Paylaş
Avrupa Birliği'yle ilişkilerin yeniden kritik aşamaya girer gözüktüğü şu günlerde, ülkenin Batı dünyasına bakış açısını ana yönleriyle gözden geçirip takınılan tutumu bir kez daha değerlendirmek yararlı olabilir.
Üstelik, 19 Mayıs böyle bir değerlendiriş için iyi bir tarih sayılır. Anadolu'nun kuzeyinden başlayıp doğusunda oluşarak ortasında olgunlaşan bir ihtilal, eğer Ege'de zafere ulaşmışsa, bu çizgiden doğan bir cumhuriyetin alınyazısında Batı'ya dönük bir şeyler var demektir.
Belki de, ‘‘Uzak Asya'dan gelip bir kısrak başı gibi Akdeniz'e uzanan’’ bir kavmin alınyazısına karışmış bir şeyler.
Batı'yı yendikten sonra da çağdaşlaşmak için yine Batı'da aranan bir şeyler.
Batı, bu cumhuriyetin tarihinde, bir coğrafi yönün ya da kıtanın değil, çağdaşlaşmanın adıdır. Yani, ne Avrupa'dır, ne Amerika. Ne birinde başlar, ne de öbüründe biter.
Bu bakımdan, Avrupa Birliği'yle yaşanan konjonktürel ilişkileri şantajımsı nazlara ya da flörtümsü yalanlara dayandırmak kadar saçma bir tutum olamaz. Bayan Çiller'in ‘‘Bana Gümrük Birliği'ni vermezseniz, Türkiye dincilerin eline düşer’’ manevrası ne kadar yanlış idiyse, Avrupa'nın ‘‘Ağızlarına bir parmak bal sürersek, Türkler Batı'ya sırt çevirmekten vazgeçerler’’ aldatmacası da aynı ölçüde yanlıştır.
Merak edilmesin, hamurunda çağdaşlaşma yatan bir cumhuriyet, daha önceki tarihten devralıp kendi iradesiyle yenilediği bir tercihe sırt çevirmez.
Başkaları istese de.
Bu, böyle bir günde bilinmesi gereken birinci noktadır.
Birincisinden kaynaklanan ikinci nokta ise, Türkiye Cumhuriyeti ile Batı arasındaki ilişkinin daima başı dik ve birinci sınıf bir eşitliğe dayanması gerektiğidir. Bu ülke, ‘‘Aman, kaçırmayalım!’’ diye Avrupa treninin furgonuna, üçüncü ve hatta ikinci mevki vagonuna apar topar atlayacak bir ülke olamaz.
Bunu, Brüksel'in de, Londra'nın da, Atina'sından Selanik'ine kadar bütün Yunanistan'la İstanbul'un da böylece bilmesi gerekiyor.
Dolayısıyla, dış ticaretinin yarıdan fazlasını sürdürdüğü bir kıta ile başa baş, hesaplı kitaplı, kendi çıkarında sonuna kadar ısrarlı bir Gümrük Birliği ilişkisini ayakta tutmak başka şeydir, filanca kulüp üyeliği ve falanca toplantı davetiyesi uğruna üçüncü sınıf bir üyeliğe razı olmak başka şey.
Ankara'nın, kendine çekidüzen vermek için, başkalarının dırdırından uzak beş-altı, yedi-sekiz, belki bir on yıllık döneme gereksinmesi var.
Böyle olduğu içindir ki, Türkiye'nin bir parmak bala aldanıp yaşamsal ağırlığı olan davalarından ödün vereceğini sanmak, boş hesaptır.
Artık denizci olmaya azmetmiş bir ülkenin henüz denizciliği hayal edemediği bir Lozan döneminin Ege haritasından daha da gerilere çekilmesi mümkün müdür? Büyük önem kazanmış bir İskenderun Körfezi'ni tıkayan Kıbrıs'ın, Avrupa aşkına Elen dünyasına sunulması düşünülebilir mi?
Bu da, böyle bir günde anımsanıp anımsatılması gereken üçüncü noktadır.
Paylaş