Atatürk, Vahideddin’in torununa diplomatik pasaport verdirtmişti

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Ege'deki Kısmet Otelleri'nin sahibi olan ve geçen çarşamba günü hayata veda eden Hümeyra Özbaş, Osmanlılar'ın son hükümdarı Sultan Vahidedin'in torunuydu. 1924 Mart'ında daha yedi yaşındayken hanedanın bütün mensuplarıyla beraber sürgüne gönderilmişti. Prusya Harp Akademisi mezunu alan babası İsmail Hakkı Bey Kurtuluş Savaşı'na katılmıştı ve Atatürk'ün gönlü siláh arkadaşlarından birinin kızının sürgünde ‘‘vatansız’’ olarak yaşamasına razı olmadı. Sultan Vahideddin'in torunu Hümeyra ‘‘Hanımsultan’’ın sürgünü, 15 Şubat 1937'de Atatürk'ün talimatıyla verilen diplomatik bir pasaportla son buldu.

Kuşadası'ndan geçen perşembe günü bir cenaze kalktı: Osmanlılar'ın son hükümdarı Sultan Vahideddin'in torunu Hümeyra Özbaş ‘‘Hanımsultan’’ın cenazesi. Hanımsultan'ın İstanbul'da bundan 83 sene önce saraylarda başlayan hayatı seneler boyu devam edecek bir sürgüne uğramış; filimleri ve macera romanlarını bile geride bırakacak gibisinden bir ömür sürmüştü. Bu ömür sonraları ‘‘başarılı bir iş kadını’’ kimliği aldı ve çarşamba sabahı Ege'nin en güzel köşelerinden biri olan Kuşadası'ndaki Kısmet Oteli'nde noktalandı.

Hümeyra Özbaş'ın vefatına ve cenazesine gazeteler geniş yer verdiler. Onunla ilgili olarak çıkan haberlerde ‘‘Sürgünde bulunduğu sırada Atatürk'ün verdiği özel izinle Türkiye'ye gelmişti’’ gibisinden üstü kapalı bir cümle geçiyordu.

İşte, mahiyeti pek bilinmeyen bu ‘‘özel iznin’’ belgeli öyküsü...

YEDİ YAŞINDA SÜRGÜN

‘‘Hanımsultan’’ın annesi Ulviye Sultan son padişahın kızı, babası İsmail Hakkı Bey ise son sadrazamın oğluydu. Prusya Harp Akademisi'ni bitirmiş profesyonel bir askerdi, İstiklál Savaşı'nın başlamasından sonra gizlice Anadolu'ya geçip Milli Mücadele'ye katılmış ve bu yüzden karısından boşanmıştı.

Hiláfetin 1924'ün Mart'ında kaldırılmasından sonra Osmanlı ailesinin tamamı Türk vatandaşlığından çıkartılıp Türkiye'den sınırdışı edilmişti ve gidenler arasında o sırada yedi yaşında olan küçük Hümeyra da vardı.

‘‘Hanımsultan’’ sürgünde, babası İsmail Hakkı Bey ise Türkiye'deydi. Türkiye artık cumhuriyet olmuş, İsmail Hakkı Bey askerliği bırakıp dışişlerine geçmişti. Resmen hariciye mensubu görünüyor ama yeniden şekil verilen Türk istihbarat teşkilátının kurucuları arasında yer alıyordu.

ASKERİN BAĞLILIĞI

Kızına duyduğu hasreti bir gün çekine çekine eski başkumandanına, Reisicumhur Mustafa Kemal Atatürk'e açtı. Belki ‘‘Senin kızın hanedan mensubu. Hanedandan olanlar Türkiye'ye ebediyyen giremezler ve dolayısıyla kızın da giremez. Bunun böyle olabileceğini saraya damad olurken düşünseydin’’ gibisinden bir cevap bekliyordu ama hiç de öyle olmadı. Paşa ‘‘Kızını pasaportuna yazdırıp getirmesini’’ söyledi. Sonra ‘‘Ama kimseye sakın birşey söyleme. Bir terslik çıkacak olursa da bana haber ver’’ dedi ve Sofya'daki Türk sefirine Hümeyra adına hemen diplomatik bir pasapot verilmesi talimatını gönderdi.

Sofya Büyükelçiliği'nde 1937'nin 15 Şubat'ında hazırlanan 13-37 sıra numaralı pasaportun ‘‘isim ve veriliş sebebi’’ hanesinde ‘‘Filibe Başkonsolosu İsmail Hakkı Okday'ın kızı Hümeyra Okday, Türkiye'ye ve ecnebi memleketlere gitmekte olduğundan’’ deniyordu; en arka sayfada ‘‘Türkiye Cumhuriyeti Hariciye Vekáleti Protokol Umum Müdürlüğü’’nün damgası vardı. Hümeyra aslında yasaklıydı, Türkiye'ye değil girmesi, Türk topraklarından transit geçmesi bile mümkün değildi ama talimat en büyük yerden gelmişti. Sultan Vahideddin'in torunu Hümeyra ‘‘Hanımsultan’’ Türkiye'ye Atatürk'ün verdiği izinle girebilen ilk ve tek hanedan mensubu oluyor, taşıdığı kırmızı kapaklı pasaport da devlet başkanlığı koltuğunda oturan bir başkomutanın kendisine sadakatten ayrılmamış eski bir siláh arkadaşına gösterdiği vefanın belgesi halini alıyordu.

