Paylaş
Ermeni tasarısının kabul edilmesi hepimizi şaşırttı, ‘‘Dostumuz, müttefikimiz ve hayranı olduğumuz Amerika nasıl olur da bize böyle bir iş eder?’’ düşündük. Zira ‘‘Ermeni sorunu’’nu bundan 80 sene önce diline dolayıp dünya gündeme getiren, Anadolu'nun bir bölümünü de içine alan bir Ermeni devleti kurulması için kolları sıvayan ülkenin aynı Amerika olduğunu unutmuştuk. İşte, ‘‘soykırım’’ iddialarıyla ilgili olarak Washington'da bir zamanlar olup bitenlerin kısa bir öyküsü:
Amerikan Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komitesi'nin Ermeni tasarısını oylayıp kabul etmesi memleketi ayağa kaldırdı. Hepimiz şaşırdık, hayal kırıklığına uğradık, ‘‘Dostumuz, müttefikimiz ve daha da önemlisi hayranı olduğumuz Amerika nasıl olur da bize böyle bir iş eder?’’ düşündük.
Şaşırmakta haklıydık, zira ‘‘Ermeni sorunu’’nu bundan 80 sene önce diline dolayıp dünya gündeme getiren, hatta Anadolu'nun bir bölümünü de içine alan bir Ermeni devleti kurulması için kolları sıvayan ülkenin aynı Amerika olduğundan ya haberdar değildik, yahut biliyorduk ama unutmuştuk.
İşte, ‘‘soykırım’’ iddialarıyla ilgili olarak Washington'da bir zamanlar olup bitenlerin ve Beyaz Saray'ın başlattığı ‘‘Ermeni devleti kurulması’’ çabalarının kısa bir öyküsü:
Thomas Woodrow Wilson, Amerika'nın 28. başkanıydı ve 1913'ten 1921'e kadar iki dönem başkanlık yaptı. Sözde soykırım iddialarını ortaya atan ilk kişi de, Başkan Wilson'un Birinci Dünya Savaşı yıllarında İstanbul'daki Büyükelçisi olan Henry Morgenthau'dı. Büyükelçi Washington'a gönderdiği raporları ballandıra ballandıra yazdığı zulüm hikáyeleriyle dolduruyor ve Amerikan halkını 'Ermeniler'in yardımına' çağırıyordu.
Büyükelçinin iddialarına ilk kulak veren, bizzat Başkan Woodrow Wilson oldu. Amerikan basınını ve kamuoyunu ayağa kaldırdı, 'Ermeniler'e yardım' için ülke çapında bir kampanya başlattı, arkasından da 'Ortadoğu'ya Yardım Örgütü' adında bir teşkilát kurdurdu.
Büyükelçi Morgenthau ise iddialarını 1918'de kitap haline getirdi, kitabını 'Aydınlığa kavuşan dünya kamuoyunun Amerika'daki temsilciliğini yapan, küçük milletlerin haklarına saygı gösterilmesini yasalaştıran ve bu kitapta anlatılan suçların tarih sayfalarını yeniden karartmasını engelleyen kişi olan Woodrow Wilson'a' şeklinde cafcaflı bir cümleyle başkanına ithaf etti.
Wilson'un çabaları bu kadarla da kalmadı: Dünya savaşının galibi olan müttefiklerden gelen 'Kurulacak yeni Ermeni devletinin sınırlarını belirleme ve devleti Amerikan himayesi altına alma' teklifini büyük zevkle kabul etti.
O sırada Sevres Andlaşması da imzalanmıştı, başkan derhal işe koyuldu ve 'Ermenistan sınırlarının çizilmesi için' İstanbul'a General James Harbord'un başkanlığında bir askeri heyet gönderdi. Aynı günlerde Washington'da hem Temsilciler Meclisi hem de Senato Ermeniler konusunda Türkiye aleyhine üstüste kararlar çıkartmakla meşguldü.
