Buna da şükür! Avrupa eskiden olsaydı, ‘Apo’yu bırakın’ derdi
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
AİHM’den Abdullah Öcalan konusunda çıkan karar beni hiç şaşırtmadı, hattá ‘Neyse ki, bu kadarla atlattık’ diye düşündüm.
Zira Avrupa’nın bizdeki bu çeşit davalarla ilgili yaklaşımı geçmişte de hep aynı şekilde, yani aleyhimizde olmuş; üstelik suçluların ‘yeniden yargılanmaları’ değil, ‘derhal serbest bırakılmaları’ talebinde bulunmuşlar ve istediklerini de yaptırmışlardı. Hattá, Avrupa karşısında düştüğümüz aczden ve ‘Aman dostlarımıza ayıp olmasın’ diye düşünmemizden dolayı, 1905’te zamanın hükümdarı İkinci Abdülhamid’e karşı suikast teşebbüsünde bulunan ve 26 kişinin canını alan Belçikalı bir teröristi bile affetmiş ve cebine para koyup Avrupa’ya göndermiştik.
AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Abdullah Öcalan konusunda vereceği kararın ‘yeniden yargılama’ olacağından hemen hepimiz emindik ama kararın açıklanmasından sonra nedense bir şaşırdık, derken ihtimalleri tartışmaya başladık ve günlerden beri tartışıyoruz.
Ben, mahkemenin kararını duyunca ne şaşırdım, ne de başka türlü tepki gösterdim; sadece ‘Neyse ki, bu kadarla atlattık’ diye düşündüm. Zira Avrupa’nın bizdeki bu çeşit davalarla ilgili yaklaşımı geçmişte hep aynı şekilde, yani aleyhimizde olmuş; üstelik suçluların ‘yeniden yargılanmaları’ değil, ‘derhal serbest bırakılmaları’ talebinde bulunmuşlar ve istediklerini de yaptırtmışlardı.
Dava hakkımızdan feragat ettiğimiz olayların en önemlisi, İkinci Abdülhamid’e karşı girişilen suikast teşebbüsüydü.
1905’in 21 Temmuz günü İstanbul’da bir bomba patladı ve 26 kişinin hayatına maloldu. Günlerden cumaydı, zamanın hükümdarı Abdülhamid namazını kılmak için merasimle Yıldız Camii’ne gitmiş ve camiin yanıbaşına bırakılan bir arabanın içindeki saatli bomba Abdülhamid’in oradan geçmesine birkaç saniye kala patlamıştı. Padişah yara almadan kurtulmuş ama 26 kişi ölmüş, 58 kişi yaralanmış ve 20 kadar at da telef olmuştu.
Tahkikatta, İstanbul’un büyük bir tehlikeden son anda nasıl kurtulmuş olduğu ortaya çıktı: İşin gerisinde Ermeni komitacılar vardı, hedef zamanın hükümdarı Abdülhamid idi ve suikast teşebbüsünün taşeronluğu Charles-Edouard Joris adında Belçikalı bir anarşist yapmıştı. Joris’in başında bulunduğu terör ekibi hükümdarı öldürdükten sonra Babıáli’yi, Tünel’i, Galata Köprüsü’nü ve Osmanlı Bankası’nı uçuracak; elçilikleri ve bazı önemli resmi daireleri yerle bir edecekti.
HEDEF, PADİŞAHMIŞ
İstanbul’da hemen bir tutuklama furyası başladı. İşe karışan Avrupalı teröristlerin hemen tamamı yabancı bandıralı gemilere binip çoktan Türkiye’den ayrılmışlardı ama Joris’le birkaç adamı hálá İstanbul’daydı ve yakalandılar.
