Paylaş
Dil ‘‘yenildi’’ demeye varmasa da, Beşiktaş, önde götürdüğü Dardanel maçında iki gol yiyip üç puan verdi ya, stat önlerinde yine o nakarat yükseldi: ‘‘Yönetim istifa!...’’
Bağıranlar, istifadan sonra kimlerin geleceği kendilerine söylenmiş olsa da, durumların düzelmesi için ne yapmak gerektiğini herhalde derinliğine düşünmüş olamazlar: Toşak gidecek mi? Gidecekse, şu sırada yerine adam bulunacak mı? Takımın keyifsizliği nasıl giderilecek? Falan, filan.
Üstelik, istifa için bağıranlar, aynı zamanda, kötü oynanıp rastlantı gollerle kurtarılmış oyunlar sonrasında da takımı çılgınca alkışlayanlardır.
Yahut, bir teknik direktör gidip yenisi gelince, ne yapacağını bile bilmeden ona tapanlar.
Düzensiz oyuncuları büsbütün şımartıp her yönetimin başına bela edenler.
Doğal olarak, onlar da kendilerini haklı göreceklerdir: ‘‘Takımı kurtarmak için ne yapmak gerektiğini düşünmek bizim işimiz değil. Nasıl bir teknik adam gerektiğini, öylesinin nereden bulunacağını biz bilmeyiz. Oyuncuları adam etmek de bizim işimiz değil’’ derler.
Takımı sevdikleri ve her maçta ‘‘Senden başka kimim var benim?’’ diye bağırdıkları için, yense de yenilse de alkışladıklarını, her yeni teknik direktöre gökten inmiş kurtarıcı Mesih gibi taptıklarını söyleyeceklerdir.
Politikada da böyle değil midir? Vatandaş eleştirir, tepki gösterir, değişiklik ister ya da istetilir.
‘‘Düşünmek, çare üretmek, düzeltmek benim işim değil’’ diyen de yine vatandaştır.
Alkışlayan, şımartan, göklere çıkaran yine o olduğu halde.
Ayrıca, gitmesi isteneni seçen de odur.
O halde?
Böyle sürüp gider mi? Yoksa birileri çıkıp bu kısır döngünün biraz daha anlaşılır, biraz daha anlamlı, biraz daha yaratıcı ve yararlı bir sürece dönüşmesini sağlamayacak mı?
Sağlayacaksa, kim?
Medya mı?
Onun, doğası gereği, daha çok halk yığınlarındaki yakınmalara, tepkilere, isteklere ve özlemlere ağırlık verdiği ortada. Üstelik, halk yığınlarından daha çok, toplumdaki güçlü ve nüfuzlu çevrelerin etkisinde kaldığı, hatta oralardaki çıkarların savunucusu durumuna düşebildiği görülüyor, biliniyor.
Meğer ki, bu konu da, vatandaşları doğru bilgilendirme ödeviyle birlikte, bir kamu hizmeti, hem de ancak tam özerklikle yerine getirilebilecek bir kamu hizmeti olarak görülsün.
TRT'nin özerkliği, yani siyasal iktidardan ve toplumun nüfuz odaklarından etkilenmez bir statüye kavuşturulması bunun için önemliydi. Tam başarılamadı.
Ama bunun, yarım yamalak da olsa, bir ölçüde sağlandığı bir yer var ki, oranın susup susmaması, ülkenin temel sorunları konusunda görüş açıklayıp açıklamaması önemli: Üniversiteler.
Onların, kamu parasıyla, ama özerkçe yerine getirmeleri gereken kamu görevi, ‘‘bilimsel bilgi’’yi araştırıp öğretmenin ötesinde, bunu ‘‘güvenilir bilgi’’ olarak kamuya ve yönetimlere duyurmayı da kapsıyor ve kapsamalı.
Yoksa, kulüpler gibi, ülke de tribün bağrışmalarının etkisiyle yönetilir duruma düşebilir.
Paylaş