Paylaş
Önceki gün yayınlanan Milli Güvenlik Kurulu bildirisi bana bir başka bildiriyi, bundan tam 89 yıl önce 19 Nisan 1919'da Hareket Ordusu Kumandanı Hüseyin Hüsnü Paşa'nın yayınladığı metni hatırlattı... Her iki metin, cümle yapılarından kelimelerine kadar birbirinin neredeyse aynısıydı...
Milli Güvenlik Kurulu geçen cuma günü yeniden ‘‘irtica’’yı tartıştı. Toplantı altı saat devam etti ve her zamanki gibi bir de bildiri yayınlandı.
Bildiri o gece bütün televizyonlarda ilk haberdi. Metnin tamamı defalarca okundu, dinledim ve ‘‘Bu ifadeleri, bu cümleleri bir yerlerden hatırlar gibiyim’’ dedim kendi kendime... Sonra kalktım, nereden hatırladığımı çıkartabilmek için ciltler dolusu kitabın sayfalarını çevirdim ve nihayet buldum: Bildiri sanki 1998'in 27 Mart'ında değil, 1909'un 19 Nisan'ında kaleme alınmıştı ve altında Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği yerine ‘‘Hareket Ordusu’’nun kumandanlarından Hüseyin Hüsnü Paşa'nın imzası vardı...
Ayrıntılarını bilmeyenler için eski takvimle 31 Mart, yenisiyle 13 Nisan sabahı başlayan olayları kısaca hatırlatayım: Zamanın hükümdarı Sultan Abdülhamid'in Meşrutiyet'i ikinci defa ilân etmesinin üzerinden henüz bir yıl bile geçmemişti... Selânik'ten getirilip Taşkışla'ya yerleştirilen askerler komutanlarını hapsedip ‘‘şeriat isteriz’’ haykırışlarıyla sokaklara dökülmüşler, şehri bir anda bir isyan kaplamış, bazı milletvekilleri kurşunlara hedef olurken birkaç subay da linç edilmişti...
İmparatorluğun başkenti tam 11 gün boyunca şeriat çığlıklarına, kurşunlara ve tetik çeken askerlere katılan medrese mollalarına teslimdi. Birkaç gün sonra Selânik ve Balkanlar'dan İstanbul'a adına ‘‘Hareket Ordusu’’ denilen birlikler girmeye başladı. Şehirde günlerdir havaya açılan ateşlerin yerini bu defa da sokak çatışmaları almıştı. Hareket Ordusu 24 Nisan'da şehrin tamamına hakim oldu, birkaç gün sonra şehrin dört bir yanında darağaçları kuruldu, 27 Nisan'da Abdülhamid tahtından indirilip Selânik'e yollandı...
Hareket Ordusu'na bağlı birlikler 19 Nisan'da şehrin varoşlarını ele geçirdiği sırada, ordunun o zamanki kumandanı Hüseyin Hüsnü Paşa, İstanbul halkına hitaben bir bildiri yayınladı... ‘‘Adi kişisel menfaatleri için yalandan din kisvesine bürünenlerin yasaların gerektirdiği cezalardan kurtulamayacaklarını’’ söylüyor, ‘‘anayasanın üzerinde hiçbir kanunun ve kuvvetin olmadığını’’ anlatıyor, ‘‘Mutluluğumuzun güvencesi olan anayasamızın da ayaklar altına alınmak istendiğini görüyoruz’’ diyordu.... Üslup, Milli Güvenlik Kurulu'nun tam 89 yıl sonra ‘‘...bazı kişi ve kuruluşlar halkımızın kutsal din duygularını istismar ederek şahsi nüfuz ve siyasi çıkar sağlama çabalarını sürdürüyorlar’’ ifadesiyle neredeyse aynıydı... Ve en önemlisi 1909'daki ‘‘Din bilginleri başımızın tacıdır. Fakat melânetleriyle adi kişisel menfaat temin etmek maksadıyla yalandan din kisvesine bürünerek şerefli İslam dinini zayıflatmaktan çekinmeyip bozgunculuğa kalkışan bir takım ...çıkarcılar’’ ifadesi 1998'de ‘‘Yasal işlemler uygulanırken samimi inanç sahibi mütedeyyin vatandaşlarımızı rencide edici beyan ve hukuk dışı işlemlerden kaçınılması’’ haline geliyordu...
İşte, 89 yıl arayla yayınlanan iki ayrı bildirinin bazı maddeleri... Okuyun ve Türkiye'de 89 yıldan beri bazı şeylerin neden bir türlü değişmediğinin sebebini siz bulun...
19 Nisan 1909: Hareket Ordusu Bildirisi
Din bilginleri başımızın tacıdır. Fakat melânetleriyle adi kişisel menfaat temin etmek maksadıyla yalandan din kisvesine bürünerek şerefli İslam dinini zayıflatmaktan çekinmeyip bozgunculuğa kalkışan bir takım ...çıkarcılar, yasaların gerektirdiği muameleyi göreceklerdir.
27 Mart 1998 Milli Güvenlik Kurulu Bildirisi
Samimi inanç sahibi mütedeyyin vatandaşlarımız rencide edilmeyecektir. Ancak bazı kişi ve kuruluşlar halkımızın kutsal din duygularını istismar ederek şahsi nüfuz ve siyasi çıkar sağlama çabalarını sürdüren, rejim aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı tedbirleri istismar edenlere kanunlar uygulanacaktır.