Tutuklamaların açıklanmasından hemen sonra Babıáli ve saray Avrupalı diplomatların baskınına uğradı. Gelenler ‘Joris sivildir, dolayısıyla sadece sivil hákimler tarafından yargılanabilir’ diye tutturdular ve hükümet ısrarlar karşısında sivil bir soruşturma komisyonu kurdu. Sorgulamalar başlar başlamaz devreye bu defa Belçika büyükelçisi girdi ve Joris’in ifadesi alındığı sırada teröristin yanında hazır bulunmayı başardı. Sivil savcılar teröriste ‘Padişahın canına niçin kastedildiğini’ sorarken, büyükelçi, Joris’in haklarının ihlál edilip edilmediğini araştırmakla meşguldü!
Joris ile arkadaşları sivil bir mahkemede yargılandılar ama karar celsesinden bir gün önce, 1905’in 17 Aralık’ında, Belçika’nın İstanbul’daki büyükelçisi Osmanlı Hariciyesi’ne bir nota verdi ve ‘3 Ağustos 1838 tarihli bir kapitülasyona dayanarak, Joris’in mahkûm edilmesi halinde, iadesini isteyeceklerini’ bildirdi. Vatandaşının yabancı bir memleketin hükümdarının hayatına kastettiğini unutmuş görünen elçi, ‘Suikast, Joris’in itirafları sayesinde aydınlanmıştır; dolayısıyla Joris’in Osmanlı ülkesinde kalmasında artık bir fayda yoktur ve cezasını Belçika’da çekmelidir’ diyordu.
UTANMAZ TALEP
Mahkeme, notanın verilmesinden bir gün sonra, yani 18 Aralık’ta kararını açıkladı ve Joris’i idama mahkûm etti. Belçika Büyükelçisi hemen ertesi gün yeniden Babıáli’ye gidip hiç sıkılmadan Joris’in derhal iadesini isteyince taraflar arasında yoğun bir nota teatisi başladı.
Osmanlı Hariciyesi, Belçika’ya önce gereken üslupta cevaplar verdi, anarşisti iade etmeme konusunda bir hayli direndi ama sadece Brüksel’den değil öteki Avrupa başkentlerinden de Belçika’yı destekler yolda talepler gelmeye ve bu talepler tehdit halini almaya başlayınca inanılmayacak bir karar verildi: Sultan Abdülhamid, canına kasteden Joris’in idam cezasını önce müebbed hapse çevirdi, sonra da affetti. Charles-Edouard Joris’i Belçika’ya iade etmedik ama cebine para koyup Avrupa’ya gönderdik ve ‘Kan dökmekten hoşlanmayan padişahımız, canına kasteden katili bile affetme yüceliğini göstermiştir’ meálinde kısa bir resmi bildiriyle hadiseyi kapatıverdik.
Yandaki kutuda, vereceğimiz haklı hükümlerden ürken Avrupa’nın devreye girmesi üzerine düştüğümüz aczden ve ‘Aman dostlarımıza ayıp olmasın’ diye düşünmemizden dolayı yargılama hakkımızdan feragat ettiğimiz bazı önemli davaların kısa hikáyeleri yeralıyor. Bunları da okuduktan sonra, AİHM’nin Abdullah Öcalan’ın yeniden yargılanmasını istemesi üzerine ‘Neyse ki, bu kadarıyla atlattık’ diye düşünmemin sebebini anlayabilirsiniz.
‘Avrupa aman bize gücenmesin’ deyip her katili serbest bırakmıştık
BANKA BASTILAR, SERBEST KALDILAR: İstanbul’un Karaköy semtindeki Osmanlı Bankası binası, Ermeni meselesini dünya gündemine taşımaya çalışan bir grup terörist tarafından 1896’nın 26 Ağustos sabahı işgal edildi.
Teröristlerin binaya tamamen hákim olmaları dört saat sürmüş, binada bulunanlar rehin alınmıştı. Baskıncılar, olay yerine gelen askerlere pencerelerden kurşun ve bomba yağdırıyor, rehinelerin bir hareket yapmalarını önlemek için de tahrip gücü daha az olan bombaları bina içerisinde patlatıyorlardı.
