Paylaş
Dolmabahçe Sarayı'nın alt kattaki odalarından birinde 1938'in 10 Kasım sabahı saat dokuz buçuğa gelmek üzereyken bir el siláh patladı ve bir adam kanlar içerisinde yere yuvarlandı. İntihar maksadıyla elindeki tabancayı kalbine dayayıp tetiği çekmiş ama kurşun kalbe isabet etmemişti.
Yukarı kattaki büyük yatak odasında hayata henüz birkaç dakika önce veda eden büyük hastanın çenesini bağlamakla meşgul olan doktorlar alt kata koştular. Kanlar içerisindeki yaralıya ilk müdahale hemen orada yapıldı. Önce Doktor Mim Kemal Öke, sonra Neşet Ömer İrdelp geldiler, oluk gibi akan kanı durdurup yaralıyı hayata döndürmek için ellerinden geleni yaptılar ve başardılar. Yaralı kurtarıldı ama Dolmabahçe Sarayı'nda 10 Kasım 1938 sabahı saat dokuz buçuğa gelmek üzereyken tetiği niçin çektiğinin üzerinde pek birşey yazılmadı ve bu intihar girişimi aradan geçen 61 yıl boyunca sadece satır aralarında yeraldı.
Tabancasını kalbine dayayıp tetiği çekenin ismi Salih Bozok'tu. Bilecik milletvekiliydi, Mustafa Kemal'in en samimi iki-üç arkadaşından biriydi ve belki de ona en yakın olanıydı. Tanışıklıkları çocukluk senelerine, Selánik günlerine dayanıyordu. İkisi de askeri okula gitmiş, biri sonradan paşa olmuş, savaş meydanlarında kazandığı zaferlerden sonra yepyeni bir devlet kurup başına geçmiş, diğeri her zaman onun yanında kalmış, senelerce yaverliğini yapmış, sonra milletvekili seçilmiş, aralarındaki ast-üst ilişkisinin dışında her zaman çok yakın ve içten bir arkadaşlık varolmuştu. Mustafa Kemal Paşa'nın dünyadan 1922'nin 14 Ocak'ında ayrılan annesi Zübeyde Hanım'ın cenazesini Salih Bozok kaldıracak, Paşa'nın İzmir'de 29 Ocak 1923 günü nikáhının kıyılması sırasında eşi Látife Hanım'ın şahitliğini de o yapacaktı.
Ama çocukluk senelerinden itibaren en yakın arkadaşı ve en samimi dostu olan komutanının yakalandığı hastalık Salih Bozok'u derinden etkiledi ve zihnine ‘‘O yaşamazsa ben de yaşayamam’’ fikrini nakşetti. Atatürk'ün hastalığı ilerledikçe, dünyadan paşasının hemen ardından ayrılma düşüncesini artık daha da bir benimsemiş, 1938 Haziran'ında Savarona yatında bulundukları sırada kaçınılmaz ákıbetin ardından yapacağı herşeyi hazırlamış, eşiyle çocuklarına bırakacağı mektupları bile çoktan yazmıştı. O yılın Haziran'ından 10 Kasım'ına kadar her ánını meş'um haberi beklemekle geçirdi ve 10 Kasım sabahı tabancasının namlusunu kalbinedayayarak tetiği çekti. Elinin titremesinden olacak can veremedi, ağır yaralandı ve doktorların müdahalesiyle yeniden hayata döndü. Ama tam bir şifa bulamayacak ve kısa bir süre sonra en yakın arkadaşı olan komutanına eceliyle kavuşacaktı.
10 Kasım'ın bu pek bilinmeyen bir başka öyküsü, Hürriyet'te önümüzdeki Çarşamba günü ayrıntılarıyla yeralacak. O sabah Dolmabahçe Sarayı'nda yaşanan büyük teláşın gölgesinde kaldığı için bugüne kadar üzerinde gerektiği gibi durulmayan intihar girişimininin ayrıntılarını ve lidere bağlılığın eşi-benzeri olmayan öyküsünü hiçbir yerde çıkmamış belgeleriyle ve Atatürk'ün Salih Bozok'un özel albümlerinin sayfaları arasında kalmış bilinmeyen fotoğraflarıyla beraber okuyacaksınız.
1938'in 10 Kasım sabahı saat dokuz buçuğa gelmek üzereyken Dolmabahçe Sarayı'nda bir el siláh patladı. Atatürk'ün Selánik'te geçen çocukluk yıllarından itibaren en yakın arkadaşı olan ve sonra yaverliğini yapan Bilecik Milletvekili Salih Bozok komutanını kaybetmenin acısına dayanamamış, hayatına kendi eliyle son vermek istemişti. Sarayda o sabah yaşanan büyük teláşın gölgesinde kaldığı için aradan geçen 61 yıl boyunca üzerinde pek durulmayan ve sadece satır aralarında yer alan bu olay, lidere bağlılığın eşi-benzeri olmayan öyküsüdür.
