Paylaş
Sorunlar bitmiyor. Daha doğrusu, sorunların bitmesi için önerilen her çare, yıllardır tam bir derbederlik içinde yüzen Türkiye'de ister istemez başka sorunlara yol açıyor. Sorunlara çare olarak seçim erken bulundu; o zaman da yurtdışındaki vatandaşların oy kullanmalarını düzenleme sorunu çıktı.
Almanya'da yayınlanan küçümsenemeyecek tirajlı Türk gazeteleri bu konuda vatandaşların isyan çığlıklarıyla dolu. Çünkü, Yüksek Seçim Kurulu, 24 Aralık'ta, Anayasa'yla öngörülen yasal düzenleme yapılıncaya dek, ‘‘yurtdışında oturan vatandaşların gümrük kapılarında oy kullanmalarına’’ karar verdi.
1995 seçimlerinde olduğu gibi. Çaresizlikten.
Anayasa, o vatandaşların oy hakkını kullanabilmeleri amacıyla ‘‘yasa, uygulanabilir tedbirleri belirler’’ diyor. O yasa hâlâ çıkmadı. Çıksa da, bu haliyle pek bir işe yaramayacağı belli.
Sorun, elbette çözülmesi birkaç haftaya sığdırılamayacak kadar çetindir.
Dışta yaklaşık 3.5 milyon Türk yaşıyor. Yaklaşık 2 milyonu da seçmen olma hakkına sahip; ama, Anayasa'nın hükmüne karşın, seçmen olamıyor bir türlü.
Düşünülebilen ve çeşitli ülkelerce bu bakımdan uygulanabilen yöntemler belli: Oy, sandıkta, mektupla, vekaletle veya gümrük kapısında kullanılabilir. Bazı ülkeler yöntemlerin bazısına müsaade etmiyor. Örneğin Almanya, kendine göre güvenlik nedenleriyle, sandıkta oy kullanılmasına karşı.
Şimdi Anayasa Komisyonu'nda görüşülen, ama ne zaman çıkacağı belli olmayan yasa önerisi, yöntemlerin her biri için gerekli önlemleri düzenliyor; arkasından da ‘‘Her ülkenin durumuna göre hangi yöntemle oy kullanılacağı, Dışişleri Bakanlığı'nın da görüşü alınarak, YSK'ca belirlenir’’ diyor.
Ne var ki, yasa çıksa da, bu önlemler, gümrük kapısı yöntemi dışında, konsolosluk ve seçim kurulu işlemleri bakımından 18 Nisan'da yapılacak bir seçimde ‘‘uygulanabilir’’ değil. Uygulanmaları daha uzun bir süre istiyor.
O zaman, yurtdışındaki vatandaşlar açısından bakıldığında böyle bir seçim onlar için 1995'ten farklı bir hak getirmemekte. Onlar da bunu affedemiyorlar.
1995 kışında, vakit sıkışıklığı dolayısıyla hoşgörmüş olsalar bile.
Yurtdışındaki vatandaş demek, çoğu zaman yabancı devlet karşısında boynu bükük kalmaya mahkûm edilmiş olsa bile kendi devletine sahip çıkmaya çalışan, ama onun da kendisini sahiplenmesini isteyen Türk demektir. Böyle olduğu için, o Türkler, Anayasa'yla tanınmış seçmenlik haklarının yıllar sonra bu kez de kullanılmaz duruma sokulmasına seyirci kalmak niyetinde değiller.
Ama, yargı niteliği ağır basan ve kararları kesin olan Yüksek Seçim Kurulu'na karşı yapabilecekleri bir şey yok. Belli ki, yasa Meclis'ten çıkarsa, onlar ya bu yasayı, ya da yasayla öngörülmüş önlemlerin uygulanmasına olanak tanımayan erken seçim yasasını konsolosluklara karşı şeklen açabilecekleri idare davaları aracılığıyla dolaylı yoldan aşama aşama Anayasa Mahkemesi'ne kadar götürmeyi deneyecekler. Ama, yasa henüz çıkmış değil; denenecek olan yollar uzun ve çapraşık, zaman da kısa.
Belki de, ‘‘Şu yasayı ve seçim tarihini bizim haklarımızı gerçekten verecek biçimde düzenleyin!’’ diye siyasal partilere, yasa öyle çıkmazsa da ‘‘Lütfen Anayasa Mahkemesi'ne gönderin!’’ diye devlet başkanına telgraf yağdırmaktan başka çareleri yok. Tabii, böyle bir yalvarış aynı sorumlularca arapsaçına döndürülmüş bir Türkiye'de ne kadar yararlı olabilirse.
Paylaş