Paylaş
Bu ülke, neredeyse günü gününe, tam bir yıl kaybetmiştir. Erken seçim isteneceği, geçen yıl, aşağı yukarı nisanda belli olmuş, temmuz sonu gelince de tarih kesinleşmişti. Demek ki, geçen bahardan bu baharın ortalarına kadar, Türkiye'nin insanları yeni bir siyasal tablo beklentisine girmişler, işler durgunlaşmış, tasarımlar ertelenmiştir.
Vakit kaybı henüz bitmedi.
Haftalarca süren sondajlarla falan hükümet kurmaya sıra gelmesi için tam bir ay beklemek gerekmiştir. Girişimler başlamadan tereddütler başlamış, geri adımlar atılmış, hatta neredeyse kavgalara varacak gerilimler ortaya çıkmıştır. Kuruluş çabalarının daha ne kadar süreceği belli değil. Pazarlık dönemini, paylaşım çekişmelerini, programın yazılıp tartışılmasını, oylamaları falan hesaba katarsanız, haziran ortalarının bulunması işten değil.
Seçimlerin kargaşaya açıklık, karanlığa aydınlık getirmesi bekleniyordu. Böyle olmayacağını bilenler bile, sırf bu beklentiye karşı çıkmamış olmak için erken seçime oy vermişlerdi. Sonuçlar, ülkedeki siyasal güçlerin içine düştükleri kargaşayı büsbütün açığa çıkarmış, daha önceki karanlık, olsa olsa beyazlaşarak yine görüntü geçirmez bir duvara dönüşmüştür.
Hükümet kurmak için çeşitli seçenekler var; fakat kimse ‘‘Şöyle olsa iyi olur; ülke aydınlığa kavuşur’’ diyebilecek durumda değil. Türkiye önünü göremiyor. Seçimlerin ışığı ancak bir sisi aydınlatmakta: bir ‘‘zulmet-i beyza’’, bembeyaz bir karanlık.
Çünkü, bu kez sahneye daha önce olmayan bir unsur çıkmıştır: MHP.
Kendisi açıkça göründüğü halde, sahnede yarattığı sis davranışlarının ve tutumlarının ne olacağını kestiremeyişten ileri geliyor.
Evet, ‘‘milliyetçi’’, ama nasıl? Yirmi yıl önceki gibi mi? ‘‘Rahşan Hanım vakası’’ yalnız bu noktada yoğunlaştığı için, akla hep şiddet, kavga, cinayet gibi şeyleri getiriyor.
Ama, onun ve sağdaki başkalarının çekincesi yalnızca bundan mı ibaret?
Örneğin, parlamento sahnesine çıkan bu yeni unsurun dış politikadaki çizgisi nasıl olacak? Yirmi-otuz yıl önce, sorunun yanıtı basitti ve dönüp dolaşıp ‘‘anti-komünizm’’de düğümleniyordu. Peki şimdi? Avrupa ve Kuzey Irak gibi sorunlar, kuzeydeki büyük komşuyla ilişkiler söz konusu olunca ne olacak?
Başka konularda da aynı belirsizlik: Başörtüsü ve Sekiz Yıl, o çeşit belirsizliklerin sadece su yüzüne çıkmış olanları. Arkası gelmez mi?
Ya ekonomi? Özelleştirme ve planlama gibi konularda ulusalcılıklarını nasıl ve ne ölçüde gösterecekler?
Aslında, Güneydoğu sorununun ve Avrupa'dan dışlanışın doğurduğu ulusalcı dalga, bütün partilerde şaşkınlık yaratmıştır. DSP'nin geçmişteki şiddete tepki gerisinde gizlenmeye çalıştığı bu şaşkınlık, zamanla, sağda ve solda, ulusalcılığın anlamı bakımından ideolojik bir billurlaşmaya yol açar belki.
Zihinlerdeki sisin dağılması için böyle bir billurlaşma yararlıdır da.
Paylaş