Paylaş
Dünya sahnesinde 200 küsur seneden beri kapalı gişe oynayan bir oyunun yeni perdesini seyrediyoruz: Konusunu Türkiye'nin Avrupalılaşma çabasından alan bir piyesin zamana, mekána ve şartlara göre elden geçirilip yeniden yazılan son perdesini...
İlk perde 18. yüzyılın sonlarına doğru, Üçüncü Selim'in iktidar yıllarında açıldı ve oyun bugüne kadar devam etti.
Yüzyıllarla beraber sahneler de değişti, dekor elden geçirildi ve eski oyuncular yerlerini yenilerine terkettiler. Gerçi beklenen mutlu son hiç gelmedi, trajik sahneler hiç eksilmedi, seyirci sık sık gözyaşı döktü ama ümidini kaybetmedi ve her yeni perde ona yepyeni bir şevk verdi.
İşte, iki asırdan buyana kapalı gişe oynayan bu oyunun 1856 Mart'ında Paris'te sahneye konan çok önemli bir perdesi; Türkiye'nin bundan 143 yıl önce káğıt üzerinde ‘‘Avrupalı’’ olup o zamanın Avrupa Birliği sayılan ‘‘Avrupa Devletleri Konseyi’’ne girmesinin ve sonrasının öyküsü...
AVRUPA ÇATALLA GELDİ
Tahtta Sultan Abdülmecid vardı ve Türkiye'nin ‘‘Avrupalı olma’’ çabası devam etmekteydi. Bu iş için 1839'da Tanzimat Fermanı ilán edilmiş, ‘‘gávura gávur denmeyeceği’’ söylenmiş ve memlekette herşeyin artık artık bir başka olacağına inanılmıştı.
Tanzimat özellikle düşünce yapısını ve günlük hayatı etkiledi. Entari yahut kaftan yerine pantalon giyen erkeklerin sayısı az da olsa artıyor, yemekler artık masada yeniyor, hatta çatal-bıçak bile kullanılıyor ama Türkiye'yi ‘‘hasta adam’’ olarak gören Avrupa ‘‘Bu kadar yetmez, daha fazla reform lázım’’ diyordu.
Bütün bu hay-huy içerisinde 1854'e gelindi ve Kırım Savaşı patladı. Osmanlı Devleti'nin en zayıf ánını yaşadığını farkeden Rusya imparatorluktaki bütün Ortodoks nüfusu himayesine almak istedi, İstanbul reddedince de Eflák ve Boğdan'ı işgal etti. Boğazlar'ın Rus tehdidi altına girdiğini gören İngiltere'yle Fransa Türkiye'nin tarafını tuttular, ve Tuna boylarından Kars'a kadar uzanan sahada iki yıl boyunca devam edecek bir savaş başladı.
Sonra Avusturya ve İtalya'daki küçük Piemonte hükümeti de Osmanlılar'ın yanında savaşa katıldı, 1855 Eylül'ünde Sivastopol müttefiklerin eline geçti ve hayli zorda kalan Rusya ateşkes istedi.
ZEVÁHİRİ KURTARIYORUZ
Barış konferansı 1856 Şubat'ında Pariste toplanacaktı, Türkiye artık Avrupalı olacağından emindi ama konferans öncesinde müttefiklerden talepler gelmeye başladı: ‘‘Barıştan sonra yepyeni bir Avrupa kuracağız. Siz de bu düzende yer edinmek istiyorsanız reformlara başlayın; meselá işkenceyi yasaklayın, azınlıklara haklarını verin, tam bir din hürriyeti sağlayın, ekonominizi düzeltin, bütün bunları yapın, sonra gelin konuşalım’’ diyorlardı.
Türkiye, Avrupa'nın isteklerini konferansın başlamasından bir hafta önce, 1856'nın 18 Şubat'ında yerine getirdi. Sultan Abdülmecid, meşhur ‘‘Islahat Hatt-ı Humayunu’’ fermanını yayınlayıp devletine daha çağdaş bir hava verdi. Zamanın sadrazamı Álî Paşa ‘‘Onların bize Avrupalı olmamızın şartlarını bize resmen yazdırmalarını beklemeyelim. Böyle bir muamele devlet için utanılacak bir vaziyet yaratır. Dolayısıyla işi konferanstan önce kendimiz halledelim’’ demiş ve fermanı konferansın toplanmasından bir hafta önce yayınlatmıştı. Maddeleri gerçi İstanbul'daki İngiliz ve Fransız elçileri dikte ettirmişlerdi ama kendimiz hazırlamış gibi görünüp zeváhiri kurtarmıştık.
Ferman işe yaradı ve batı dünyası 25 Şubat'ta başlayıp 30 Mart'taki imza merasimiyle sona eren Paris Konferansı Türkiye'nin ‘‘Avrupalı’’ olduğunu ilán etti. O devrin AB'si sayılan ‘‘Avrupa Devletleri Konseyi’’ne de alındık ve resmen ‘‘Avrupalı’’ olduk.
HERŞEY KÁĞITTAKALDI
Ama küçük bir şartla: Türkiye ile Paris Anlaşması'nı imzalayan devletlerden herhangi biriyle bir anlaşmazlığa düştüğü takdirde kuvvet kullanmayacak, işi Avrupa'nın hakemliğine götürecekti...
