Murat Bardakçı: Başı sıkışan sadrazam grip olup evine kapanırdı

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Eskilerin ‘‘nezle-i müstevliye’’ dedikleri grip ve bildiğimiz basit nezle, bir zamanlar sadrazamların yani Osmanlı zamanındaki başbakanların en yakın mesai arkadaşıydı. Ácil ama çözümü zor bir durumun ortaya çıktığı veya işlerin sarpa sardığı zamanlarda sadrazamlar her nedense hep grip olur, yalılarına yahut konaklarına kapanır, günlerce ortada görünmez ve devletin tepesine çöken kapkara bulutların başkaları tarafından dağıtılmasını beklerlerdi.

‘‘Grip’’ kelimesi asırlar önce konuşulan bir dilden, eski Frankça'dan gelir. Aslı ‘‘gripan’’dır, zamanla değişmiş ve modern Fransızca'da ‘‘grippe’’ yazılıp ‘‘grip’’ okunur olmuştur. Başbakanımızı yatağa düşürüp Türkiye'de dövizden borsaya, günlük tartışmalardan meclis kulislerine kadar herşeyi neredeyse bir hafta boyunca birbirine sokan dillere destan hastalığın batıdaki isim macerası, işte böyledir.

Osmanlı tıp dilinde ise grip ‘‘nezle-i müstevliye’’ yani ‘‘yayılan, her tarafı kaplayan nezle’’dir. Gerçi griple nezle salgını da aynı sözlerle ifade edilmiştir ama ‘‘nezle-i müstevliye’’nin akla ilk gelen karşılığı griptir.

Bizim málum ‘‘nezle’’ ise Arapça'dır ve Arapça'nın ‘‘indi’’ mánasına gelen ‘‘nezele’’ kökünden gelir. ‘‘Nezle-i müzmine’’ müzmin yani yerleşmiş nezle, ‘‘nezle-i sadriyye’’ göğüs nezlesi demektir. Eski zamanların ayıp sayılan başka bir nezlesi daha vardır: ‘‘Belsoğukluğu’’ demek olan ‘‘nezle-i süfliye’’si.

‘‘Nezle’’ eski dilde genellikle her nedense çoğul olarak, ‘‘nevázil’’ şeklinde kullanılır. O devirlerin kibar yahut kibarlık özentisi içerisindeki zevát ‘‘Grip oldum’’ demeyi ayıp saydıklarından ‘‘Nevázîl-i kesîre-i keşîfe-i keşîde-i cedîde ile pek mahmûlüm’’ demeyi tercih etmişler ve bu söz yığını ‘‘Burnum şakır şukur akıyor, üzerinize áfiyet çok fena gribim var’’ mánasına gelmiştir.

Konuşma dilinde böyle türlü türlü şekillere bürünen ve bulaştığı kişiyi de yataklara düşüren bu eski hastalık bizde sadrazamların yani eski zamanlardaki başbakanların en mesai arkadaşıydı. Ácil ama çözümü zor bir durumun ortaya çıktığı veya işlerin sarpa sardığı zamanlarda sadrazamlar her nedense hep grip olur, günler boyu yalılarına yahut konaklarına kapanır ve devletin tepesine çöken kapkara bulutların başkaları tarafından dağıtılmasını beklerlerdi.

İşte, yalılarına kapanan sadrazamlardan bazıları ve evlerine kapanmalarının öyküsü.

Grip olan son sadrazam Tevfik Paşa, Ecevit’in uzak akrabasıydı

Başbakan Bülent Ecevit hem Osmanlı tarihinin, hem de grip bahanesiyle evine kapanan sadrazamların sonuncusu Ahmed Tevfik Paşa'nın evlilik yoluyla uzaktan akraba oluyor.

Tevfik Paşa'nın büyük oğlu İsmail Hakkı Bey (Okday), ilk evliliğini Osmanlıların son hükümdarı Sultan Vahideddin'in büyük kızı Ulviye Sultan'la yaptı. Ancak çift İsmail Hakkı Bey'in Kurtuluş Savaşı'nın başlamasından hemen sonra Anadolu'ya geçip Milli Mücadele'ye katılması üzerine ayrıldı. Padişahın sabık damadı, Cumhuriyet'ten sonra ikinci evliliğini Başbakan Bülent Ecevit'in annesi ressam Nazlı Ecevit'in teyzesi Ferhunde Hanım'la yaptı. Okday ailesi, hayatlarının sonuna kadar İstanbul'da yaşadılar.

