Paylaş
Eski devirlerde zamanın hükümdarını övüp göklere çıkartmak için söylenen ‘‘medhiye’’lere asırlar sonra geçmiş yüzyılların dili ve üslûbuyla kaleme alınmış bir yenisi eklendi: Türk edebiyat tarihçiliğinin bugün önde gelen isimlerinden olan Dr. Cem Dilçin ‘‘Reisicumhur Süleymán-ı Zaman’’ başlıklı mizahi bir medhiye yazdı ama şiir Türkiye'den önce Amerika'da, üstelik dünyanın en seçkin okullarından olan Harvard Üniversitesi'nin dergisinde yayınlandı.
Eski şairler zamanın hükümdarı için şiirler döktürüp mısralarında sultanı yere-göğe koyamazlardı ve bu şiirlere ‘‘medhiye’’ yahut ‘‘kaside’’ gibi isimler verilirdi.
Derken Türkiye'de sultanlar ve hükümdarlar devri kapandı, o zamanların üzerinden neredeyse bir asır geçti ve ne göklere çıkartılacak sultan kaldı, ne de onlar için medhiye düzecek şair...
Ama geleneğin hálá devam ettiğini ben geçenlerde Dr. Cem Dilçin'in Süleyman Demirel için bundan beş asır öncesinin Türkçesi'yle yazıp yayınladığı medhiyeyi okuduğumda öğrendim. Medhiye, Cem Bey'in aruzla kaleme aldığı ‘‘Mecnunnáme’’ isimli tam 70 sayfalık mizahi şiirin kısa bir bölümüydü ve işin garip tarafı, yüzyıllar öncesinin üslubuyla kaleme alınmış olan şiir Türkiye'de değil, Amerika'da yayınlanmıştı: Dünyanın önde gelen üniversitelerinden olan Harvard'ın ‘‘Journal of Turkish Studies-Türklük Bilgisi Araştırmaları’’ dergisinde.
Tam 70 sayfalık destan
Tanımayanlar için Dr. Cem Dilçin'in kim olduğunu kısaca söyleyeyim: Zamanımızın sayılı edebiyat álimlerindendir, eski metinleri bugün doğru şekilde yorumlayabilen birkaç kişiden biri sayalır ve daha da önemlisi, birkaç yüzyıl öncesinin dilini taklid edip o üslûpta şiir söylemekte üstüne yoktur.
İşte, Dr. Cem Dilçin'in ‘‘Bu Devletlû Reîs-i Cumhur Süleymán-ı Zamán ve Baba-yı Áhen-Destán Hazretlerinin Medhidir’’ başlıklı mizahi medhiyesinin günümüz Türkçesi'ne düzyazıyla aktardığım bazı bölümleri:
‘‘...Bu dünya üç ayrı Süleyman gördü. İlki kuşların dilini bilen, kuşlarla konuşan Hazreti Süleyman'dı, ikincisi de ‘‘Muhteşem’’ Süleyman. Bu son Süleyman ise cumhurbaşkanı oldu, ismi álemin her yanından duyuldu. Şánı da Selçuklular'ın meşhur veziri Nizamülmülk'e benzeyecek gibi olan Süleyman'ın benzeri dünyada daha önce hiç várolmadı.
Atatürk bütün Türkler'e ata, bu ise dullarla yetime baba oldu. Başvezirliğe yedi defa geldi ki, Osmanlılar'da bile böylesine büyük bir adam görülmemişti. Arada gerçi birileri tahtını kapıverir, o elinde şapkasıyla kalakalırdı ama şapkasını kimselere kaptırmamayı bildi.
Doğduğu yer İslámköy, gittiği son köy de Hamzakoy'du. Bu yüzden özgürlük rolünü üstlendi ve şapkası demokratların sembolü oldu. Ona her ne kadar ‘‘barajlar kralı’’ deniyorsa da ‘‘GAP Kralı’’ denecek olsa daha da bir sevap kazanılır.
Pepsili ve TV’li kaside
Süleyman'ın sadrazamı sarı bir hatundu ve o hatun dünyanın düzeni konusunda hiç gam çekmezdi. Söylendiğine göre Frenkçe'yi pek güzel konuşurdu ama Türkçe'yi bilmezdi.
Süleyman álemdeki bütün şáhların önde geleni ve Asya'daki Türkler'in ağabeyi oldu. Ben onun iktidarının daha sonra ne olacağını bilmiyorum ama hiç şüphem yok ki herkes ettiğini bulacak. Tanrı onun tahtını daim ve ömrünü de sağlık içinde devam ettire; Allah onu doğru yoldan saptırmaya, tácını ve tahtını da kimseler kapmaya’’
Bunlar, Dr. Cem Dilçin'in 70 sayfalık ‘‘Mecnunnáme’’sinin sadece birkaç satırı. Eserde asırlar öncesinin diliyle bugünün Türkiye'sinden sözeden ve herbiri gene aruzla olan şöyle mısralar var:
Şimdi 'in'dir pepsi ve koka kola
Çünki 'out' oldu gazoz, şerbet, boza
Her günüm kız senin ile daha ne?
