Paylaş
Zeynep Atikkan, belki de en güzel yazılarından birini dün yayınladı. ‘‘Yat’’ başlığıyla.
Son zamanların Türkiye'sinde türemiş iki yatçı türünü ele alan bir yazı.
Birinci tür, ömründe ne dümen tutmuş, ne de dalgayla boğuşmuş olanların türüdür: Yelken keyfinden habersiz; alabora olmayı, hava kalınca esinti beklemeyi bilmeyen. Ama, lüks ve kocaman bir yat, bir müteahhit, işadamı, büyük tüccar ya da sanayici teknesi görünce dayanamayıp binen politikacı tipi.
İkinci tür, ‘‘yatında başbakan ağırlayarak’’ yatçıların ‘‘duayeni’’ olmaya heveslenen yat sahipleri. Önemli devlet adamlarını teknesinde gezdirmek, iş dünyasında müthiş üstünlük sağlıyormuş.
Deniz ve güneşleme sefasında hiç politikadan, işten, paradan ve ihaleden söz edilmese bile.
Atikkan, bu iki tipi de ‘‘Çağ atlamanın Üçüncü Dünyacılığı’’na sokuyor.
Denize meraklı olan, namusuyla para kazanıp tekne yaptırarak bu heveslerini giderenleri incitmemeye büyük özen göstererek.
Ama, bir başka ‘‘yatçı’’ türü var ki, onları yazının dışında bırakmış.
Belki, onlara yatçı demenin bile yanıltıcı olduğunu bildiği için.
Denizi gerçekten seven, deniz aşklarını küçük tekneleriyle gidermeye çalışan ve pek varlıklı olmayan meraklılar. Karadeniz, Marmara ve Ege'nin kıyı kentlerinde, kasabalarında bunlardan yüzlerce, hatta binlerce var.
Bu yelkenli, yelkensiz küçük tekne sahiplerinden biri mektubunda şöyle yazıyor: ‘‘Kendi teknemin dörtte üçünü kendim inşa ettim. Motorunu, elektriğini kendim monte ettim. Armasını kendim yaptım. Boyasını da. Öğrendim ki, yeni vergi tasarısı, yat sahipleri için 2 milyar 250 milyon liradan başlayan matrah öngörüyormuş. Yandık demektir!’’
Şimdi, 2 milyar 250 milyonluk vergi matrahının ‘‘Yandık!’’ dedirttiği tekne meraklısını öbür yatçılarla aynı kefeye koyabilir misiniz?
İşin kötüsü, böyle bir tutum, varlıklı yatçıların büyük bölümünden doğru dürüst vergi alabilmeyi de sağlayacak değil. Çünkü, onların çoğu yabancı bayrakla dolaşıyor. Dışarıdan ya da bizim denizlerdeki yabancılardan aldıkları tekneler Malta'nın, Liberya'nın, Virjin Adaları'nın, Saint Vincent'ın, Manş Adaları'ndan birinin bandırasını taşımakta.
Üstelik, yabancı turistlere tanınan bütün kolaylıklardan yararlanarak, örneğin gümrüksüz yakıt alarak!
Küçük tekne sahiplerini esirgemek için birtakım sınırlar konamaz mı? ‘‘10 metreden yahut 10 gros veya 5 net tonilatodan küçük olanlar’’ diye? Yahut, sahibinin gelirine ilişkin birtakım ölçütler?
Asıl Üçüncü Dünyacılık, galiba bu tür deniz meraklılarını ürkütecek bir vergilendirme politikası uygulamakta ısrar etmek. Çünkü, sıradan vatandaşın böyle bir heves duyması ve alçakgönüllü teknesiyle denize açılması, körletilecek bir merak değil. Tam tersine, teşvik edilmeli.
Hele ‘‘Üç yanı denizlerle...’’ diye başlayan usandırıcı bir edebiyata karşın, büyük çoğunluğu hâlâ sırtı denize dönük oturan insanların ülkesinde.
Paylaş