Paylaş
Milletvekilleri genellikle her konuşmanın sonunu ‘‘Bu düşünce ve duygularla...’’ diye bitirip saygılarını sunarak kürsüden ayrılırlar.
Bazen de, sırayı değiştirip ‘‘Bu duygu ve düşüncelerle...’’ derler.
Böylesine yaygın bir alışkanlık da gösterir ki, Türk parlamento geleneğinde düşüncelerle duyguların birbirine karıştırılması olağandır. Çoğu zaman, hangisinin öne geçtiğini kestirmek bile zordur.
Gitgide çetrefilleşen af konusu bunun en iyi örneği.
Geçen yıl, genel seçimden önceki yaz aylarında af sözü tepeden inerek DSP Parti Meclisi'ne ve Meclis Grubu'na düştüğünde, bunun bir ‘‘duygu’’ ürünü olduğu izlenimi yaratılmak istenmişti. Kucağında bebekle hapislere düşmüş ‘‘kader kurbanları’’nı gören Genel Başkan Yardımcısı duygulanmış, bu konuyu önce bir dergiye anlatmış, sonra öneri niyetini Parti Meclisi'ne duyurmuş, duruma böylece muttali olan Genel Başkan da Gruba aktarmıştı.
Erken seçim tarihinin saptanması gibi bu konunun da Meclis Grubu'na danışılmadan gündeme taşınmış olması önemli değildi; böyle bir duygunun dile getirilmesi, nihayet her rikkatli kalbin hakkıydı. Kimileri bu ‘‘duygu’’ ifadesini ‘‘ortak aklın örgütlenmesi demek olan parti’’ kavramıyla bağdaştırmakta güçlük çekmişse de, bir bölük milletvekili de aynı kararı yaklaşan genel seçimde yarar sağlayabilecek ustalıklı bir propaganda ‘‘düşünce’’si sayıp harika buluş diye hayranlıkla alkışlamıştı.
Ne var ki, ‘‘Apo teslimatı’’ oy için af propagandasını gereksiz kılınca, konu gündemden düşmüş, öbür partiler bile buna tenezzül etmemişti.
Konunun seçim sonrasında yeniden canlandırılışı, olsa olsa, bunun bir ‘‘hesaplı düşünce’’ değil, gerçek anlamıyla yürekten kopma bir ‘‘duygu işi’’ olduğunu ispatlamaya yönelik olabilir.
Ama, o zaman da, aklın devreye girmesi ve bir koalisyon ortaklığında bütün nalıncı keserlerine fırsat doğacağının düşünülmesi gerekmez miydi?
Sonuç, herkesin kendi adamını kayırmasına varan ve Anayasa Mahkemesi'ne bile gitmeden Çankaya'dan dönen bir af yasasının çıkması olmuştur.
Bu durumda, asıl niyetin ‘‘duygusal’’lığını ispat babında Adalet Bakanı'nın eşini cezaevine yollayıp kucağında çocukla resmini çektirmek yerine, düşünceyi öne çıkarıp şu iki şeyden birini yapmak daha doğru olmaz mıydı: Ya bu girişimden bütünüyle vazgeçmek, ya da Anayasa değişikliğine giderek bütün suçları bir ölçüde ‘‘affedilebilir’’ duruma getirip hepsinden aynı oranda indirim yapmak.
Yoksa, şimdi olduğu gibi, kıvranmakla kıvırma arasında gidip gelinir.
Af, özellikle hapis içlerinde duyguları ayağa kaldıran ciddi bir iştir; iyi düşünülmesi, enine boyuna tartışılıp sözünün öyle edilmesi gerekirdi.
İster duygulara, ister düşüncelere, neye dayandırılırsa dayandırılsın, parti içi demokrasinin olmadığı ortamlara tepeden indirilirse böyle olur.
Paylaş