Paylaş
Son haftalarda pek bir gündemde olan satanizm tartışmasındaki şeytanın bizim bildiğimiz şeytan değil, ithal malı bir ifrit olduğu bilmem dikkatinizi çekti mi? Satanistlerimizin doğu dünyasının şeytan kavramından habersiz olduklarını görünce varlığını pek bilmedikleri ‘‘bizim’’ şeytanlarımızdan ve yerli malı cinlerimizden sözedeyim dedim.
Günlerdir satanistlerle meşgulüz. Depremi, çadırlarda yaşayan onbinlerce depremzedeyi, İmralı sakininin geleceğini ve mezarda emekliliği artık bir yana bıraktık ve şeytanın yolundan gidenleri tartışıyoruz.
Ben televizyonlara çıkan bazı gençlerin satanist olduklarını yani şeytana taptıklarını açık açık söylediklerini işitince önce ‘‘Bunların herhalde akıllarından bir zorları var’’ diye düşündüm, sonra dinledikleri müziğin, dövmelerinin ve daha da önemlisi şeytanlarının da ‘‘ithal malı’’ olduğunu farkettim. Gözleri alev alev yanan, çatal diliyle etrafta şimşekler çaktıran, hizmetkárlarını kendisine daha fazla mürid bulmaları için koşuşturan bu şeytan bildiğimiz şeytan değil, bize tamamen yabancı bir maldı. Eski Avrupa'da doğmuş, engizisyon mahkemelerinin şerrinden Amerika'ya kaçmış, orada palazlanmış, aradan asırlar geçtikten sonra modern Amerikan standardlarına göre baştan aşağı imaj değiştirip yeniden piyasaya verilmişti ve özellikleri bakımından doğu dünyasının şeytanından çok uzaklardaydı.
İşte, satanistlerimizin böyle ithal malı bir şeytan kullandıklarını görünce onlara varlığını pek bilmedikleri ‘‘bizim’’ şeytanımızdan sözedeyim, yardımcılarını anlatayım ve özelliklerini resimleriyle beraber vereyim dedim...
İşte, ‘‘bizim’’ şeytanımızın ve onun etrafında örülen efsanelerin çok kısa bir özeti:
‘ŞEYTAN’’ SÖZÜ TERSTEN YAZILIR
‘‘Şeytan’’ kavramı doğu dünyasında devamlı olarak akılda ve fikirdeydi ama ona tapma yani ‘‘satanizm’’ diye bir kavram bu bölgelerde hiçbir zaman varolmadı. Doğu insanı şeytandan hep çekindi, şuuraltında şeytan tarafından kandırılıp günaha girme korkusun hep varoldu ama şeytana tapınmayı, bunu bir din yahut hayat şekline çevirmeyi aklına bile getirmedi. Şeytan sadece Müslümanlarda değil, hemen bütün doğu dinlerinde lánete uğramış, taşlanmış, göklerden kovulmuş ve insanları kötülüğe sevkeden bir varlıktı. Arada bir yoldan çıkılıp ona uyulduğu olurdu ama şeytanın hizmetine girme fikri doğu insanı için suç veya günah değil, sadece kafadaki birkaç tahtanın eksik olması demekti, o kadar...
Doğu inancında satanizmdeki gibi bir yer edinemeyen şeytan, kendisine sadece tek bir alanda yer buldu: Sanatta... Şairlere göre ardından koşulan ama hep reddeden sevgilinin beraber olduğu öteki kişi ‘‘şeytan’’dı. Ona ‘‘rakib’’ de dendi, ‘‘şeytan’’ sözüyle ‘‘rakib’’ kelimesi zamanla aynı anlama gelir oldu ve ayrılık şiirlerinde ‘‘şeytan’’la ‘‘rakib’’in bahsi geçtiği zaman hep ters, yani başaşağı yazıldılar.
Derken, şeytana o zamanın ressamları olan minyatürcüler el attılar ve sadece şeytanı değil, şeytanın kendi hayallerinde yarattıkları yardımcılarını, hizmetkárlarını ve cinlerini de çizdiler. Çizilen her yaratığa bir isim verildi, hakkında maceralar uyduruldu ve neticede ortaya bir tür bedensiz varlıklar mitolojisi çıktı.
Bu hayalî varlıkların bu sayfadaki resimleri Prof. Dr. Metin And'ın yeni çıkan bir kitabından, ‘‘Minyatürlerle Osmanlı-İslám Mitologyası’’ndan aldım. Şeytanın daha değişik şekillerini, cinlerin, perilerin ve daha nice bedensiz varlığın asırlar öncesinden kalma çizimlerini görmek istiyorsanız sözünü ettiğim kitabı okuyun, sonra kitabın bibliyografasında verilen asıl kaynakları görebilmek için elyazması kitaplıkların yolunu tutun.
Şeytanlar ve cinler albümü
İşte, Osmanlı-İslám mitolojisinde ve Kur'an'da geçen bazı varlıkların isimleri, özellikleri ve yaşadıkları yerler:
ŞEYTAN
Kelime anlamı ‘‘kibirli ve asi olan cin ve insan’’ demektir ve ‘‘ifrit’’, ‘‘mişa’’, ‘‘tágut’’, ‘‘marîd’’ diye de bilinir. Eski inanışlara göre gelecekten haber verenler şeytanın peygamberi, vücutlara yaptırılan dövmeler onun kutsal kitapları, söylenen yalanlar hadisleri, okunan şiirler dinî kitapları, çalınan musiki áletleri müezzinleri, alışveriş yerleri ibadethanesidir. Veba salgınları şeytanın siláhı, serhoşluk veren herşey onun içkisi, hamamlar da evidir.