Bankadaki baskın devam ederken, Osmanlı Hariciyesi de Avrupalı diplomatların baskınına uğradı. Diplomatlar ‘Biz arabulucu olalım, siz de saldırganların hiçbirini tutuklamayacağınızı ve Türkiye’den serbestçe ayrılmalarına izin vereceğinizi duyurun, mesele hallolsun’ diyorlardı. Çaresiz kalan Abdülhamid’in teklifi kabul etmesi üzerine Rus Elçiliği’nin baştercümanı Maksimof binaya girdi, teröristleri dışarı çıkarttı, iki sıra halinde dizilmiş askerin arasından geçirip rıhtıma götürdü ve baskına uğrayan bankanın genel müdürü Sir Edgard Vincent’in yatına bindirip Marsilya’ya uğurladı!
POLİS KATİLLERİNİ BIRAKTIK: Birinci Dünya Savaşı yıllarında Konya’da bulunan Alman Otomobil Taburu’na mensup bir grup Alman askeri ile Merkez Karakolu’nda görevli polisler arasında 1918’in 31 Ağustos gecesi çatışma çıktı.
Çatışmanın sebebi, serhoş askerlerin taşkınlıklarıydı. Karakolun önü savaş alanına döndü, Abdullah Efendi adındaki bir polis memurunun kafası Almanlar tarafından dipçikle parçalanırken, çok sayıda polisin yanısıra halktan da bazı kişiler yaralandı.
Konya’da alelácele kurulan bir Alman askeri mahkemesi, olaya karışan askerleri hafif hapis cezalarına mahkûm etmekle yetindi. Mahkeme, öldürülen polis memurunun ailesine de 3 bin lira tazminat ödenmesine karar verdi.
Ama, işin acı olan tarafı katillerin hapse atılmaları yerine sessiz sadasız Almanya’ya gönderilmelerine izin vermemiz ve tazminatı da alamamamızdı. Hükümet ‘müttefikimize ayıp olmasın’ diyerek işin üzerine gitmeyecek, şehid polisin annesi Ayşe Hanım’ın ‘Sefil olduk, açız’ diyerek yaptığı başvurular da bir netice vermeyecekti.
Son Osmanlılar, 80 yıl sonra ilk kez Kanal D’de konuşacaklar
GEÇEN hafta, 1924’te Türkiye’den sınırdışı edilen Osmanoğlu ailesinin sürgün hayatlarından alınmış kesitleri ‘Son Osmanlılar’ adıyla bir TV belgeseli haline getirdiğimi ve çekimleri biten belgeselin montajının da tamamlanmasından sonra yakında yayınlanacağını yazmıştım.
Ben, belgeselin yeralacağı kanalın adı hazırlıkların tamamlanmasından sonra zaten duyurulacağı için yazmamıştım ama hafta içerisinde arayan çok sayıda okuyucum ve dostum, belgeselin hangi kanalda yayınlanacağını sordular.
Cevabı şimdi vereyim: ‘Son Osmanlılar’, çok yakında Kanal D’de yayınlanacak; gazetecilerden 80 seneden buyana uzak duran ve kamera karşısına ilk defa geçen Osmanoğlu ailesinin önde gelen mensupları, filmlere taş çıkartacak derecede maceralarla dolu olan hayatlarından kesitleri Kanal D’de anlatacaklar. Belgeselin özetinin yanısıra yapım öyküsünü de, Hürriyet’te haber olarak okuyacaksınız.
Geçen hafta söylemiştim, yeniden yazayım: İmparatorluğun çöküşü sonrasında şahısların yanısıra toplumun da yaşadığı heyecanlarla, hayal kırıklıklarıyla ve yer yer de ümidlerle dolu olan ve işin siyasi değil, insani boyutuna temas eden ‘Son Osmanlılar’ın, hafızalarda silinmeyecek izler bırakacağına eminim.