Paylaş
Abdülbaki Gölpınarlı ‘‘Şarkiyat’’ın yani ‘‘doğubilimi’’nin önde gelen ismi ve son büyük álimiydi. Dünyadan 1981'de ayrılırken arkasında herbiri konusunda bugün hálá tek kaynak olan yüz ciltten fazla eser bıraktı. Ama en önemli eserlerinden birini sağlığında bir türlü yayınlayamamıştı: Yaklaşık altı bin sayfa tutan ‘‘Türk Edebiyat, İláhiyat, Mitoloji ve Folklor Ansiklopedisi’’ni... Hürriyet'in Ramazan sayfasında yarından itibaren Gölpınarlı'nın bu çok önemli eserinin bazı bölümleri yeralacak.
Yaklaşık altı bin sayfalık bir eser. İlk sayfasında ‘‘Türk Edebiyat Ansiklopedisi: Din ve İláhiyat, Felsefe, Tasavvuf ve İctimaiyat (sosyoloji), Edebiyat, Mitoloji, Örf ve Adetler, Folklor’’ yazılı.
Bu, maddeler halinde ve tam bir ansiklopedi olarak hazırlanmış, bir kısmı eski, bir kısmı da yeni harflerle kaleme alınmış, sayfaları üstüste konulduğunda yüksekliği 1,5 metreyi bulan ama yazıldığından buyana hep gizli kalmış bir eser. Sözün kısası, Türk edebiyat ve tasavvuf tarihi üzerinde bugüne kadar yapılmış en önemli ve en geniş çalışma.
Yazarı ‘‘Şarkiyat’’ın yani ‘‘doğubilimi’’nin önde gelen ismi ve son büyük álimi: Abdülbaki Gölpınarlı.
İlim áleminin 1981'in Ağustos'unda kaybettiği Abdülbaki Hoca'dan geriye bugün çoğu konusunda hálá tek kaynak olan yüz ciltten fazla eser ve işte bu yayınlanmamış ansiklopedisi kaldı.
Abdülbaki Hoca en önemli eseri olan ansiklopedisini 1948'in yaz aylarında tamamlamış, o yılların en büyük yayınevlerinden biriyle eserin fasiküller halinde yayınlanması için anlaşmış, ilk fasikülün o yılın Kasım ayında çıkmasıma karar verilmiş ama proje kitabın boyu ve şekli konusunda son anda çıkan bir anlaşmazlık yüzünden hayata geçememişti. Proje rafa kaldırılmış, Abdülbaki Gölpınarlı eserinden bir anda soğumuş ve kitabın basılması için bir daha hiç bir teşebbüste bulunmamış, aradan seneler geçmiş ve baskıya hazır müsveddeler Hoca'nın dünyaya veda ettiği 1981 Ağustos'una kadar, tam 32 yıl boyunca bir dolapta kilitli kalmıştı.
Şarkiyatın bu son büyük áliminin eseri senelerdir bende duruyordu, ben bu eseri defalarca okudum ve pek çok şey öğrendim. Kitap, başka hemen hiç bir kaynakta rastlanamayacak bilgilerle doluydu.
İşte onlardan biri; İstanbul'un ‘‘Salacak’’ semtinin adının nereden geldiği konusu: Abdülbaki Hoca Üsküdar'da asırlarca önce bir saray olduğunu, sarayın harem tarafının bulunduğu yerde sonraları bir iskele yapıldığını, adına ‘‘Harem’’ dendiğini ve bu ismin hálá kullanıldığını söylüyor, ‘‘Eski Türkçe'de 'salaca' diye bir kelime vardır ve üzerine tabuttun konulup taşındığı sopalara denir. Sarayda ölenlerin cenazeleri de salacalarla çıkartılırdı. Cenazelerin çıkartıldığı bu kapının olduğu semte şimdi Salacak diyoruz’’ diye yazıyordu.
Abdülbaki Gölpınarlı'nın eseri, yazılmasından 52 yıl sonra, yarın gün ışığına çıkacak. Eserin bazı bölümleri Hürriyet'in ramazan sayfalarında yarından itibaren 30 gün boyunca yeralacak ve böylece Abdülbaki Hoca kitleleri aydınlatmaya dünyadan ayrılmasından seneler sonra devam edecek...
Hattın üstadı Hürriyet'te
Asıl mesleği edebiyat tarihçiliği olan Prof. Dr. Ali Alparslan, Türk hat sanatının, bugün yaşayan en büyük üstadı kabul edilir.
Prof. Dr. Ali Alparslan, 1927'de Çorlu'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni bitirdi ve Tahran'da doktora yaptı. Bir süre Başbakanlık Osmanlı Arşivleri'yle Dışişleri Bakanlığı'nda çalıştı, sonra üniversiteye geçti, Türk Edebiyatı Profesörü oldu ve İstanbul Üniversitesi'nin yanısıra Oxford ve Şikago Üniversiteleri'nde edebiyat tarihi okuttu.
20. yüzyılın büyük hattatı Necmeddin Okyay'ın öğrencisi olan Prof. Dr. Ali Alparslan 1950'li yıllarda Okyay'dan talik, divani ve rik'a yazılarının yanısıra ebru yapımından da icazet aldı ve ileriki yıllarda çok sayıda öğrenci yetiştirdi.
Hürriyet'in yarın başlayacak olan Ramazan sayfalarında Prof. Alparslan'ın seçtiği önde gelen hat örneklerinin fotoğrafları ve hattatları hakkında bilgiler yer alacak. Hat çevrelerinde ‘‘Ali Bey’’ yahut ‘‘Ali Hoca’’ olarak bilinen Prof. Alparslan köşesinde hattatların hayat hikáyelerinden ziyade hat ekollerine ve hattatların sanat özelliklerine ağırlık verecek.
