Paylaş
İmza biriktirip Meclis'i toplama girişimi, acaba, Sayın Başbakan'ın dediği gibi ‘‘partilerine kırgınların seçim erteletme’’ girişiminden mi ibaret, yoksa kıpırdanışın gerisinde su yüzüne çıkmak isteyen genel bir rahatsızlık mı var?
Tabii, değişik açıdan başka sorular da sorulabilir: Temmuz sonunda çeşitli hesaplarla partilerini seçim kararına sürükleyen liderler, yani başta Baykal, Çiller ve Kutan, sonra da Yılmaz'la Ecevit, kararın ardından yapmaları gerekenleri yapmışlar mıdır ki, gönül rahatlığıyla seçime gitmektedirler? Sonrasında tartışmasız ortam yaratabilecek bir genel seçimin zemini hazırlanmış mıdır? Yoksa, 1995 seçiminde olduğu gibi, tartışmaları sona erdirmek şöyle dursun, daha da alevlendirecek bir seçime mi gidiliyor? Örneğin, seçim ortamını Anayasa'yla uyumlu duruma getirecek temel düzenlemeyi, yani Siyasi Partiler Yasası değişikliğini tamamlamadan. Erbakan'ın bağımsız adaylığına ilişkin Anayasa-yasa çelişkisi bunun bir örneği değil mi?
Yahut, hükümet ve parlamento dışına ilişkin sorular: Örneğin, yerel ve genel seçimlerin birleştirilmesini içinden çıkılmaz bir kargaşa olarak görmeyerek, ‘‘Cezaevlerinin marangozhanelerinde şu kadar bin daha oy sandığı çaktırıp şu kadar milyon daha zarf bastırmak gerekiyor; yeterli parayı verirseniz ikisini birden yaparız!’’ diye konuyu maddi basitliğe indiren Yüksek Seçim Kurulu Başkanı'nın iyimser yaklaşımı ne ölçüde gerçekçi olmuştur?
Ama, bütün bunlardan öteye, asıl üzerinde durulması gereken nokta şu: Geçen temmuz sonundaki Türkiye'nin iç ve dış koşulları ile şimdiki koşullar aynı mıdır? Durumu, henüz iş işten geçmeden, değişen koşullar ışığında yeniden düşünüp tartışmak gerekmiyor mu?
PKK sorununun vardığı nokta, bu ülkenin genellikle sanıldığından çok daha ciddi bir uluslararası komployo kurban edilmek istendiğini olanca açıklığıyla ortaya çıkardı. Terör başının kaçışı ve yakalanması, sorunu sona erdirmek şöyle dursun, komplo sahiplerinin azimli tutumlarını bir kez daha göstermeye yaramıştır: Şimdi, yargılamayı en ince ayrıntılarına kadar didiklemeye ve açıklar bulup Türkiye'yi sanık durumuna düşürmeye çalışacaklar. Evrensel ölçütlere göre düzeltilmesi gerektiği Cumhurbaşkanı'nca ve Silahlı Kuvvetler'ce kabul edilen sistemi düzeltmeden yargılamaya başlamak, geri dönülmesi zor bir hata olmaz mı? ‘‘Seçim yapılsın da, Anayasa'yla yasayı sonra değiştiririz’’ dense, ne kadar beklenecek? Kesin sonuçların ilanı, Meclis'in toplanıp Başkanlık Divanı'nın oluşturulması, hükümetin kurulup güvenoylamasının yapılması ve sonuçta parlamentonun çalışmaya başlaması yaz başlarını bulabilir.
Dünyanın gözlerini diktiği bir konuyu o zamana kadar sürüncemede mi bırakmak, yoksa değişikliği bir an önce yaparak kesip atmak mı?
HADEP konusunun da, tartışmaya yer bırakmayacak biçimde seçim öncesi açıklığa kavuşturulması gerekmez mi?
Yeniden toplanışın kaos yaratacağı söyleniyorsa, kaos olasılığını olumlu sonuçlara dönüştürmek de liderliğin gereklerinden değil midir?
Yoksa, liderlik, eski bir politikacının dediği gibi, ‘‘birinin kardeşi, ötekinin beyi ve öbürünün hanımı tarafından hazırlanmış aday listeleriyle’’ sakat bir seçime gidip koltuk sağlamlaştırmak mıdır?
Paylaş