Amerikan başkanının hevesini kursağında bırakan ilk engel, Şark Ordusu Kumandanı General Kázım Karabekir'den geldi. Kázım Paşa'nın Ermeni ordularını dağıtıp Ermenistan'ı masaya oturmaya zorlamasının ardından Kongre'deki Cumhuriyetçi Parti muhalefetinin sesi yükseldi ve Wilson'un tasarısı gündeme bile alınamadı. Lozan ise, bütün bu teşebbüsleri káğıt üzerinde bıraktı.
Ben, Amerikan Temsilciler Meclisi'nde yapılan oylamayla ilgili haber ve yorumları okurken işte vaktiyle olup bitmiş bütün bu işleri hatırlıyor ve 'Buna da şükür, ya işin başında Wilson gibi birisi olsaydı?' diyorum.
Ermeni lobisinin sözcülerini ‘‘bilim adamı’’ diye Boğaz sırtlarındaki üniversitelerine davet edip esip gürlemesini gıkı çıkmadan dinleyen ve utanmadan da alkışlayan ‘‘American educated’’ tarihçilerimizin kulakları çınlasın...
Ermenistan’ın haritasını
Amerikan başkanı bizzat çizdi
Sevr öncesinde 1920'nin 18-26 Nisan günleri arasında Güney İtalya'nın San Remo kasabasında biraraya gelen müttefik delegeler, anlaşma taslağı üzerinde geniş bir çalışma yaptılar. San Remo'da varılan kararlardan biri Türkiye'nin bazı doğu viláyetlerini de içine alan bir Ermenistan devleti kurulması ve bu devletin Amerika Birleşik Devletleri'nin himayesine verilmesiydi.
Konferans sonrasında, Dönemin Amerikan başkanı Woodrow Wilson önce Ermenistan devletinin sınırlarını belirleyen bir harita hazırladı, daha sonra himaye kararını onaylanması için 1920'nin 24 Mayıs günü Temsilciler Meclisi'ne sundu. Temsilciler Meclisi'ne karar tasarısıyla beraber gönderdiği mesaj daha sonra Ermeniler tarafından Türkiye’nin aleyhine hemen her vesileyle kullanılacaktı.
İşte, Başkan Wilson'un Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komitesi'nin bu hafta kabul ettiği tasarıya rahmet okutacak mesajının bazı bölümleri:
‘‘Senato'nun Dış İlişkiler Komitesi, Ermeni halkına karşı uygulanan soykırımla ilgili olarak tarafıma bir rapor gönderdi.
...Amerika Birleşik Devletleri halkı, Ermenistan'da hüküm süren üzücü durumdan, güvensizlikten, açlıktan ve sefaletten son derece etkilenmiş bir haldedir.
...Ermenistan'a duyulan sempati halkımızın sadece bir kısmının hissiyatı değildir. Bu sempati, bu ülkeyi oluşturan kadın-erkek büyük bir Hristiyan kütlenin, varlığının en kritik ánını yaşayan Ermeniler'e karşı olağanüstü, kendiliğinden oluşmuş samimi duygusudur. Bu büyük ve cömert halk, Ermeni sorununu kalbinde kendine máletmiştir.
...Kongre'ye çok kritik bir seçenek sunduğumun farkındayım. Ama bu teklifi Hristiyan halkların en büyüğünden kaynaklanan istek ve hevesle yapıyorum. Halkımızın Ermeniler'e karşı olan muhabbeti tertemiz hislerden, saf Hristiyan inancından, herhangi bir yerde açlık çeken Hristiyanlar'ı kurtarma duygusundan, onları sefil bir teb'a olmaktan kurtarıp ayakta durmalarını sağlayarak dünyanın hür ulusları arasında yer almalarını temin etme isteğinden kaynaklanmaktadır. Bizim bağımsız bir Ermenistan'ı tanımamız, halkının gerçek hürriyete ve vaad edilmiş mutluluğa kavuşması demektir’’
Çin’in derin devleti kendi lamasını seçti
İktidar, otorite ve güç kaygısı dünyanın en sert komünist partisini bile baştan çıkarttı: Resmen komünist ve dinsiz olan Çin, işgali altında tuttuğu Tibet politikası uğruna Buda'nın ‘‘ruhuyla’’ temas kurup Tibetliler için yeni bir dini lider seçti. Geçen hafta gittiğimiz Tibet'te işte böyle bir ‘‘Buda'nın ruhu’’ kavgası vardı.