İsmail Hakkı Bey'in ilk evliliğinden dünyaya gelen kızı Hümeyra ‘‘Hanımsultan’’ (Özbaş) halen İzmir'le Kuşadası'nda yaşıyor ve sahiplerinden olduğu Kısmet Otelleri'nin başında bulunuyor.

Kimi isyandan kaçtı, kimi de borsadan

AHMED TEVFİK PAŞA

İmparatorluğun son sadrazamıydı ve çöküş günlerinin bütün yükünü neredeyse tek başına omuzlamıştı. Büyük Millet Meclisi'nin 1922'nin 1 Kasım'ında saltanatı kaldırmasından sonra hükümeti topladı, ne yapılması gerektiğini tartışmaya açtı ama kabine üyeleri durum değerlendirmesi yapmak yerine peşpeşe istifalarını verdiler. Babıali'den çıkan Tevfik Paşa saraya gidip durumu Sultan Vahideddin'e bildirmek yerine Ayaspaşa'da sonradan Park Otel olan konağına gitti, hükümdara ‘‘Grip olduğu’’ haberini gönderdi, tam 13 gün boyunca herkesle temasını kesti ve konağından dışarıya adım atmadı. O sırada 79 yaşında olan Tevfik Paşa, üç çeyrek asırdır nimetini gördüğü hanedanın son padişahına názırları yani bakanları tarafından terkedildiğini söylemeyi kendisine yedirememişti. Konağından Sultan Vahideddin'in 17 Kasım sabahı İstanbul'u terketmesinden sonra artık sadrazam değil, sıradan bir vatandaş olarak çıkabildi ve tarihlere ‘‘Osmanlı İmparatorluğu'nun cenazesini kaldıran adam’’ olarak geçti.

MAHMUD NEDİM PAŞA

Abdüláziz zamanının sadrazamıydı ve Rus yanlısı olduğu için halk arasındaki ismi ‘‘Nedimof’’tu. Rüşvetle yolsuzlukta eşinin ve benzerinin olmadığı söylenirdi. 1875 Ağustos'unda Türk iktisat tarihinin en meşhur faiz operasyonuna imzasını attı. Nakit sıkıntısını bugünkü gibi yüksek faizli iç borçlanmayla halletmeye çalışan hükümet artık tek kuruş bile ödeyemez hale gelince Nedim Paşa çıkarttığı kararnameyle faizleri yarıya indiriverdi ve piyasalar birbirine girdi. Paşa kendisinde ve yakınlarında bulunan tahvilleri bir gece önce el altından sattırdığı için pek zarar görmemiş ama binlerce kişi bir anda iflás etmişti. Kararın açıklanmasından sonra İstanbul esnafı ve öğrenciler ‘‘Gebertelim Nedimof'u’’ haykırışlarıyla zamanın başbakanlık binası olan Babıali'ye yürümeye başladılar. Nedim Paşa kılık değiştirip yalın ayak Sirkeci'ye indi, bir kayığa atlayıp yalısına sığındı. Saraydan gelip ‘‘Padişahımız efendimiz sizi emrediyorlar’’ diyenlere ‘‘Hastayım, pek şiddetli nevázil oldum’’ cevabını verdi, günlerce ortaya çıkmadı ve birkaç gün sonra da azledildi.