EMNİYETTE PARMAK İZİ

Genç bir kızın diplomatik bir pasaportla İstanbul'la Sofya arasında mekik dokuması, Kahire'den Peşte'ye gidip gelmeleri hatta bazan Atina'ya uğraması başkalarının dikkatini çekti. Hümeyra, İstanbul'a gelişlerinden birinde gözaltına alındı ve zamanın İstanbul Emniyet'i olan Sansaryan Hanı'na götürüldü. Babası İsmail Hakkı Bey Sofya'daydı, hastalığı artık iyice ağırlaşmış olan Atatürk'e bir türlü ulaşamadı ama emniyettekiler de işi fazla kurcalamadılar. Genç kıza ‘‘Haydi git ve buralara bir daha sakın ha gelmeye kalkma’’ dendi, pasaportu elinden alınmadı ama hanımsultan sınırdışı edildi.

Hümeyra Hanım Sansaryan Hanı'nda yaşadıklarını seneler sonra ‘‘Hırsızı, canisi, katili, hepsi oradaydı. Parmak izlerimi alıp fotoğraflarımı çektiler, sonra bir de numara verdiler. Ne kadar ağırıma gittiğini ifade edecek kelime bulamıyorum. Suçumu soranlara 'Memleketime girmek' diyordum ve herkes şaşırıyordu’’ diye anlatacaktı.

ÇOCUKLARA KANUN

Çankaya'ya ertesi sene babası İsmail Hakkı Bey'in bir başka siláh arkadaşı, İsmet İnönü çıktı ve Osmanlı Hanedanı'nın babaları asker olan bazı mensuplarının senelerdir devam eden memleket hasretine 1939'da nihayet verildi. Sürgünde olan asker çocuğu sadece İsmail Hakkı Bey'in kızı Hümeyra değildi; bir zamanlar imparatorluğun kaderini tek başına elinde tutan Enver Paşa'nın çocukları da anneleri ‘‘sultan’’ oldukları için Türkiye'ye giremiyorlardı. Büyük Millet Meclisi'nin 1939'un 5 Temmuz'unda kabul ettiği 3662 sayılı dört maddelik kısa bir kanunla sürgündeki asker çocuklarının hepsini yeniden Türk vatandaşlığına alındı. İlk maddede ‘‘Ölü General Enver'in çocukları Mahpeyker, Türkán ve Ali ile biraderi Kámil kızı Rana'nın ve İsmail Hakkı'nın kızı Hümeyra'nın Türk vatandaşlığına kabul ve Türkiye'ye gelmelerine müsaade edilmiştir’’ deniyordu.

DÖNÜŞ YILLAR SONRA

Asker geleneksel dayanışmasını göstermiş, ‘‘Vahideddin'in torunu’’ yahut ‘‘Enver Paşa'nın çocukları’’ denmemiş, asker çocuklarının sürgünde sıkıntı çekmelerine ve ‘‘vatansız’’ kalmalarına izin verilmeyerek hepsi memlekete getirilmişti. Hanedanın öteki kadın mensupları ise Türkiye'ye dönebilmek için Adnan Menderes Hükümeti'nin 1952'de hazırlayacağı kanunu bekleyeceklerdi.

MAÇI SEYREDEMEDİ

Hümeyra ‘‘Hanımsultan’’ın kırmızı pasaport öyküsü işte böyle. Kuşadası'nda geçen perşembe günü onu 56 yıllık eşi Halil Özbaş'la, ailesiyle ve bütün dostlarıyla ve beraber ‘‘Şahbaba’’sının yanına uğurladığımız sırada hepimiz üzgündük ama benim asıl üzüntüm herkesin sevgilisi olan zarif hanımsultanın o gün oynanacak olan Galatasaray-Arsenal maçını görememesiydi. Galatasaray'ın kupayı alacağından öylesine emindi ki, ‘‘Çocukların zaferini şık bir şekilde karşılamam lázım. TV'nin önüne saçımı yaptırıp oturacağım’’ demiş ve kuvaförüyle randevulaşmıştı.