Merak edenler için, 1856'daki Avrupalılaşmamızın neticesini kısaca söyleyeyim: ‘‘Avrupa Devletleri Konseyi’’ hiçbir işimize yaramadı. Zira Avrupa'da dengeler değişti, İtalya’yla Prusya yani o zamanın Almanya’sı güçlendi, Fransa ve Avusturya eski kuvvetini kaybetti, bu değişiklik Rusya'ya yaradı ve Rusya Paris Andlaşması'nın bazı maddelerini tek taraflı iptal etti.
Derken ‘‘93 Harbi’’ denilen 1976'daki Türk-Rus savaşı çıktı, cephede müttefiksiz ve yalnız kalan Türkiye yenilip daha da küçüldü, bunu Balkan ve dünya savaşları takip edince de bir zamanlar resmen Avrupalı olduğumuz unutuldu, gitti...
Ben 1856 kışında yaşadıklarımızla 1999 Aralık'ında hep beraber şahit olduğumuz Helsinki kararı arasındaki benzerlikleri görünce ‘‘tekerrürün bu kadarı da fazla’’ diye düşündüm.
Islahat Fermanı'yla Paris kararlarını okuduktan sonra bakalım siz ne düşüneceksiniz?
Helsinki kararlarından sonra milletçe ‘‘Avrupalı olmak üzereyiz’’ diye sevinirken daha önceki ‘‘Avrupalılaşma’’ maceramızı unuttuk. Biz bundan tam 143 yıl önce, 30 Mart 1856'da resmen Avrupalı olmuş, o devrin Avrupa Birliği sayılan ‘‘Avrupa Devletleri Konseyi’’ne girmiştik. Avrupa'nın Avrupalı olmamız karşılığında ileri sürdüğü şartlar Kopenhag kriterlerinin tıpatıp aynısıydı.
Bu iki maddeyle
Avrupalı olmuştuk
Paris'te 1856'nın 30 Mart'ında imzalanan anlaşmanın yedinci maddesi bizi ‘‘Avrupalı’’ yapıyor, bir sonraki madde ise Türkiye'yi uluslararası anlaşmazlıklarını hakeme götürmeye mecbur ediyordu. Helsinki kararlarını hazırlayanlar sizce 1856 anlaşmasının maddelerinden haberdar mı idiler, yoksa aradaki benzerlik sadece bir tesadüften mi ibaret? Ne dersiniz?
MADDE 7
Avusturya İmparatoru, Fransız İmparatoru, Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Kraliçesi, Prusya Kralı, Sardunya Kralı ve Rusya İmparatoru, Osmanlı Hükümeti'nin Avrupa Devleti sayılmasını, Avrupa devletlerinin haklarından ve Avrupa Devletleri Konseyi'nden faydalanmasını kabul ettiklerini duyururlar. Bu hükümdarlardan her biri, Osmanlı Devleti'nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı göstermeyi kabul ederlerken bu saygının devamı konusunda birbirlerine kefil olurlar. Bu kurala aykırı olan her hareket, kendileri tarafından genel çıkarlarla ilgili bir mesele şeklinde görülecektir.
MADDE 8
Osmanlı Devleti ile bu anlaşmayı imzalayan devletlerden biri veya birkaçı arasında bir anlaşmazlık çıktığı takdirde, Osmanlı tarafı ve Osmanlı ile ihtiláflı olan taraf kuvvete başvurmadan önce bu anlaşmayı imzalamış olan diğer devletlerin aracılığına başvuracaklardır.
Kabul ettiğimiz Paris kriterleri
İşte, Sultan Abdülmecid'in ilk defa Avrupalı oluşumuzdan bir hafta önce yayınladığı Islahat Fermanı'nın bazı maddeleri... Okurken şunu sakın unutmayın: Bu vaadler ve kararlar bugünün değil, tam 143 yıl öncesinin, tarihini taşıyor...
İşkence yapmak, fiziksel ceza vermek, eziyet etmek ve bunlara benzer uygulamalarda bulunmak yasaktır. Buna rağmen işkence yapanlar veya yaptıranlar ceza kanununa konacak yeni maddelere göre şiddetle cezalandırılacaklardır.
Cezaevlerinde insanlıkla ve adaletle uyum sağlayacak şekilde ıslahata gidilecektir.
Müslümanlarla, Hristiyanlar ve diğer gayrımüslimler askerlik görevlerini fiilen veya diledikleri takdirde bedelli olarak yapabileceklerdir. Bedel ödeyenler askerliklerini yapmış sayılacaklardır.
Vergiler doğrudan doğruya devlet tarafından tahsil edilecek, ‘‘iltizam’’ denilen aracı sisteminden vazgeçilecek ve yıllık bütçe kanununa uyulmasına özen gösterilecektir.
Memur aylıkları düzenli olarak ödenecektir.
Yabancı devletlerle yapılacak anlaşmalardan sonra ecnebilerin de Türkiye'de gayrımenkul edinmeleri sağlanacaktır.
Bütün tebaaya din ve mezhep farkı gözetilmeksizin can, mal ve namus dokunulmazlığı tanınmıştır.
Mezhepler arasında ‘‘küçük’’ ve ‘‘büyük’’ ayırımı yapılmayacak, din hürriyetinden bütün mezhepler istifade edeceklerdir.
Ticaret ve ceza davalarına bakacak olan karma mahkemelerle ilgili kanunlar bir an önce çıkartılacak ve İmparatorlukta kullanılmakta olan bütün dillere tercüme edilerek yayınlanacaktır.
Paylaş