ESBÁR
İnsanla hayvan arasında bir yaratıktır. Ata benzer, başı at, bedeni insandır. İki kanadı vardır ve Çin denizindeki adalarda yaşar.
DU-PEYKER
İki başlı, bir bedenli, dört kollu, dört ayaklıdır. Sırt sırta konulmuş iki insan gibidir, sesi kuşa benzer, çok çabuk konuştuğu için söyledikleri bir türlü anlaşılmaz.
ERBE
Mısır'la Sudan arasındaki Nubya taraflarında yaşar, yüzü insanı andırır, iki kanadı ve uzun bir kuyruğu vardır. Güneşli günlerde kuyruğunu tavuskuşu gibi açar ve onun gölgesine saklanır. İnsanlarla bir alıp veremediği yoktur, hatta onlarla raksetmekten zevk alır.
TRT, Demirel'le Paris’e giden müzisyenlere ceza yağdırdı
TRT Müzik Dairesi akıl almaz bir iş etti: Cumhuriyet tarihinin en büyük tanıtım faaliyetlerinden olan Versailles Sarayı'ndaki Osmanlı sergisine katılmak üzere geçen Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'le beraber Paris'e giden ve orada Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'a bir konser veren sanatçıları ‘‘Demirel'le giderken kurumdan izin almadıkları’’ gerekçesiyle cezalandırdı. Sanatçıların maaşları kesildi ve kademe ilerlemeleri donduruldu.
Yukarıdaki fotoğrafa dikkatle bakın. Türkiye'yle Fransa'nın Cumhurbaşkanları, Süleyman Demirel'le Jacques Chirac, çok eski devirlerden kalma Türk çalgılarının kullanıldığı bir konseri dinliyorlar.
Konserin mekánı Paris yakınlarındaki meşhur Versailles Sarayı, verildiği tarih geçtiğimiz Mayıs, veriliş sebebi ise Topkapı Sarayı'nın en seçkin parçalarının Versailles'da sergilenmesi öncesinde yapılan ve her iki devlet başkanının katıldığı şaşaalı açılış töreni.
Aylar önce verilmiş bu konseri gündeme getirmemin sebebi, geçen hafta bazı işgüzarlıklarından söz ettiğim TRT Müzik Dairesi'nin başında bulunan zevatın son marifetleri. TRT'cilikten ‘‘Jetpacılığa soyunan’’, bir yönetmelik değişikliğiyle TRT'de görevli sanatçıları kiralık bir metá haline getiren yani isteyenin canının çektiği sanatçıyı TRT'ye bir bedel ödemek şartıyla kiralamasına imkán vermek gibi akıl almaz bir uygulamaya kalkışan Müzik Dairesi'nin başındaki zevat bu defa da Cumhurbaşkanlığı'nın bir uygulamasına ceza yağdırdı. Demirel'in Paris'e götürdüğü iki sanatçının ‘‘Cumhurbaşkanı'yla giderken kurumdan izin almadıkları’’ gerekçesiyle maaşları kesidi ve kademe ilerlemeleri durduruldu. Chirac'la Demirel'in önünde ‘‘çeng’’ çalan Fikret Karakaya'nın iki ikramiyesiyle dörtte bir aylığı kesildi ve kademe ilerlemesi donduruldu. Müzik Dairesi'nin üstadları Versailles'daki konsere rebabıyla katılan Kemal Caba'ya ise daha bir hoşgörü gösterdiler, onun da iki ikramiyesini kesip kademesini durdururken aylığının sadece otuzda birine el koydular.
TRT Müzik Dairesi'ndeki evlere şenlik öteki uygulamaları anlatmaya önümüzdeki haftalarda da devam edeceğim. Ama bu yazıyı yazarken her nedense senelerden beri işitmediğim ve kullanmadığım bir kelimeyi hatırladım: ‘‘Haşinlik, terslik, huysuzluk, aksilik’’ gibisinden davranışları kasteden ‘‘huşunet’’ sözünü.
Şimdi, geçen haftaki yazımdan sonra bana ‘‘yasal hakkı saklı kalmak üzere’’ bir açıklama gönderip her ne demekse ‘‘bilgilerimi rica eden’’ ve sanatçı kiralama işinin yönetmeliklere uygun olduğunu iddia eden TRT Müzik Dairesi Başkanı Mine Çalışal ile etrafındaki akıl hocalarına soruyorum: Müzisyenlere karşı bu huşunet neden? Cumhuriyet tarihinin en büyük tanıtım faaliyetlerinden birine katılmak üzere Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanıyla beraber Paris'e giden ve Türk sanatını Fransa'nın en üst kadrosuna alkışlatanlarla ve daha da önemlisi sanatçılarla ne alıp veremediğiniz var?
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Necdet Seçkinöz ve TRT'den sorumlu Devlet Bakanı Yüksel Yalova Beyefendiler, nerelerdesiniz?
Paylaş