatta sarayı basar, işi siláhla halleder, gerekirse hükümdarın kafasına bir revolver dayamakta tereddüd bile etmezdik. Zira memleketi kimin idare edeceğine devletin en tepesindeki kişi değil, gerçek gücü elinde tutanlar karar verir ve başbakanı da onlar tayin ederler, üstelik bütün bunlar birkaç dakikada olup biterdi...
Bunun en unutulmaz örneklerinden biri, 1913'ün 23 Ocak'ındaki 'Babıáli baskını' idi ve zamanın hükümetini siláh zoruyla istifa ettiren Enver Paşa baskından sonra Dolmabahçe Sarayı'na gidip kendi başbakan adayının atama belgesini imzalaması için zamanın hükümdarı Sultan Reşad'ı sadece birkaç dakikada ikna edivermişti.
İşte, bu şekildeki bazı ikna hadiselerinin kısa öyküsü:
Türkiye 1909'da 31 Mart ayaklanmasını yaşamış, ayaklanma İkinci Abdülhamid'i tahtından etmiş, yerini Sultan Reşad almış, iktidara birbirinden güçsüz kabineler gelmiş ama asıl güç İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin eline geçmişti.
Memleketin vaziyeti ise berbattı. İtalyanlar Libya'yı işgal etmişler, Balkan Savaşı Rumeli'nin tamamını götürmüş, hatta Edirne bile Bulgarlar'ın eline geçmiş ve ekonomi içinden çıkılmaz bir hal almış, hayat pahalılığı herkesi canından bezdirmişti.
TOPLANTIYI SİLAHLA BASTILAR
Başbakanlık koltuğunda yaşlı bir sadrazam, Kámil Paşa vardı ve imparatorluk başkentindeki bu tablo, 1913'ün 23 Ocak günü tarihlere 'Babıáli baskını' diye geçecek olan bir olayla baştanbaşa değişti. Uzun zamandan beri memleketin en güçlü siyasi grubu olan İttihad ve Terakki saray çevresinin ve kuvvetinden artık çok şeyler kaybetmiş olan o zamanın derin devletinin engellemeleri yüzünden iktidarı bir türlü elde edememişti ve İttihadçılar'ın liderleri, iktidara kuvvet kullanarak gelmeye karar verdiler. Başbakanlığa Mahmud Şevket Paşa getirilecekti.
Kámil Paşa hükümeti, 23 Ocak günü Babıáli'de toplantı halindeydi ve nazır paşalar, Bulgarlar'a terkedilmiş olan Edirne'ye ağıt yakmakla meşguldüler. O sırada beyaz ata binmiş genç bir subay, sonraları 'Enver Paşa' diye bilinen Enver Bey, arkasında takriben 200 kişilik bir kalabalıkla hükümet binası olan Babıáli'ye doğru ilerledi. Muhafız birliği zaten önceden elde edilmiş ve binadan uzaklaştırılmıştı.
Bir anda 'Yaşasın millet! Yaşasın Enver' haykırışları duyuldu. Enver Bey'le arkadaşları Babıáli'nin merdivenlerinden çıktılar. Bazı yaverlerle birkaç subay içeriye girmelerine mani olmaya çalıştı ama gelenlerin açtıkları ateşle hepsi yere serildi. Bir anda on kişi canından olmuştu.
Siláh seslerini duyan zamanın Harbiye Nazırı yani Savunma Bakanı olan Nazım Paşa hükümetin toplantı halinde olduğu salondan dışarıya çıktı, Enver Bey ile arkadaşlarını görünce üzerlerine yürüyüp kadın satıcıları hakkında kullanılan ve 'P' harfi ile başlayan bir söz etti ama o da üç kurşun yiyip yere yıkıldı.
