Paylaş
Biri ‘‘sol milliyetçi’’, öbürü ‘‘sağ milliyetçi’’, üçüncüsü de ‘‘muhafazakár milliyetçi’’ olduğunu söyleyen üç partili bir ulusalcı iktidar, Washington'daki ‘‘diplomatik kaynaklar’’ın ‘‘Bu işleri ancak onlar başarabilir’’ dediği işlerden hangisini ne kadar yapabilir acaba?
Daha doğrusu, bu işlerden ne kadarı Türkiye'nin temel devlet yapısıyla hukuk sisteminin kafasını gözünü yarmadan yapılabilecek cinstendir?
Örneğin, uluslararası tahkim konusu.
Önce şunu saptamak gerek: Bu konu dıştan gelmesi istenen büyük enerji yatırımları dolayısıyla ortaya çıkmıştır ve enerji açığı paniğini yaratanlar ‘‘Uluslararası tahkim kabul edilmezse yatırım gelmez’’ demektedirler.
Tek partili azınlık hükümetiyle şimdiki koalisyonun Enerji ve Tabii Kaynaklar bakanlarına göre, çareler basittir.
Nasıl mı?
Anayasa Mahkemesi, enerji ve özellikle elektrik enerjisi üretimini, iletimini ve dağıtımını kamu hizmeti sayıyor. Dolayısıyla bu hizmetin hangi ad altında olursa olsun, yerli ya da yabancı özel şirketlere yaptırılması ‘‘imtiyaz’’ niteliğindedir. İlgili sözleşmelerin Danıştay denetiminden geçmesi ve çıkacak anlaşmazlıkların da idari yargıda çözülmesi gerekir. Her şeyin yasa metinleriyle oynayarak çözülebileceğini sananların akıllarına gelen ilk çare, kamu hizmetinin ne olduğunu Anayasa'yla tanımlamak ve bu tanımlamaya enerji alanının girmeyeceğini hükme bağlamaktır. Yani, yönetim hukuku kitaplarının ciltler dolusu açıklamalarla tanımladıkları bir kavramı birkaç satırlık bir metinle çözmek. İçinden çıkılmaz yeni yorum sorunlarına yol açarak.
Aklı evvellerin buldukları bir başka çözüm de, enerji alanında devletle şirketler arasında imzalanacak ana sözleşmeleri imtiyaz tanımına ve dolayısıyla idari yargı alanına sokmakla birlikte, bunlara dayanılarak yapılacak ikincil sözleşmeleri ‘‘ticari’’ nitelikte sayarak idari yargı alanı dışına çıkarma yoludur. Oysa, Enerji ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı'nın bu konuda bir ‘‘olumlu görev çekişmesi’’ yaratarak, yani bu çeşit sözleşmelerden doğacak anlaşmazlıkların çözümüne adli yargının da sahip çıkmasını sağlayarak Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gitme girişimi sonuçsuz kalmıştır. Yargıtay Başsavcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına göre elektrik enerjisinin üretim, iletim ve dağıtım aşamalarının bir bütün oluşturduğunu ve ilgili her işlemin idari yargı alanına girmesi gerektiğini belirterek bu isteği geri çevirdi.
Önemli olan, bu girişimlerin gerisinde yatan temel niyettir: Türk hukukundan idari yargı sistemini büsbütün çıkartmak.
Arkasında en azından bir yüzyıllık bir geçmiş bulunan ve sağlam temellere dayanan böylesine köklü bir sistemi yıkmak ise, bu işe kalkışanları kat kat aşacak öylesine büyük bir iştir ki, bunu başarmaya ne güçleri yeter, ne de çapları.
Yüzlerine gözlerine bulaştırmadan yapsınlar da görelim bakalım.
Paylaş