Veda mektubundan
hüzün dolu satırları
Salih Bozok, intihar teşebbüsünden önce biri çocuklarına, öteki eşi Pakize Hanım'a hitaben yazdığı iki ayrı mektup hazırladı. İşte bunlardan birinden, Bozok'un eşine bıraktığı mektuptan bazı bölümler:
'...Beni bütün hayatım boyunca mes'ud yaşattın. Her arzumu severek yerine getirmek istediğini bu mektubuma minnetle ve şükranla kaydetmeyi bir borç bilirim.
...Milletimizin ve her Türk'ün minnetle yádedeceği Atatürk'ümüzün sayesinde şerefinizi, haysiyetinizi muhafaza ederek ömrünüzün sonuna kadar sıkıntısızca yaşayabileceğiniz herşeyi temin etmiş bulunuyorum.
...Ben hayatımı Atatürk'ümüzün hayatına raptetmiş (bağlamış) ve ondan sonra yaşamamaya karar vermiş bulunduğum için hayatınma nihayet verdim. ...Herşeyi kemál-i sükunetle karşılayarak çocuklarınla sıhhat ve áfiyetle yaşamanı dilerim.
... Her zaman bana şefkat ve muhabbetle bakan güzel gözlerini sonsuz sevgilerimle seni kucaklayarak öperken ömrünün sonuna kadar çocuklarınla afiyetle ve üzüntüsüz olarak yaşamanı diler ve hürmetle de ayrıca ellerinden öperek ebediyyen arz-ı veda eylerim sevgili karıcığım, kıymetli Pakize'm'
Dışişleri'ne mütevazı bir öneri:
İsterseniz Abdülhamid’in
kararnamesini fakslayayım
Türkiye, 17 Kasım'dan itibaren üç gün boyunca dünya gündeminin ilk sırasında olacak. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı ‘‘AGIK’’ için 60 küsur ülkenin lideri İstanbul'a gelecek, ABD'nin Clinton'undan Rusya'nın Yeltsin'ine, İtalya'nın çok sevdiğimiz d'Allema'sından Kıbrıs Rum kesiminin gözümüzün nuru Klerides'ine kadar düzinelerle lider Çırağan'da buluşacak.
Toplantının hazırlıkları Ankara'da haftalar öncesinden başladı ve Dışişleri'yle Basın Yayın, Türkiye'deki yerli ve yabancı basın kuruluşlarına başvuru formları gönderip toplantı öncesinde kayıtlarını yaptırmalarını istedi. Ama durup dururken işgüzarlık etmemiz şart olduğu için bu işte de bir gariplik yapıldı: Uluslararası bir ajans her gün sadece tek bir olayı izleyebilecek, meselá gazeteciler Demirel'le Clinton'u toplantı salonunda fotoğraflayabilecek ama boğaz turu yaptıkları sırada yanlarına yaklaşamayacaklardı.
Dışişleri'nin dünya basınında eşine emsaline rastlanmamış bu kararı yabancı basını ayağa kaldırdı. Reuter'inden AP'sine, AFP'sinden EPA'sına varıncaya kadar dünyanın önde gelen haber ajansları, Türk Dışişlerini ve enformasyon makamlarını AGIK'in Viyana'daki sekreteryasına şikáyet ettiler.
AGIK şimdi, toplantı öncesinde yaşanan bu gerginliğe son verebilmek için devrede. Neticenin ne olacağını bilemiyorum ama sadece İstanbul'la Türkiye için değil, bütün dünyanın gözünde son derece önemli olan bir toplantının uluslararası basın tarafından ‘‘izlenmemesi’’ maksadıyla böyle alışılmadık uygulamalara kalkışan bizim enformasyonculara naçizane bir tavsiyem var: Maksat basını ortalarda dolaştırmamak, Türkiye'nin ayağına kadar gelmiş olan böyle bir fırsatın değerlendirilmesini engellemek ve dolayısıyla fazla yorulmamaksa, konferans haberlerine sıkı bir sansür koyun!
Abdülhamid'in 23 Mayıs 1877 tarihli ‘‘Matbuat Kanunu’’nun yasaklamalarla ilgili maddeleri ve sansürle ilgili kararnameleri bu iş için bence gayet uygundur ve çoğunun tam metni arşivimde mevcuttur. Sansür koyma konusundaki kesin kararınızı verdiğinizde beni bir haberdar ediverin, hemen fakslayayım...
Paylaş