Paylaş
Türk uçağına mı binmişsiniz, yoksa Dixie eyaletlerinden birine giden bir Amerikan uçağına mı, belli değil. Başka bir gün, yine kötü bir caz parçası yahut tangırtılı bir yabancı müzik.
Cem Kozlu, vaktiyle, kalkış beklemenin gerginliği içindeki yolcuları rahatlatacak müzik olarak, çoksesli çağdaşlığı yerli ezgilere uyarlayan kasetler hazırlamış, bunların çalınmasını istemişti. Olmadı.
Kozlu, şimdi de THY'nin yönetim kuruluna başkanlık ediyor. Herhalde onun düşüncesinde değişiklik yoktur. Ama, yine olmuyor.
Niyetle uygulama arasında kopukluk mu? Adamsendecilik ve bilinçsizlik mi?
‘‘Ulusal’’ havayolunda, çağdaşlıkla ulusallığı birleştiren bir ana yaklaşımın girişteki müzikten başlayarak her şeyde kendini göstermesi, her şeyi kendiliğinden yönlendirmesi gerekmez miydi?
Beşiktaş bocalıyor.
Takıma egemen olması gereken ‘‘özkaynak’’ düşüncesi zihinlerden silindi silineli, arada şampiyonluklar falan da olsa, bocalama hep devam etmekte.
Şekerspor hezimeti son örnek.
Teknik direktörler gelip gidiyor. Hepsi, kısa olacağını düşündükleri hizmet süreleri içinde çabuk başarı peşinde. Altyapıyı, takımı kökten besleyecek kaynakları geniş ve canlı tutmak, profesyonel ortamda da olsa yarı amatör kolej takımı geleneğini sürdürmek onları pek ilgilendirmiyor. Akılları fikirleri, muazzam paralarla birkaç oyuncu transfer edip kolay sonuca gitmek.
Onlarla geçinemeyince de, acayip kararlarla takımın canına okumak.
Yabancı antrenör ve oyuncu elbet gerekli olabilir; ama, herhalde bu zihniyetle değil. Onların oturtulabileceği bir temel, bir ana çerçeve olmalı.
Başarının anahtarı, ünlü ama kaprisli yabancı teknik adam bulup bütün yetkileri ve her şeyi ona teslim etmek midir, yoksa onu ‘‘Takımın ana felsefesi şudur; her şey buna uygun olacak’’ diyebilen bir otoriteye tabi tutmak mı?
Serpil Hamdi Tüzün'ün şimdi bir yerlere gitmiş olması, Beşiktaş'ı Beşiktaş yapıp yönlendiren ana düşüncenin de uzayda kaybolması mı demek olmalıdır?
Profesör Savcı, ‘‘müdir fikir’’ derdi.
Yani her kurumu, her örgütü, her devleti yönlendiren düşünce.
İnsanlar değişse de hep aynı kalan, her şeye yön veren, yönetenleri yönlendiren.
Refah Partisi'nin kapatılışı öncesinde ve sonrasında gözlenen düşünce kargaşası çok ilginç.
Amerikalı sözcünün veya Avrupalı falancanın Türkiye Cumhuriyeti'ndeki ‘‘yöneten düşünce’’yi bilmeyişi ve bu devletin öz niteliğinden habersiz olarak demokrasi adına ileri geri konuşması doğaldır.
Doğal olmayan, ‘‘devrimci cumhuriyet’’in ne demek olduğunu artık öğrenmiş olması gerekenlerin, bu konuda bile kısa vadeli siyasal hesaplara, İkinci Cumhuriyetçi önyargılara veya yabancı etkilere esir düşerek, bir temel gerçeği göremeyişleridir. Herkesçe anlaşılması gereken o gerçek şu ki, bu cumhuriyet, rastgele kurulmuş bir devlet değil, ancak kurtuluş savaşıyla ayakta kalabilmiş bir İslam toplumunda savaşa öncülük edenlerin devrimciliğiyle kurulan bir cumhuriyettir.
Savaşan devrimci düşünce, kendisiyle çelişmeden, kurtardığı toplumu eskiyi yöneten düşünceye teslim edebilir mi? Türkiye'nin hukuku da, cumhuriyetin bu ‘‘yöneten düşüncesi''ne ters düşebilir mi?
Paylaş