Bizim Avrupalı olma yolundaki ilk resmî çabamız 1839'daki ‘‘Birinci Tanzimat Fermanı’’ ile başlamış, bunu 1856'da ilán ettiğimiz ve ‘‘İkinci Tanzimat’’ denilen ‘‘Islahat Hatt-ı Humayunu’’ takip etmiş ve o zamandan bu yana Avrupalılaşma konusunda aynı ağırlıkta bir başka kanun yahut belge yayınlamamıştık. İlk iki ‘‘Tanzimat Fermanı’’na rağmen bize bir türlü açılmayan Avrupa kapılarının bu ‘‘Üçüncü Tanzimat’’ sayesinde açılıp açılmayacağını ise, yakında göreceğiz.
AVRUPA Birliği'ne uyum yasaları Meclis'ten önceki gece geçti. Çıkartılan kanunlar, bence
‘‘Üçüncü Tanzimat Fermanı’’nın ilánıydı. Bizim Avrupalı olma yolundaki ilk resmî çabamız 1839'daki
‘‘Birinci Tanzimat Fermanı’’ ile başlamış, bunu 1856'da ilán ettiğimiz ve
‘‘İkinci Tanzimat’’ denilen
‘‘Islahat Hatt-ı Humayunu’’ takip etmiş ve o zamandan bu yana Avrupalılaşma konusunda aynı ağırlıkta bir başka kanun yahut belge yayınlamamıştık.
Bizim Avrupalılaşma maceramız bundan 250 küsur sene önce,
Üçüncü Ahmed'in iktidar yıllarında
‘‘Lále Devri’’ni yaşadığımız sırada başladı ve
Üçüncü Mustafazamanında devam etti. İlk ciddi denemeler 1700'lerin sonunda yapıldı, reformların öncüsü
Üçüncü Selim bu yolda canından oldu, onun yarım bıraktıklarını
İkinci Mahmud devam ettirdi. Avrupalılaşmanın resmî adımını ise 1839'un 3 Kasım günü ilán ettiğimiz Tanzimat Fermanı ile attık. Eksik kalan tarafları, yani Avrupa'nın dikte ettirdiği öteki şartları 1856'nın 18 Şubat'ındaki Islahat Fermanı ile yerine getirip adına
‘‘İkinci Tanzimat’’ dedik ve
‘‘Üçüncü Tanzimat’’ı da önceki gece çıkarttığımız uyum yasaları ile ilán ettik.
Türkiye, 18 Şubat 1856'dan önceki geceye kadar, Avrupalılaşma konusunda aynı ağırlıkta bir başka kanun yahut belge yayınlamamıştı.
İlk iki
‘‘Tanzimat Fermanı’’na rağmen bize bir türlü açılmayan Avrupa kapılarının bu
‘‘Üçüncü Tanzimat’’ sayesinde açılıp açılmayacağını ise, yakında göreceğiz.
Bir düşüncemi açıkça söyleyeyim: Ben, Avrupa Birliği'ne gireceğimize, yani resmen
‘‘Avrupalı’’ olacağımıza hiçbir zaman inanmadım. Son iki asırlık tarihimiz hakkında yüzeysel bir bilgiye bile sahip bulunan hemen herkes geçmişteki çabalarımızın hep hüsranla neticelendiğini mutlaka görürdü.
Yanılmış olmayı temenni ediyor ve modern deyimiyle,
‘‘kayda geçmesi’’ için söylüyorum: Biz, Avrupalı olma konusundaki her önemli adımımızdan sonra mutlaka bir toprak tavizi verdik, bütün çabamıza rağmen bir yerlerin elimizden çıkmasını engelleyemedik.
Bunda da yanılıyorumdur inşallah!
250 senedir hepsinin hayali aynıydı
Meclis’in önceki gece çıkardığı kanunlar, bazı devlet ve fikir adamlarımızın 250 sene öncesine uzanan hayalleriydi. Bu devlet ve fikir adamlarının kimisi Avrupalılaşma yolundan canından olmuş, kimisi hayatını sürgünlerde geçirmiş, kimisi ise hayal ettiği reformun ancak bir kısmını yapabilmişti. Aşağıda, Türkiye'yi geçmişte
‘‘Avrupalı’’ yapmaya çalışan ve gayet uzun olan bu devlet ve fikir adamları listesindeki önemli isimlerin birkaçı yeralıyor:
ÜÇÜNCÜ SELİM: Veliahdlığından itibaren Avrupa'da olup bitenlerle yakından ilgileniyordu, gerçek anlamdaki ilk batılılaşma hareketleri 1789'da tahta çıkmasıyla başladı ve öncelik ordunun modernleştirilmesine verildi. Kurulan
‘‘Nizam-ı Cedid’’ birliklerini yetiştirmeleri için Avrupa'dan uzmanlar getirtildi, tersanelerle tophanenin ıslahına ve ekonomik alanda reforma çalışıldı. Ama bütün bu faaliyetler, ordunun ve devletin bir kesimini saraya ve hükümdara düşman etmişti. Yeniçeriler'in ayaklanması üzerine 1807'nin 29 Mayıs'ında tahttan indirildi, Topkapı Sarayı'nda bir odaya kapatıldı ve 28 Temmuz 1808'de öldürüldü.