Hat tarihini bir hattattan, özellikle de Ali Bey gibi zamanın en önde gelen hattatından okumanın bilginin yanısıra zevk de vereceğine inanın...
Hoca'dan tavsiye: Geçmiş yaşanmaz araştırılır
Abdülbaki Gölpınarlı, ansiklopedisinin önsözünde eserini ‘‘geçmişi yaşatmak’’ değil, ‘‘öğretmek için’’ kaleme aldığını ve olayları ‘‘sebep-sonuç ilişkilerine göre’’ değerlendirdiğini söylüyor.
İşte, Gölpınarlı'nın oldukça uzun olan önsözünün bir bölümü:
‘‘Uzun yıllar süren yorucu, yıpratıcı bir çalışmanın, okumanın, araştırmanın ve hazırlanmanın neticesi olan bu büyük eser, halkı bir iddia ile söyleyebiliriz ki yalnız memleketimizde değil, bütün ilim dünyasında derin bir boğluğu dolduracak mahiyettedir.
Eskiden, daha ziyade kalpten kalbe geçen, yazılırken de pek dağınık ve bilindiği için de pek kısa bir surette kaydedilen, hele menşe' (köken) ve mahiyetleri ile tarihi seyirleri bakımından hiç incelenmeyen ve ekseriyetle tek görüşün ve tek kanaatin ifadesinden ibaret olan Şark-İslam alemine ait dinî, felsefî, tasavvufî ve mitolojik terimler, bu günün okur-yazarlarınca artık bir bilinmezler álemi haline gelmiştir. Hele örf ve ádetlerle folklora ait kaynaklar, okunamayan ve dilleri anlaşılamayan kitaplara gömülüp gitmiştir. Bu, zamanın tabii seyrinin tabii bir neticesidir. Yani artık kanaatler, tahlil ve tenkid edilecek bir ilim mevzuudur, meselá sosyal bir teşekkül olan tarikatler, yetiştirdikleri adamları, sosyal bünyede yaptıkları tesirleri, yücelmeleri, alçalmaları ve sönüp gitmeleriyle dünün sosyal hayatını yoğurdukları için tarihi bir inceleme sahası halindedir. Söylemeye hacet yoktur ki, eski metinleri anlamayan bunları bilemez, bunları bilemeyen de günü idrak edemez ve bugüne bağlayamaz. Ağacından ayrılmış, rüzgárın uçuşuna tabi bir yaprak gibi solar, gider.
Hazırladığımız bu büyük eserle biz, tarihi safha safha açacak, seyrini zaman zaman belirtecek, hádiselerin sebeplerini inceden inceye göstermeye çalışacak, neticelerini iyiden iyiye tesbite uğraşacağız’’
Say it in English please!
Ankara Koleji'nin sahibi olan Türk Eğitim Derneği bir ‘‘yerleşke’’ açıyormuş, açılışta Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de bulunacakmış ve bu iş için şık bir davetiye bastırmışlar.
Ben ‘‘yerleşke’’nin ne olduğunu bilmiyordum, dolayısıyla davetiyeyi görünce neyin ne için açılacağını anlayamadım. Arkadaşlarıma sordum, biri hariç hiçbiri bilmiyordu, bileni de ‘‘Aman ne kadar cahilmişsin! Kampüse artık yerleşke deniyor’’ dedi ve böylelikle TED sayesinde kelime dağarcığıma kakafonik de olsa bir sözcük yerleşti.
Ne yalan söyleyeyim, gençliklerinde genellikle ‘‘Ah şekerim tumarov ekzem var, tunayt peypırımı prepır edip sabah submit yapmam lázım. Bu gece forgiv mi’’ diye konuşanlara ben öztürkçeyi, daha doğrusu ‘‘düzlemsel tapınımın yaptırımsal işlevindeki sorunsallık imgeleminin göstergebilimsel katışımlarının izleksel ve düttürüsel pırpırılıklarından edilgenleşmis salınımsal sürüşüm’’ vezninden uydurukçayı hiç mi hiç yakıştıramadım. Onun için TED yöneticilerinden küçük bir istirhamım var: Davetiyelerinizi ve öteki bütün yazışmalarınızı Türkçe değil İngilizce yapın, herşeyi ingilizce söyleyin, zira daha kolay anlaşılırsınız. Say it in English dear!..
ARŞİV FARELERİNE RAMAZAN İZNİ: Beş milyon dolar harcanıp İkitelli Çayırı'na serilen Osmanlı Arşivleri bahsine Ramazan boyunca ara vermeyi düşünüyorum, zira yazacaklarım Ramazan'da bırakın yapılmaları, söylenmeleri bile pek öyle caiz olmayan hadiseler. Meselá sabık bir bakanın uçkur sevdası yüzünden İstanbul'daki bir tekkenin karışmasını, bu sevdanın arşivin genel müdürünün başını yemesini, İstanbul'daki lojmanın halvethaneye dönmesini, bir inşaat şirketinden transfer edilenlerin üç trilyonu dere yatağına yatırma maratonunu vesaireyi Ramazan'da nasıl yazayım? Bu yüzden arşiv farelerini üç haftalığına meydana salıyorum. Ama Allah korusun, ömünüzdeki yağmurlarda dere yatağındaki barakaları su basacak olursa, vay hallerine!..
Paylaş