Enver Bey ile yine sonraların meşhur 'Talát Paşa' diye anılacak olan Talát Bey, Sadrazam Kámil Paşa'nın odasına girip hemen istifa etmesini istediler. 84 yaşındaki sadrazam vaziyetin ne kadar vahim olduğunu anlatmaya çalıştı, Balkanlar'da savaşın henüz bitmediğini ve memleketin hükümetsiz kalamayacağını söyledi ama Enver Bey'in tabancasının namlusunu alnında hissedince tavrı hemen değişti. 'Madem ki öyle istiyorsunuz, istifa edeyim evládım' dedi ve yazı masasının çekmecesinden bir káğıt çekti ve istifanamesini alelácele karaladı.
ŞEVKET PAŞA’YI GETİRDİLER
Sırada, kim olduğu çoktan kararlaştırılmış olan yeni başbakanı zamanın hükümdarına tasdik ettirmek vardı. Enver Bey bir otomobille hemen Dolmabahçe Sarayı'na gitti, istifayı Sultan Reşad'a verdi ve sadrazamlığa Mahmud Şevket Paşa'nın gelmesini uygun gördüklerini söyledi. Yaşlı padişah Babıáli'de olup bitenlerden haberdardı, sadece 'Hayırlı olsun' demekle yetindi ve Mahmud Şevket Paşa'nın sadarete, yani başbakanlığa tayin fermanını hemen yazdırdı. Kámil Paşa'nın istifasını sarayda bırakan Enver Bey elinde yeni sadrazamın tayin fermanıyla Babıáli'ye döndüğü sırada hükümet binasının önünde kıyametler kopuyor, kalabalıktan bazıları tekbir getirirken bazı İttihadçılar da Babıáli'yi terkeden eski bakanlara 'Ulan tuuu! Daha ne duruyorsunuz? Vatan gidiyor, din gidiyor alçaklar' diye haykırıyordu.
İttihad ve Terakki'nin artık senelerce sürecek ve imparatorluğun Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra çökmüş bir hale gelmesiyle neticelenecek olan iktidarı, işte böyle başladı.
Ama başbakanlığa kanlı bir şekilde gelmiş olan Mahmud Şevket Paşa'nın gidişi de kanlı oldu. İktidarda sadece dört buçuk ay kalabildi, 1913'ün 11 Haziran'ında Divanyolu'nda uğradığı bir suikastte can verdi. Suikastten sonra devletin tepesi ile iktidarın gerçek sahipleri arasında bir başka tartışma yaşanacak ve bu mesele de siláhla çözülecekti.
Mahmud Şevket Paşa'yı öldürtmekle suçlananlar arasında saraya damad olan bir isim de vardı: İttihad ve Terakki'nin muhalifi Hürriyet ve İtilaf Partisi'nin liderlerinden Salih Paşa... Eski sadrazamlardan Tunuslu Hayreddin Paşa'nın oğluydu, Sultan Reşad'ın o sırada hayatta olmayan kardeşlerinden birinin, Ahmed Kemaleddin Efendi'nin kızı Münire Sultan'la evliydi ve askeri mahkemede idama mahkûm edilmişti.
SALİH PAŞA’YI ASTILAR
Kriz, idam kararının tasdik edilmesi için saraya yollanmasıyla başladı.
Sultan Reşad kararı bir türlü imzalayamadı, zira imzası yeğeninin kocasını canından edecekti. Yakın çevresindekilere 'Şimdi ne yapacağız?' diye sordu, hiç kimse ne yapması gerektiğini söyleyemeyince de kararı sümenaltı etti.
Yaşlı padişah işi sürüncemede bırakmakla meseleyi hallettiğini zannediyordu ama kapısını aşındıranların sayısı arttıkça arttı. Bir yanda af için gelenler vardı, diğer yanda ise 'Karar daha tasdik edilmedi mi?' diye soran İttihadçılar.
