Aşil’in Hektor'u vurduğu yer bulundu

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Truva'da yapılan son kazılar, yüzyıllardır tartışılan iki konuya açıklık getirdi: Antik kentin eski bir Yunan yerleşim merkezi değil, her yönüyle Anadolu'ya mahsus bir şehir ve bugüne kadar efsane olarak kabul edilen Truva Savaşları'nın da gerçek olduğunu. Truva'daki son buluntular, savaşları anlatan tek kaynak olan Homer'i bütünüyle doğruluyor.

Tarihler, Mustafa Kemal Paşa'nın, büyük zaferden sonra İzmir'e uzanırken beraberindekilere ‘‘Truva'nın öcünü aldık’’ dediğini yazarlar. Paşa binlerce sene önce Yunan istilâsıyla ortadan kalkan Truva'yı Yunan değil ‘‘Anadolu şehri’’ saymakta, zarif bir benzetme yapmakta ve Anadolu'nun Yunan'dan intikamını binlerce sene sonra da olsa aldığını söylemektedir.

Mustafa Kemal'in Truva'yı Anadolu uygarlığı kabul etmesindeki haklılığın bilimsel açıklaması, 70 küsur sene sonra geldi. Ben bu açıklamayı geçen hafta gittiğin Truva'da, antik şehri on seneden beri kazan Alman arkeolog Prof. Manfred Korfman'dan dinledim. Kazıları Mercedes-Benz firması finanse ediyordu ve son on yılda çok önemli iki sonuç alınmıştı: Şehrin yeni bulunan bronz mührü eski Yunanca değildi, Anadolu'da binlerce sene önce konuşulan Luvi dilinde kazılmıştı. Toprağın metrelerce altından çıkartılan evler de Yunan özelliği taşımıyorlardı; ve Anadolu'ya mahsustular...

İkinci sonuç ise bilim dünyasını, özellikle de tarihçileri artık yeniden değerlendirmeler yapmaya itecek mahiyetteydi: Truva Savaşları'ndan tek bir kaynakta, İsa'dan önce sekizinci asırda yaşamış olan Homer'in meşhur destanı ‘‘İliada’’da söz ediliyor, savaşın başka hiç bir yerde kaydı bulunmuyor, kentin Yunan tarafının ‘‘tahta at’’ sahtekârlığıyla düşmesinin öyküsü de sadece orada geçiyordu.

Modern tarihçilere göreyse savaş sadece Homer'in hayalindeydi ve asla yaşanmamıştı.. Truva'daki son kazılar, bu fikirleri kökünden değiştirdi: Homer'in yazdığı herşey doğruydu, savaşlar olmuştu; zira destanın en önemli, batı edebiyatının da en trajik parçalarından biri sayılan ‘‘Hektor'un Ölümü’’ şiirinde anlatılanların gerçek olduğu ortaya çıkmıştı. Homer, Truvalı Hektor'la Yunanlı Aşil'in ‘‘Bir incir ağacının altında, içerisinde biri sıcak diğeri soğuk iki su kaynağının aktığı ve Truva kadınlarının çamaşır yıkama mekânı olan mağaranın önünde dövüştüklerini’’ söylüyordu. Asırlardır aranan mağara geçen yaz ortaya çıktı. Truva hakkında bilinen herşey şimdi yeniden gözden geçirlecek.

Truva'nın bundan sonra yazılacak olan gerçek tarihinin ana hatlarını Prof. Korfmann'dan Homer'in mağarasının önünde dinlerken gözlerim mağaranın üzerinde hâlâ varolan incir ağacına takıldı. Homer'den beri orada kaç ağaç yeşermiş, sonra çürümüş, toprağa karışmış ve yeniden doğmuştu, kimbilir... Derken, Anadolu'da binlerce sene öncesinden gelen o tohumun gücünü hayal ettim... Ab-ı hayat, yani ölümsüzlük iksiri içmişcesine hâlâ dipdiriydi ve İliada'yı doğrulamadaydı...

Destanın 23. kitabı, tanrıça Athena'nın da aynı sırrın merakında olduğunu yazıyordu zaten... Athena, babası tanrı Zeus'a ‘‘Sen! Işığın, bulutun ve fırtınanın hâkimi olan babam’’ hitabından sonra soruyordu: ‘‘Ölümün keskin kuvveti bu faninin kaderine neden bir türlü hâkim olamıyor? Her işin sebebini ve doğrusunu sadece sen bilirsin ama, yoksa bu faniyi de bizler gibi ölümsüz mü kıldın?’’

PKK vasisi İtalya'nın yaptığına bakın!