Hanımsultan’dan bir ‘‘Mustafa Kemal Paşa Marşı’’ anısı

‘‘...Refet Paşa'nın ordularının Istanbul'a girmesinden sonra her tarafta bayram yapılıyor, her yerde ‘‘Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa / İsmin yazılmalı mücevher taşa’’ diye bir marş söyleniyordu. Bu marşı İstanbul'dayken ben de ezberlemiştim. Dışarı gitmemize hep kadar hep söylerdim. Birgün Villa Manolya'da, Şahbabam'ın (Sultan Vahideddin'in) penceresi altında dayımla (Sultan Vahideddin'in tek oğlu Şehzade Ertuğrul Efendi) oynarken yine bu marşı söylüyorduk. Kalfalardan biri geldi, ‘‘A cicim, Şahbabanızı kızdırmak mı istiyorsunuz? Hiç 'Yaşa Mustafa Kemal Paşa' olur mu, 'kahrolsun' deyin’’ dedi. Çocukluk işte... İnandık, ‘‘Kahrol Mustafa Kemal Paşa’’ diye söylemeye başladık. Birden, Şahbabam'ın üst kattaki dairesinin penceresi açıldı. Dışarıya sarkarak, ‘‘Çabuk buraya gelin’’ diye bağırdı. Çok kızgındı. Onu, ilk defa böyle görüyordum. Dayımla beraber korka korka yukarı çıktık.

Şahbabam'ın ciğerlerinden biri yoktu ama üstüste ‘‘Regie Turc’’ sigarası içer, birini söndürmeden öbürünü yakardı. Kehribar bir ağızlığı vardı. Masasının üzerinde hep büyük bir ‘‘Regie Turc’’ paketi durur, külleri Bergama işi, içi su dolu bir kaseye atardı. Odasına girdiğimizde rengi kıpkırmızıydı. Şahbabamı ilk defa böyle hiddetli görüyordum. O güne kadar hiç kimseye değil bağırdığını, yüksek sesle konuştuğunu bile işitmemiştim. İzmariti önündeki su dolu kaba attı. ‘‘Cızzz’’ diye çıkan sesi, aradan bu kadar sene geçiş olmasına rağmen, hálá unutamam.

Bize, ‘‘Bu marşın sözlerini kim değiştirdi?’’ diye sordu. Dayımla titreye titreye olanları anlattık. ‘‘Cahil kalfa’’ diye bağırdı. Elleriyle kendi dudaklarının iki yanını tuttu, ‘‘Bana bakın!’’ dedi, ‘‘Bir daha böyle bir şey söylediğinizi duyarsam ağzınızı böyle tutar, kulaklarınıza kadar ayırırım. Mustafa Kemal bir Türk askeridir, Türk paşasıdır ve benim paşamdır. Hiçbir Türk askerine hakaret edilmesine izin vermem’’

(Benim ‘‘Son Osmanlılar’’dan)

Sanremo’dan Kuşadası’na

Hümeyra Özbaş, son Osmanlı hükümdarı Sultan Vahideddin'in kızı Ulviye Sultan'la son Osmanlı sadrazamı Ahmed Tevfik Paşa'nın oğlu İsmail Hakkı Bey'in tek çocuğuydu.

Babası İsmail Hakkı Bey, Kurtuluş Savaşı'nın başlamasından hemen sonra karısında boşandı, Anadolu'ya gidip Milli Mücadele'ye katıldı ve savaştan sonra askerlikten istifa ederek Dışişleri Bakanlığı'na geçti.

Büyük Millet Meclisi'nin 1924'ün 3 Mart'ında hiláfeti láğvedip Osmanlı Hanedanı'nı sürgüne gönderen 431 sayılı yasayı kabul etmesi üzerine, o sırada yedi yaşında olan Hümeyra 'Hanımsultan' da hanedan mensuplarıyla beraber Türk vatandaşlığından çıkartıldı ve bir hafta sonra Türkiye'den sınırdışı edildi. Annesi Ulviye Sultan yeniden evlenmiş, hayatını Zülüflü İsmail Paşa'nın torunlarından Ali Haydar Bey'le birleştirmişti. Hep beraber Güney İtalya'nın San Remo kasabasına gidip Ulviye Sultan'ın orada sürgünde yaşayan babası Sultan Vahideddin'in yanına yerleştiler. Hükümdarın 1926 Mayıs'ında ölmesinden sonra bir ara Fransa'ya oradan da Mısır'a gidildi ve Kahire'in Maadi semtinde bir eve yerleşildi.

Hümeyra 'Hanımsultan', İkinci Dünya Savaşı öncesinde Birleşik Amerika'ya gitti. Amerika'nın Sesi Radyosu'nda Türkçe haber spikerliği yaparken bir yandan Princeton Üniversitesi'nde Türkçe dersleri veriyordu. Hayatını Princeton'da ziraat mühendisliği okuyan bir Türk genciyle, Söke'nin en büyük arazi sahiplerinden birinin oğlu olan Halil Özbaş'la birleştirdi. Savaş bitince Türkiye'ye dönüp Söke'deki çiftliğe yerleştiler, sonra otelciliğe el attılar ve bugün Ege'nin önde gelen otellerinden olan 'Kısmet' zinciri Hümeyra Özbaş'ın yıllar süren didinmeleri sayesinde doğdu.

Yazarın Tüm Yazıları