Paylaş
Deprem dolayısıyla ısınan komşuluk ilişkilerinin Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlara nasıl bir yenilik getireceği merak konusuydu. Kimileri Avrupa Birliği'ne tam üyelik kapılarının Atina'ca açılacağını umarken, kimileri de Ankara'nın Kıbrıs ve Ege sorunlarında yumuşamasını bekliyordu.
İkisi de olmayacağa benziyor. Tam tersine, Avrupa Birliği'nce deprem dolayısıyla yapılması düşünülen insani yardımlar konusunda bile sorun var.
Yunanistan, devlet ve halk olarak doğrudan yardımlarda eli açık davranırken, Avrupa Birliği'nin ortak yardımlarına sıra gelince, başka konularda yaptığı gibi, bu konuda da mırın kırın etmekte. Atina, deprem yardımlarının Avrupa Birliği'nce Akdeniz Programı (MEDA) ve Avrupa Yatırım Bankası yoluyla zaten ödenmesi gereken katkılar çerçevesinde yapılmasını savunarak bir taşla iki kuş vurmayı amaçlıyor: Hem Akdeniz Fonu'ndan Türkiye'ye verilmesi gerekip de şimdiye kadar verilmeyen bir milyar 75 milyon Euro'luk ve Yatırım Fonu'ndan aktarılması gerekip de aktarılmamış 375 milyon Euro'luk miktarları azaltmış olacak, hem de yardımlar verilirken fonlar üzerindeki vetosunu ‘‘kısmen’’ kaldırmış görünecek.
Oysa, insani yardım, insani yardımdır ve böyle hesaplarla verilirse, adı yardım olmaz.
Bu noktada, önemli bir hatırlatmayı yapmakta yarar var.
Çoğu zaman, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üyeliği konusundaki Yunan vetosu ile Gümrük Birliği dolayısıyla Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye vermesi gereken paraların ödenmesinde Atina'nın engellemeleri birbirine karıştırılır.
Bu ikinci konunun, tam üyelik ve tam üyeliğe adaylık bakımından alınacak siyasal kararlarla bir ilgisi yok. O kararlar konusunda Yunanistan istediğini yapabilir ya da başkaları kendi isteksizliklerini Yunan vetosu gerisine saklayabilirler. Ama, Gümrük Birliği dolayısıyla Türkiye'ye ödenmesi gereken paralar ya da çeşitli fonlar aracılığıyla Türkiye'nin gelişme çabalarına yapılacak katkılar, Gümrük Birliği yüzünden Türk ekonomisinin uğrayacağı geçici sarsıntıları hafifletmeye ve telafi etmeye yönelik. Bunları istemek, Gümrük Birliği'nin üçbuçuk yıllık uygulaması boyunca dışalımındaki kaçınılmaz artışa karşılık dışsatımında beklenen büyümeyi görmeyen Türkiye'nin hakkıdır.
Avrupa Birliği'nin de ödevi. Daha doğrusu, Gümrük Birliği'nin tam olarak uygulanmaya başlamasıyla birlikte ödenmesi gereken bir borç. Başlangıçta üçbuçuk milyar dolar civarında hesaplanan bu borç, daha önceki Protokol döneminden 600 milyon dolar da eklenince dört milyarı aşıyor.
Yunan vetosunu, Güneydoğu ve insan hakları sorunlarını bahane edip bunu ödemekten kaçınmak zaten Avrupa'nın büyük ayıbıydı. Şimdi, yalnız Yunanistan'ın değil, Helsinki toplantısı öncesinde başka bazı Avrupa devletlerinin de istedikleri gibi, borcun bir kısmını ‘‘deprem yardımı’’ diye ödeme lütfunda bulunmak, ne uluslararası hukuka sığar, ne de insanlığa.
Bu, düpedüz, edilen haltın üzerine tüy dikmekten başka bir şey değildir.
Paylaş