Başbakan’ın polemiğe girdiği Kardinal meğerse Engizisyon’un başıymış

AB üyeliğimize işin en başından beri karşı çıkan Vatikan, bu konuda ilk defa geçen hafta gayet net bir tavır koydu.

Katolik dünyasının en büyük teologlarından kabul edilen Kardinal Joseph Ratzinger, ‘Çoğunluğu Müslüman olan Türkiye geleceğini Avrupa Birliği’nde değil, İslam Ülkeleri Birliği’nde aramalıdır’ dedi, Başbakan Tayyip Erdoğan da ‘Vatikan bir din devletidir, AB üyesi değildir. Biz AB ülkeleriyle konuşuyoruz’ karşılığını verdi. Ama bu polemik sırasında çok önemli bir husus gözardı edildi: Kardinal Ratzinger’in başkanlığını yaptığı ‘Dinsel Öğretiler Kurulu’nun aslında resmen hálá varolan ve tarih boyunca çeşit çeşit işkenceyle milyonlarca kişinin canını alan meşhur Engizisyon olduğunu ve Ratzinger’in aynı zamanda ‘Grand Inquisitor’, yani ‘Büyük Engizisyoncu’ unvanını taşıdığını...

VATİKAN’ın AB üyeliğimize temaslara ilk başladığımız 1950’li yıllardan itibaren karşı olduğunu bilmeyen yoktu ama Papa’nın yakın çevresi ilk defa geçen hafta açık ve net konuştu: Vatikan’ın ‘Dinsel Öğretiler Kurulu’ Başkanı Kardinal Joseph Ratzinger, hafta içerisinde ‘Çoğunluğu Müslüman olan Türkiye geleceğini Hristiyan köklere sahip Avrupa Birliği’nde değil, İslam Ülkeleri Birliği’nde aramalıdır’ dedi.

Kardinal’in sözlerine cevap bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan’dan geldi ve Başbakan ‘Vatikan bir din devletidir, AB üyesi değildir. Biz AB ülkeleriyle konuşuyoruz’ karşılığını verdi. Bu sözler ‘Vatikan’ın AB ile alákası yoktur, dolayısıyla bu konuda papazları muhatap olarak kabul etmeyiz’ demenin nazik bir şekilde ifadesinden ibaretti.

Kardinal’in sözleri gerek kamuoyunda, gerekse de hükümet ve yönetim kanadında Vatikan’ın Türkiye ile AB ilişkilerindeki alışıldık tutumu olarak yorumlandı ama bu arada çok önemli bazı hususları gözardı ettik: Kardinal Joseph Ratzinger’in başkanlığını yaptığı ve Türkçe’ye ‘Dinsel Öğretiler Kurulu’ diye yanlış şekilde tercüme ettiğimiz dini müessesenin neyin nesi olduğunu ve Kardinal’in Vatikan’daki konumunu...

İşte, işin doğrusu:

Bizim ‘Dinsel Öğretiler Kurulu’ dediğimiz dini organın adının doğru tercümesi ‘İman Akidesi Cemaati’ yahut ‘İmanın Esasları Kurulu’dur. Bu kurul bugün resmen hálá varolan ve tarih boyunca milyonlarca kişiyi işkencelerle canından eden meşhur Engizisyon’un şimdiki resmi adıdır. Kardinal Ratzinger Vatikan’ın aynı zamanda son ‘Grand Inquisitor’ü, yani ‘Büyük Engizisyoncu’sudur ve dolayısıyla Başbakan Tayyip Erdoğan, farkında olmadan Engizisyon ile polemiğe girmiştir.

MEZHEP TEMİZLİKLERİ

Aslında ‘Enkizisyon’ diye yazmamız gereken Engizisyon’un ne olduğunu, din adına asırlar boyunca nasıl canlar aldığını bilmeyenimiz pek yoktur ama şimdi Avrupa Birliği üyeliğimiz konusuna da müdahele eden tarihin bu en kanlı dini kuruluşunun nereden nereye geldiğini anlatmadan edemedim:

Kilise, Hristiyanlığın ilk 12 asrında ortaya koyduğu inanç sistemlerine karşı çıkanlarla yani ‘dalálete düşenlerle’ kralların da desteğini alarak mücadeleye çalıştı ama pek başarılı olamadı ve çok sayıda ‘sapkın’ mezhep türedi.

Ortaçağ’ın ilk Engizisyon Mahkemesi, Fransa’nın güneyinde yaşayan Katarist Mezhebi mensuplarını temizlemek maksadıyla 1184’de kuruldu ve binlerce mezhep mensubunu ortadan kaldırdı.

Asıl Engizisyon ise, 1481’de İspanya’da faaliyete geçti. Kral Ferdinand ile Kraliçe İsabella’nın eseri olan Engizisyon öncelikle Endülüs’teki Müslümanlar’a ve İspanyol Yahudileri’ne karşı kullanıldı, daha sonra ‘dalálet’e saptıkları iddia edilenlerle mücadeleden cadı avına kadar akla gelen hemen her alanda faaliyet gösterdi. Engizisyon 1834’e kadar sadece İspanya’da değil, Avrupa’nın birçok bölgesinde korku salacak ve din adına milyonlarca kişinin canını alacaktı. Türkiye’ye İkinci Bayezid’in tahtta bulunduğu 1492 yılında gelen onbinlerce İspanyol Yahudisi de, işte bu Engizisyon’dan kaçanlardı.