İttihadçıların bir başka güçlü ismi, sonraların 'Cemal Paşa'sı olan İstanbul Muhafızı Cemal Bey, krizi daha da tırmandırdı. Saraya 'Söyleyin padişaha, ben Salih Paşa'yı hüküm tasdik edilmese bile asarım. Sonra da cinayet işledim diye siz beni asarsınız ama bu herif de ortadan kalkmış olur' diye haber yollayınca Sultan Reşad'ın gözüne artık uyku girmez oldu. O zamana kadar 'Allah bana tahttan indirilmeyi göstermesin. Beni tahtımdan edeceğine canımı alsın, daha iyi' diye dualar eden yaşlı hükümdar 'Herkes benim hiçbir işe karışmadığımdan, hatta Anayasa'nın verdiği hakları bile kullanmadığımdan şikáyetçi. Böyle hareket etmesem bu herifler beni Konya'ya gönderip Cumhuriyet ilán ederler' demeye başladı.
Krizi çözmek tekrar Enver Bey'e düştü. Yine mahmuzlarını şakırdata şakırdata Dolmabahçe Sarayı'na gitti ve Sultan Reşad'ın huzurunda sadece birkaç dakika kaldı. Saraydan ayrıldığında, elinde padişahın imzaladığı ve mürekkebi henüz kurumamış olan idam kararı vardı.
Damad Salih Paşa'yı Bayezid Meydanı'nda hemen o gece, 11 kişiyle beraber astılar. Paşa, son arzusu sorulduğunda celládına dönüp 'Rica ederim şu paçamı düzeltiveriniz, çarpık duruyor' diyecekti.
Babıáli'de ve saray çevresinde sonraki günlerde çok daha trajik hadiseler yaşandı. Salih Paşa'nın karısı Münire Sultan, amcası Sultan Reşad'a beddualar edeken Sultan'ın annesi Sezaıdil Hanım saraya gidip hükümdara 'O beyaz sakalın kanlara boyanır inşaallah!' diye haykırdı. Yaşlı padişah ise kendisini 'Ne yapabilirdim ki? Enver tabancasını başıma dayadı, imzaladım' diye savundu, idam kararını gözyaşları içerisinde tasdik ettiğini söyledi ve ruhunu sakinleştirmek için, kararı imzaladığı kalemi hemen o anda kırdığını anlatmayı de ihmal etmedi.
Biz, vakti zamanında önemli kararların devletin tepesinde bir engellemeye uğraması halinde, işi işte böyle kolayca hallederdik.
Tatsız yıldönümüne tatlı bir sergi
KUDÜS, bundan 85 yıl önce, bu ay elimizden çıkmıştı. Üç dinin bu kutsal şehri 1517'de idaremiz altına girmiş ve tam tam dört asır boyunca, İstanbul'dan gönderilen memurlar tarafından idare edilmişti.
Şehri 1917 Aralık'ında, General Allenby'nin kumandasındaki İngiliz birliklerine teslim etmek zorunda kaldık. Allenby, 9 Aralık günü Kudüs'e bir kahraman edasıyla girdi ve o zamana kadar tam dört asır barış içinde yaşayan kutsal kent, İngiliz generalin zafer yürüyüşünden sonra bir daha ifláh olmadı.
Bu tatsız yıldönümünü maalesef Hürriyet Tarih dergisi ile Kudüs Başkonsolosumuz Hüseyin Avni Bıçaklı'dan başka hatırlayan çıkmadı. Biz Hürriyet Tarih'in kapak konusunu Kudüs'e ayırdık, Bıçaklı da Beytülláhim şehrinde Osmanlı yönetimi altındaki Filistin'i gösteren bir fotoğraf sergisi açtı. En eskisi 1846 tarihini taşıyan ve çeşitli kolleksiyonlardan toplanan fotoğraflar Filistin'deki Türk askeri varlığını, günlük hayatı ve kısacası oralarda barış içerisinde geçen günleri yansıtıyor. 31 Aralık'a kadar Beytülláhim'de kalacak olan sergi daha sonra Kudüs, Eriha ve Gazze'ye götürülecek.
En başta üniversitelerimiz olmak üzere kimselerin hatırlamadığı bu tatsız ve uğursuz yıldönümünü bir sergiyle gündeme getiren genç diplomat Hüseyin Avni Bıçaklı'yı böyle bir faaliyette bulunduğu için kutluyorum.