ABDÜLMECİD: İkinci Mahmud'un oğluydu, 1839'da tahta geçtiğinde 17 yaşındaydı ve babasının tamamlayamadığı modernleşme projelerini sadrazamı
Mustafa Reşid Paşa ile beraber hayata geçirmek ona nasib oldu. Bu yoldaki ilk önemli adım olan ve 1839'un 3 Kasım günü ilán edilen Tanzimat Fermanı'nın üzerinde onun tuğrası vardı.
Fermanın eksik kalan tarafları 1856'nın 18 Şubat'ında yerine getirildi ve
Sultan Abdülmecid, o gün tarihlere
‘‘Islahat Hatt-ı Humayunu’’ diye geçen bir başka fermanı yayınlayıp devletine daha çağdaş bir hava verdi. 1861'in 25 Haziran'ında ölen
Abdülmecid'in iktidar yıllarında özeelikle İstanbul'un sosyal hayatı ve günlük yaşayışı tamamen değişmişti.
MUSTAFA REŞİD PAŞA: Tanzimat döneminin en önemli devlet adamıydı ve Tanzimat Fermanı onun kaleminden çıkmıştı. Defalarca Paris ve Londra büyükelçisi oldu, dışişleri bakanlığı yaptı ve sonra sadrazamlığa yani başbakanlığa getirildi. 1858'de öldüğünde 50 yaşındaydı, altı defa sadrazam olmuş, başta
Áli ve
Fuad Paşalar gelmek üzere çok sayıda devlet adamı yetiştirmişti.
İKİNCİ MAHMUD: Amcası
Üçüncü Selim'in reform hareketlerini bir buçuk yıl aradan sonra yeniden başlattı. Modernleşmenin önündeki en büyük engellerden biri olan Yeniçeri Ocağı'nı 1826'da kanlı bir şekilde ortadan kaldırdı. O da Avrupa'dan çok sayıda uzman getirtti, idare sistemini değiştirmeye çalıştı, yeni bakanlıklar ve daireler kurdu ve bu arada kılık-kıyafet konusunda önemli yenilikler yaptı. Resmî dairelerde Avrupa tarzı elbiseler giyilmesini emredip devlet dairelerine kendi resimlerini astırınca adı
‘‘gávur padişah’’a çıktı. Amcası
Üçüncü Selim'in feláketinden ders aldığı için, kendisine karşı çıkanlara son derece sert davrandı ve kanlı bir şekilde cevap verdi. Türk tarihinin en büyük reformcularından olan
İkinci Mahmud 1 Temmuz 1839'da öldüğünde, devlet yapısında çok önemli değişiklikler yapmayı başarmıştı.
ZAPTİYE
‘Vekil’ değil, ‘mebus’UZUN senelerden beri kullanmadığımız
‘‘vekil’’ kelimesi, gazetelerimizde şimdi hemen her gün boy gösterir oldu.
‘‘Milletvekili’’ sözü uzun geldiği ve mizanpajda fazla yer tuttuğu için,
‘‘vekil’’ diye yazıyoruz.
Aynı şekildeki kısaltmayı batı basını da yapar, meselá İngiliz gazeteleri başlıkta yahut haber metninde
‘‘Member of Parliement’’in yani
‘‘parlamento üyesi’’nin kısaltılmışı olan
‘‘MP’’ harflerini kullanır.
Biz
‘‘milletvekili’’ne artık
‘‘vekil’’ diyoruz ama hata ediyoruz!
‘‘Vekil’’ sözü
‘‘milletvekili’’nin kısaltılmışı değil,
‘‘bakan’’ın karşılığıdır. Eski zamanların
‘‘vezir’’i zamanla
‘‘nazır’’ ve
‘‘vekil’’ olmuş, sonra
‘‘bakan’’ halini almıştır.
‘‘Milletvekili’’ kelimesinin yerine kullanmamız gereken söz, bunun kısa şekli olduğunu zannettiğimiz
‘‘vekil’’ değil,
‘‘mebus’’tur. Şiirlere, hattá hicivlere kadar giren ve
Neyzen'e
‘‘Künyeni almak için partiye ettim telefon / Bizdeki kayda göre şimdi o mebus dediler’’ diye yazdıran
‘‘mebus’’ kelimesi...
Şimdi 55-60 yaşlarında olanlar, vaktiyle politikacıların seçim bölgelerinden bahsederlerken
‘‘İstanbul vekili’’, ‘‘Ankara vekili’’ değil,
‘‘İstanbul mebusu’’, ‘‘Ankara mebusu’’ dediklerini gayet iyi hatırlayacaklardır.