Aşkına ben ‘aboneyim abone‘
Çalsa da oynak ritimle bû sazım
'Şıkıdım şıkıdım oynama' kızım
Her kanal yapar ki realty show
İzleyenler ise der ancak abovv
Herkesin ağzında TV Türkçesi
Radyoların Türkçeli Frenkçesi
Olsa da çifte silikon sînesi
Farkedemez gerçeğinden annesi
İşin beni sevindiren tarafı, Hazret-i Süleyman'la Sultan Süleyman'ın ardından bir diğer ‘‘Süleyman’’ devrinin de Türk Edebiyatı'nda mizahî bir kasideyle yer etmiş olması.
‘Bir sarı hatun idi sadrázamı’’
İşte, Dr. Cem Dilçin'in kaleme aldığı 53 mısralık ‘‘medhiye’’den şiirin orijinal dili ve vezniyle birkaç mısra... Medhiyenin bu bölümlerini eski edebiyat meraklılarının merakını gidermek için veriyorum ama bugün anlaşılması zor olan bazı kelimelerin yerine aynı vezinle yenilerini koymadan da edemedim:
‘‘Atatürk'tür cümle Türk'ün átası
Bu da oldu dul ve yetim bábası
Parlamenter sisteme olunca şef
Bábalık ismi ona verdi şeref
Başvezîr oldu yedî kez ol vezir
Ál-i Osman'da dahi yok böyle pîr
Arada tahtı kapardı başkası
Lákin hep elinde idi şapkası
Onun için tahtı dáim durmadı
Şapkasını kimseye kaptırmadı
Doğduğu yer ise İslámköy idi
Gittiği son köy de Hamzakoy idi
Ondan oldu ona özgürlük rolü
Şapkası dahî demokrat sembolü
Her muhalif ona karşı tuttu sáf
Herkese oldu ama o bitaraf
Ona dendi gerçi báraj kralı
Pek sevaptır dense GAP'ın kralı
Sarı bir hatun idi sadrázamı
Amma nizamdan yana yoktu gamı
Söyleşirmiş pek güzel Frenkçe'yi
Konuşamaz imiş hátun Türkçe'yi
Bu Süleymán oldu şahların şahı
Sonra Asya Türkünün de ağası
Tanrı onun tahtını kaim ede
Sağlık ile ömrünü dáim ede
Doğru yoldan Hak onu saptırmaya
Taht ve tácın kimseye kaptırmaya’’
Beyler, biraz arşivlere bakın
İstanbul Devlet Opera ve Balesi Nazım Hikmet'in ‘‘Ferhad ile Şirin’’ini sahneye koydu ve sanat çevrelerinde yer yerinden oynadı. Gazeteler ve TV'ler Ferhad ile Şirin'in İstanbul'da ilk defa sahnelendiğini söyleyip eseri yere göğe sığdıramadılar.
Bu konuda yazılıp çizilenleri okuyunca ‘‘Ben Ferhad ile Şirin'i İstanbul'da daha önce seyretmiştim’’ diye düşündüm, şöyle bir durup hafızamı yokladım ve hatırladım: Bale 1970'lerde o zamanın ‘‘Opera Binası’’ olan bugünün AKM'sinde sahneye konmuştu. Oynayanlar Ankara Opera ve Balesi'nin sanatçılarıydı ve beşkentteki temsil daha sonra İstanbul'a getirilmişti. Yalnız arada küçük bir fark vardı ve fark balenin ismindeydi: İlk sahnelenişte ‘‘Ferhad ile Şirin’’ denmemiş, eserin Rusça ismi olan ‘‘Legende o Lubvi’’ Türkçe'ye çevrilmiş ve balenin adı ‘‘Bir Aşk Hikáyesi’’ yapılmıştı. Mehmene Banu'yu yani başrolü Meriç Sümen mükemmelen oynuyor ve Arif Melikov'un nefis müziği seyirciyi mestediyordu.
Dolayısıyla şimdi, bundan senelerce önce hem Ankara'da hem İstanbul'da sahnelenen Ferhad ile Şirin'in ‘‘Türkiye'de ilk kez oynandığı’’ yolunda bizim basında çıkan ve buram buram reklam kokan bu yanıltıcı haberlerin kaynağını merak ediyorum. Acaba birileri her zaman olduğu gibi Nazım'ın sırtından bir işler mi yapıyor dersiniz?
Paylaş