HAŞMETLİ ÖLÜMLER

İspanyol Engizisyonu, Avrupa’da bütün haşmetiyle ve zulmüyle hüküm sürerken Papa Üçüncü Paul, 1542’nin 21 Temmuz’unda Vatikan’da yepyeni bir Engizisyon kurdu. Resmi adı ‘Sacra Congregatio Romanae et Universalis Inquisitions seu Sancti Officii’ olan ve tarihlere ‘Roma Engizisyonu’ diye geçen bu mahkeme, Kardinal Ratzinger’e uzanan zincirin ilk halkası idi.

Roma Engizisyonu’nun ‘dalálete düşmekle’ suçlayıp yargıladığı Hristiyanlar arasında Giordano Bruno, Tomasso Campanella ve Galileo Galilei gibi dünya tarihinin en meşhur bilim adamları ve filozofları da vardı. Bruno idam edildi, Campanella uzun seneler zindanda kaldı, Galilei ise ev hapsinde can verdi.

Avrupa’da kilisenin siyasi gücünü zamanla kaybetmesi ve faaliyetinin sadece dini alanda sınırlı kalması, Roma Engizisyonu’nun siyasi etkisine de son verdi ama Engizisyon resmen láğvedilmedi ve adı değiştirilerek bugüne kadar hep vároldu.

ADI GİTTİ, KENDİ KALDI

İlk resmi adı ‘Evrensel Engizisyon’un Kutsal Kurulu’ olan mahkemenin ismini Papa Onuncu Pius 1908’de ‘Mübarek Makam’ın Kutsal Kurulu’ olarak değiştirdi ve 1965’te de Papa Altıncı Paul tarafından ‘İmanın Esasları Kurulu’ haline getirildi. Şimdiki Papa İkinci John Paul, 1981’de Kardinal Joseph Ratzinger’i kurul başkanı yaparken, kurulun görevinin ‘Katolik dünyasında imanın esaslarıyla ahlákı korumak’ olduğunu açıklayacaktı.

Papa’nın yakın çevresindeki en güçlü kişilerin başında gelen Kardinal Joseph Ratzinger şu anda Vatikan’ın en önemli teoloğu sayılıyor ama İkinci Dünya Savaşı yıllarında ‘Hitler Gençliği Teşkilátı’nda görev almış olması yüzünden eski bir Nazi olup olmadığı konusu da hálá tartışılıyor.

Kardinal Ratzinger’in ‘Türkler’in yeri Araplar’ın yanıdır’ demesinin ardında gençlik senelerindeki inançlarının ne derece rolü bulunduğunu tabii ki bilemiyorum. Ama, Vatikan’ın İstanbul Temcilcisi olan aziz dostum Monsenyör George Marovitch gibi son derece nazik bir kişiyi bile çileden çıkartarak ‘Kardinal’in siyasi görüşleri sadece kendisini bağlar’ dedirtmiş olması, Ratzinger’in başında bulunduğu Kurul’un eski haşmetli günlerine duyduğu hasretin bir göstergesi gibi...

Ama işin bir başka tarafı var: Kardinal Ratzinger’e cevap veren Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Sultan İkinci Bayezid’den tam beş asır sonra Katolik Dünyası’nın meşhur Engizisyon’u ile polemiğe giren ilk Türk devlet adamı olduğu kesin...

Irak maceramızın aslı, bu kitaplarda

Şİİ
dünyasının kutsal şehirlerinden olan Necef’i kuşatan Amerikan askerleri Kut’a da bomba yağdırdılar ve Kut’u sıradan bir Irak kenti gibi algılayan basınımız son dönem tarihimizin en önemli zaferlerinden birini burada kazanmış olduğumuzu hatırlayamadı!

Biz, Birinci Dünya Savaşı sırasında Irak’ı işgale çalışan İngiliz Ordusu’nu 1915 Kasım’ında Selmanipak’ta durdurmuş, işgal birlikleri Kut’a, yani Kuttülámare’ye çekilmek zorunda kalmış, Halil Paşa’nın kumandasındaki birliklerimiz şehri kuşatmış ve 1916’nın 29 Nisan’ında İngiliz generali Townshend’i 12 bin askeriyle beraber esir almıştık.

Kut zaferi Birinci Dünya Savaşı’ndaki en önemli başarılarımızdan biriydi ama zaferden maalesef gerektiği şekilde istifade edemedik ve yaptığımız birçok taktik hata yüzünden Irak’ı bir yıl sonra İngiliz birliklerine bırakmak zorunda kaldık.

Irak’ı nasıl kaybettiğimiz, daha doğrusu kaybetmeye nasıl mahkûm olduğumuz konusunda hiç bilmediğim birçok acı hakikatten son günlerde okuduğum iki kitap, Yrd. Doç Dr. Orhan Avcı’nın ‘Irak’ta Türk Ordusu’ ve Öğr. Kd. Yzb. Servet Avşar’ın ‘Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz Propagandası’ isimli eserleri sayesinde haberdar oldum.

Bu kitapların ayrıntılarına girmiyor, sadece okumanız ama devletin Irak politikasını çizenlerin mutlaka ve mutlaka okumaları gerektiğini söylemekle yetiniyorum. Okuyup Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki iki meşhur Alman generalin, Ludendorf ile Hindenburg’un ‘Bizi, İngilizler’in propagandası yendi’ sözlerini bugün yapılmakta olan propagandalarla mukayese ettikten sonra Irak politikamızın nasıl olması yahut olmaması gerektiği hususlarında çok daha başka türlü düşüneceğinizden eminim.
Yazarın Tüm Yazıları