Paylaş
Geçen haftasonu, Ankara Hukuk Fakültesi'nde ilginç bir toplantı vardı. ‘‘Kamu hizmeti’’ kavramını derinliğine inceleyen ve bir bakıma hepsi birer devlet görevi niteliği taşıyan çeşitli kamu hizmetlerinin yürütülüş biçimlerini ele alan bilimsel bir toplantı.
Doğal olarak, bu hizmetlerin ya da görevlerin gerektiğinde özel kişiler ve kuruluşlar eliyle yürütülmesine karar verilen durumlarda ortaya çıkan ‘‘imtiyaz’’ konusu ve imtiyaz sözleşmelerinin denetim sorunları da tartışıldı.
Yönetim hukukunda isim yapmış ya da yeni yetişen bilim adamlarının, başka dallardan profesörlerin, Anayasa Mahkemesi ve idare mahkemeleri üyelerinin, hatta Danıştay Başkanı'nın katıldığı teknik nitelikte bir toplantı.
Böyle bir toplantıda idare mahkemelerince ve bunların üstündeki Danıştay'ca alınmış yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarının yerine getirilmesine değinilmeden olabilir miydi? Özellikle bu kararları ‘‘uygulamayış’’ın yaygın ‘‘uygulama’’ haline geldiği bir ülkede?
Gün geçmiyor ki, özellikle kamu varlığının satışına, yap-işlet-devret yahut yap-işlet ihalelerine ilişkin yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarının ardından bir bakanın ya da bir devlet görevlisinin ‘‘Biz bildiğimizi okumaya devam edeceğiz!’’ dediği duyulmasın.
Hatta, koca isimli, kerli ferli ve aksakallı köşe yazarları arasından bile ‘‘Uygulamayın, bildiğinizi okuyun!’’ fetvaları verenler çıkmakta.
Sonuç, anayasasında ‘‘hukuk devleti’’ yazan ve yargı kararlarının herkesi, yalnız yürütmeyi değil yasamayı da bağlayacağı söylenen bir ülkede, hukukun kafası gözü yarılarak usülsüz ihale açılmaya, kamu malı peşkeş çekilmeye, fabrikalar, limanlar çatır çatır satılmaya devam ediliyor.
Hatta, zaman zaman, Anayasa Mahkemesi kararlarına bile aldırış edilmediği için, iptal edilmiş bir yasayı Meclis üç aşağı beş yukarı hemen hemen aynı hükümlerle yeniden yapmakta, yeni iptale kadar geçecek süre içinde hukuktan ne kaçırılabilecekse onun kaçırılmasına zemin hazırlabilmektedir.
İşin tuhafı, kıyamet de kopmuyor.
Hukuksuzluğa alışılan, hukuksuzluğun cezalandırılmadığı ve tam tersine hukuksuzlukla iş görülen bir ‘‘hukuk devleti’’ olabilir mi? Ama, oluyor.
Yalnız, gözden kaçan önemli bir nokta var. Tehlike dolu, patlayıcı.
Yakın zamanlara gelinceye kadar, idare mahkemesi kararlarının uygulanmayışından mağdur olanlar, tek tek kişiler ve küçük gruplardı: Haksız atama kararı bozulan memur, usülsüz ihaleden zarar gören müteahhitler falan.
Ama, artık binlerce işçiyi, ailelerini, bazı durumlarda tek fabrikası satılmış bütün bir kasabayı ilgilendiren kararlar söz konusu. İnsanlar, işsizliğin, göçün, sefaletin kıyısından dönebilmek için bu kararların uygulanmasına bel bağlıyorlar.
Kararlar uygulanmazsa, çaresizliğe düşüp hukuka ve devlete güvenleri sarsılanların neler yapacağını kim tahmin edebilir? ‘‘Elimizde mahkeme kararı var; hukuksuzluğu güç kullanarak biz önleriz, fabrikayı işgal edip satın alanı sokmayız!’’ derlerse, meydana gelecek olayların, hatta kayıpların sorumlusu kim olacak? ‘‘İhkak-ı hak olmaz’’ diye görünürdeki sorumlular cezalandırılsa bile, mahkeme kararlarını uygulamayan asıl sorumluların, koca bakanların, başkanların ve onlara çanak tutan yazarların hiç mi yüzü kızarmayacak?
Paylaş