MEHMET SAİD PAŞA

Abdülhamid devrinin en önemli siyasetçilerin-dendi ve defalarca sadrazam olmuştu. İkinci Meşrutiyet'in ilánı öncesinde Rumeli'de yaşanan başkaldırılar sırasında sadaret makamında yani başbakanlık koltuğundaydı. Ayaklanan birliklerle İttihad Terakki yanlılarının sarayı hakaretlerle dolu telgraf yağmuruna tutmaya başlamaları üzerine hemen Nişantaşı'ndaki konağına kapandı ve hükümdara ‘‘hasta olduğu, adım atacak hali bulunmadığı’’ haberini gönderdi. Said Paşa, konağından ancak Sultan Abdülhamid'in 1909'un 24 Temmuz'unda meşrutiyeti yeniden ilán etmesinden sonra çıktı. Babıali'ye gidip hükümeti toplantıya çağırdı ama bakanlar arasında bu defa yeni tayin edilecek olan Harbiye ve Bahriye nazırlarının isimleri konusunda anlaşmazlık çıkınca Said Paşa yeniden konağına döndü. Birkaç gün ortalarda görünmedi, sonra saraya gidip Sultan Abdülhamid'e istifasını verdi ve o zamanın senatosu olan ‘‘Áyan Meclisi’’nin başına geçti.

Otobüsü bile doğru dürüst

işletemeyenin kitabı böyle olur

İstanbul Belediyesi'ne bağlı İETT Genel Müdürlüğü ‘‘Dersaaddet'ten İstanbul'a Tramvay’’ isimli bir kitap çıkarttı. Dr. Sertaç Kayserilioğlu'nun hazırladığı kitap altı cild olması planlanan İETT tarihinin ikinci eseri ve geçen sene çıkan ‘‘Dersaaddet'ten İstanbul'a Atlı Tramvaylar’’ın devamı.

İETT kitap için masraftan kaçınmamış, kuşe káğıdına abartılı şekilde bastırmış ve Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna'yla İETT Genel Müdürü Raif Yetim de birer önsöz lutfetmişler.

Ve bu kitapta İstanbul'un en áşina mekánları bile birbirine sokulmuş, semtler yazar marifetiyle tááá öte taşınmış, en bilindik yerler bile tersyüz edilmiş.

İşte, birkaç örnek:

30. sayfada Yüksekkaldırım olduğu iddia edilen yer, Karaköy'dür. 71. sayfada altına ‘‘Karagümrük’’ yazılan caddede Sultanahmet'ten Gülhane'ye inen yol görünmektedir. 123. sayfadaki fotoğraf Harbiye'nin değil, Bayezid'in resmidir ve sağ arka planda Dişçilik Okulu binası dimdik házır ve názırdır. 189. sayfadaki cami Bayezid değil, gökyüzüne uzanan minareleri yazara láhavle çekmekte olan Láleli’dir.

Bitmedi... 194. sayfadaki cadde Bahçekapı'da değil, Hocapaşa'dadır. 205. sayfadaki meydan bizim meşhur Bayezid'dir ve resimaltının aksine fotoğrafta Aksaray görünmemektedir. 33. sayfadaki Beşiktaş iddiasının doğrusu Fındıklı'dır. 156. sayfadaki resim Çemberlitaş'ta değil, Tophane'de çekilmiştir ve sol arka tarafta Kılıç Ali Paşa Camii'nin duvarı görünmektedir.

Ve, daha da vahim bir yanlış: Harbiye'yi gösterdiği iddia edilen 63. sayfadaki resim Tophane'ye aittir. Fotoğraftaki bina eski Topçu kışlalarının önünde kalan, caddeye paralel giden ve artık olmayan askeriye binalarıdır. Dr. Kayserilioğlu çatının gerisinde görünen yıkık minareyi bile farkedememiştir.

Bunlar İETT'nin milyarlar dökerek çıkarttığı kitabın sayfalarını şöyle bir çevirmekle rastlanan hatalardan sadece birkaçı... Listeyi uzatmayacak ve bu işin sorumlularına bir çift söz etmekle yetineceğim:

Bir şehir adım adım ve sokak sokak gezmekle, her köşesini ve her semtini teneffüs etmekle, daha da önemlisi her ánını ve her yerini yaşayıp hissetmekle öğrenilir. Şehir tarihçiliğini sahhaflardan, sergilerden yahut mezatlardan eski fotoğraf ve kartpostal toplamaktan ibaret zannedenlerse işte böyle işler eder, en kadim semtleri bile birbirine sokarlar. Harbiye Tophane'ye, Láleli Bayezid'e, Beşiktaş Şişli'ye doğru kanatlanır ama her ne hikmetse İETT gibi bir kamu kuruluşu bu garipnameyi milyarlar döküp yayınlar ve tabii arada olan bizim vergilerimize olur.

Yazarın Tüm Yazıları