Geçen hafta Tibet'teydim. Hürriyet'in düzenlediği Nepal, Tibet ve Hindistan gezisine katılıp iki günlüğüne Lassa'da, yani Tibet'in başkentinde kaldım.
Tibet'i, özellikle de dünya Budizminin lideri Dalay Lama'nın Lassa'daki sarayı Potala'yı taaa çocukluk yıllarımdan beri gezip görmeyi hayal ederdim. Kısmet olup da hem Lassa'ya hem de Potala'ya gidince, 30 küsur senedir nasıl boş bir hayale kapılmış olduğumu anladım. 1950'lerdeki Çin işgalinden sonra Tibet'in Tibetliği kalmamıştı ve dillere destan 13 katlı Potala duvarından merdivenine kadar hemen heryeri ibadet adına vıcık vıcık yabani öküz yağına bulanmış bir gaz odasına döndürülmüştü.
Ve, Tibetliği kalmamış olan bu Tibet'te Buda'nın ruhu birkaç seneden beri köşekapmaca oynamadaydı:
Budistler'in malum, iki büyük dini lideri vardı: Biri hem dini hem dünyevi en büyük otorite olan hepimizin bildiği Dalay Lama ve sadece dini işlerle uğraşan Pançin Lama. Her ikisinin de Buda'nın reenkarnasyonu olduklarına yani Buda'yı içlerinde taşıdıklarına inanılırdı.
Dalay Lama'yla Pançin Lama'nın seçilmeleri de bir alemdi. Eski lamaların ölmesinden hemen sonra yüksek dereceli Budist rahipler transa girip ölen Dalay veya Pançin Lama'nın ruhunun hangi bedene gittiğini arar, bulur, buldukları beden mutlaka küçük bir erkek çocuk olur, çocuğu seneler sürecek bir eğitimden sonra devletin ve dinin en tepesine oturturlardı.
Memleketinin Çin işgaline uğramasından sonra Hindistan'a iltica eden Dalay Lama 1959'dan beri orada yaşıyordu, Pançin Lama ise Tibet'te kalmıştı. İşte Budizm'in iki numaralı büyüğü olan Pançin Lama bundan 11 sene önce, 1989'un 28 Ocak'ında ölüverdi. Rahipler hemen transa girdiler, uykuları beş sene sürdü ve 1995 ilkbaharında, Pançin Lama'nın bir müddet boşlukta gezen ruhunun 25 Nisan 1989'da doğan Gendun Choekyi Nyima adında bir çocuğun bedeninde dünyaya döndüğünü anladılar.
Bu iláhi buluş Tibet'i işgali altında tutan Çin'in hiç de hoşuna gitmedi. ‘‘Çocuk büyüyünce ya başımıza bir iş açacak olursa?’’ diye düşündüler, Gendun'u ailesiyle beraber Pekin'e götürüp bir yere kapattılar.
Ama Tibetliler'in bir Pançin Lama'ya mutlaka ihtiyaçları vardı ve Çin bunu da halletti: İktidardaki Komünist Partisi Buda'nın ruhuyla derhal temas kurulmasını emretti, emir yerine getirildi ve Pekin 1995 Aralık'ında gerçek Pançin Lama'yı bulduğunu açıkladı: Yeni Buda, Gyaltsen Norbu adında altı yaşında bir başka çocuktu.
Tibet'te beş seneden beri işte bu tartışma var. Tibetliler ‘‘Biz Dalay Lama'nın kabul ettiği Pançin Lama'yı isteriz’’ diye tuttururken Pekin ‘‘Partimiz Buda ile temas kurmuş ve gerçek Pançin Lama'yı bulmuştur’’ diyor ve resmen komünist, maddeci ve dinsiz olan Tibet'te böyle bir ‘‘Buda'nın ruhu’’ oyunu oynanıyor.
Paylaş