Sadece modasıyla, pizzasıyla, spor arabalarıyla ve güzel kadınlarıyla bildiğimiz İtalya'nın bir başka çehresini ‘‘Kürt Parlamentosu’’ ismini takınıp Roma'da toplanan bir grup sayesinde farkettik. O çehreyle, yani topraklarımızı işgal eden ve savaş esirlerini bile ipe çeken İtalya'yla aslında çok önceden tanışıyorduk ama unutmuştuk.

Cumhuriyet nesilleri olarak bizler, İtalya'nın sadece ‘‘güzel’’ yüzünü tanıdık; onu hep modasıyla, pizzasıyla, şık spor arabalarıyla bildik. ‘‘İtalya’’ denince hatırımıza Marcello geldi, Sophia'nın göğüsleri hayal edildi, günün birinde kırmızı bir Ferrari'nin direksiyonuna geçme ruyalarına dalındı. Ortada bazan ‘‘Sicilya’’ ve ‘‘mafya’’ diye birtakım sözlerin dolaştığı da vakiydi ama o tatlı hayalden asla uyanılmadı.

İşte böyle şık ruyalar içerisinde bugünlere kadar kadar geldik ve ‘‘Kürt Parlamentosu’’ ismini takınan bir grubun hafta başında Roma'da toplandığını öğrendik. Derken, İtalya'nın toplantıyı teşvik ettiğini duyunca şaşırdık. Zira ‘‘Roma’’ bizler için tatlı bir hayattı, şuh kadınlar, yakışıklı erkekler ve ince boyunlu Grappa şişeleri demekti ve o İtalya'da böyle işlere yer yoktu.

Halbuki aynı İtalya'nın hakiki çehresini bir zamanlar çok iyi bilirdik ama unutmuştuk. İşte, artık hatırlamadığımız, ders kitaplarında bile sadece birkaç satırla geçiştirdiğimiz ‘‘öteki’’ İtalya'yla kan, acı ve ıztırap dolu bir hatıramız:

Libya'nın İstanbul'dan giden valiler tarafından idare edildiği günlerde, 1911 sonbaharında, İtalya Trablus'a asker çıkarttı. Aralarında Mustafa Kemal'le Enver Beyler'in de bulunduğu gönüllülerin mücadelesi Roma'nın sonuç almasını hayli geciktirdi ama Tobruk, Derne, Bingazi ve nihayet bütün Libya zamanla İtalya'nın eline geçti.

Mücadele çok kanlı oldu. İşgale karşı çıkanlar arasında Libyalılar da vardı. Bizimle omuz omuza çarpıştılar ve İtalya'nın gerçek yüzünü yakalandıkları zaman gördüler: Neredeyse tamamı darağaçlarında can verdi.

İşte bu akıbeti ve İtalya'nın öteki yüzünü gösteren iki adet fotoğraf: Birbirlerine zincirlenip Trablus sokaklarından halkın duası ve işgalci birliklerin hakaretleri arasında idam sehpasına götürülen 14 mücahid. Suçları işgale karşı çıkıp bizim tarafımızı tutmaları... Akıbetlerini yazmaya ise lüzum yok, bir sonraki karede herşey görünüyor...

1950'lerin dillerden düşmeyen ‘‘Elveda Roma’’ şarkısını hâlâ hatırlayan acaba kaç kişi kaldı?

Perili Köşk'ü kim yıktırdı

Rumelihisarı'nda pek bir garip, garipliğinden de öte ürkütücü bir bina vardı. Sahilin hemen gerisindeki bir kayanın üzerinde yükselirdi ve ‘‘Perili Köşk’’ denirdi oraya... Binayı ilk gördüğünde ürpermeyen hemen hiç kimse yoktu.

Köşk zamanla harabeye döndü ve geçenlerde tamamen ortadan kalktı. Ama kendiliğinden yıkılmadı, akıbeti çok daha acı oldu: Tarihi mekânları ve çevreyi korumakla vazifeli bir kurulun, ‘‘Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’’nun gadrine uğradı ve o kurulun kararıyla yıktırıldı. Bir zamanlar perili köşkün yükseldiği kayanın üzerinde şimdi koskoca bir tahta perde var.

Bu konuda statik raporlardan tuğla meselelerine kadar daha çok şeyler yazacağım ama yolu bugünlerde Rumelihisarı taraflarına düşecek olanlardan bir ricam var: Başınızı kaldırıp bakın ve kısa bir müddet öncesine kadar hisarla beraber semtin alâmet-i farikası olan köşkün yerini alan tahta perdeyi ibretle seyredin. sonra âsâbınıza hâkim olun, sinirlenmeyin ve bir hafta sabredin. Korumacılığı kimselere bırakmayan ama korumacılık adı altında ‘‘yıkıcılık’’ yapan ve güzelim binayı restore değil yerle bir ettiren evlere şenlik raporda imzası bulunan ‘‘korumacı’’ profesörlerle mimarların isimlerini haftaya yayınlayacağım.



Yazarın Tüm Yazıları