Bir sultanın medyada başına gelenler
TV'lerde ve gazetelerde rahmetli Hanzade Sultan hakkında bir haftadır söylenen herşeyin kaynağı, benim geçen hafta bu sayfada çıkan yazımdı. Ama alıntı yapmayı bile beceremeyenler sultanın hayatından söz etmeye kalkınca herşeyi birbirine soktular.
Hanzade Sultan, Sultan Vahideddin'in torunuydu. Paris'te yaşıyordu, 19 Mart'ta vefat etti, cenazesi İstanbul'a getirildi ve önceki gün Aşiyan Mezarlığı'na, annesi Sabiha Sultan'ın yanına defnedildi.
Mısır hanedanından Prens Muhammed Ali İbrahim'le evlenmişti. Aile tarafından Osmanlı, evlilik dolayısıyla da Mısır prensesiydi ve vefatı hem Mısır, hem Türk basınına konu oldu. Ölümüyle ilgili haberleri veren Mısır gazeteleri başta Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'le Başbakan Kemal Ganzuri olmak üzere Mısır''ın en üst düzey yönetiminin ailesine gönderdiği taziye mesajlarını yayınladı, Bizim TV'ler de Bebek Camii'ndeki cenaze merasiminden görüntüler verdiler.
TV'lerdeki görüntüler aynı ama söylenenler tamamen farklıydı... Meselâ Bir TV kanalı ‘‘Hanzade Sultan’’ı ‘‘Hanedan Sultan’’ yaparken bir başkası Dolmabahçe Sarayı'nda doğmuş olan Hanzade Osmanoğlu'nu Topkapı Sarayı'nda dünyaya getiriverdi... Sultan Vahideddin Türkiye'den 1922'de ayrılmış, torunu Hanzade Osmanoğlu 1925'te doğmuştu ama bir diğer haber programında doğumundan üç yıl önce, 1922'de, dedesiyle beraber sürgüne yollandı... Derken, kanallardan biri Mısır'da ‘‘Prenses İbrahim’’ unvanıyla senelerce yaşamış olan Hanzade Sultan'ı her nasıl olduysa oldu, Mısır'a ‘‘sürgün’’ etti... Bu sırada ekranda Sultan Vahideddin yerine Sultan Reşad'ın görüntüleri akmadaydı...
Gazete haberlerinin de aynı ‘‘çizgide’’ olması gerekirdi ve oldu... Bir gazetenin Paris muhabiri Hanzade Sultan'ın halen İstanbul'da yaşayan ablası Neslişah Sultan'ı kâğıt üzerinde ahrete gönderdi ve iki kardeşi Aşiyan'da aynı mezara defnetti, oldu, bitti...
Hanzade Osmanoğlu'yla ilgili bütün bu haberlerin kaynağı, geçen hafta bu sayfada çıkan ‘‘Hanedanın en güzel sultanı artık yok’’ başlıklı yazımdı... TV'lerle gazetelerde ailesi ve hayatı hakkında verilen bütün bilgiler yazımdan alınmıştı... Ben doğrusunu yazmıştım ama bir alıntıyı bile beceremeyenler doğruları işte bu hale getirmişlerdi...
Hakkı Devrim, Radikal'deki köşesinde Türk basınından bahsedip ‘‘Utanılacak haldir!’’ derken çok haklıymış...
19 Nisan 1909:
Hareket Ordusu Bildirisi
Din bilginleri başımızın tacıdır. Fakat melânetleriyle adi kişisel menfaat temin etmek maksadıyla yalandan din kisvesine bürünerek şerefli İslam dinini zayıflatmaktan çekinmeyip bozgunculuğa kalkışan bir takım ...çıkarcılar, yasaların gerektirdiği muameleyi görmekten elbette kurtulamayacaklardır.
Milletimiz, hayatının ve geleceğinin tek kefili olan meşrutiyetin yaralanmak, ...ulusal mutluluğumuzun güvencesi anayasamızın ayaklar altına alınmak istendiğini gördü.
Hareket Ordusu'nun amacı ve görevi meşru hükümeti bir daha hiç kimsenin sarsamayacağı şekilde güçlendirmek, ...anayasanın üzerinde hiçbir kanunla kuvvetin olmadığını ve olmayacağını isbat etmek, meşrutiyetin istikrarlı bir şekilde işlemesinden memnun olmayan vatan ve millet hainlerine gözlerini açmaları için son ve kesin bir ders vermektir.
Milletvekillerinin güvenine sahip bulunan ...Bakanlar Kurulu üyelerinin hayatları güvende olacak, anayasanın kendilerine verdiği haklar korunacak, genel sükun yeniden sağlanacaktır.
Vatanın selâmetinin ve milletin mutluluğunun gerekli kıldığı bu askeri icraat sırasında memleketin iç güvenliğinin ...ve halkın hayatıyla malının korunması için her türlü tedbir alınacaktır.
27 Mart 1998: MGK Bildirisi
Bazı kişi ve kuruluşların halkımızın kutsal din duygularını istismar ederek şahsi nüfuz ve siyasi çıkar sağlama çabalarını sürdürdükleri, rejim aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı tedbirleri istismar ederek İslam dinine karşı alınmış gibi göstermek istedikleri ve bu yönde çeşitli faaliyetler içinde bulundukları saptanmıştır.
Yasal işlemler uygulanırken samimi inanç sahibi mütedeyyin vatandaşlarımızı rencide edici beyan ve hukuk dışı işlemlerden kaçınılması; bu mücadelenin demokratik, laik, hukuk devleti kuralları içerisine yürütülmesinin gerektiği belirlenmiştir.
Paylaş