Paylaş
Belirli amaçlar için başlatılan bir süreç, her zaman beklenen sonuçları vermeyebilir. Bazı süreçlerin nereye varacağını kestirmek zordur. Buna karşılık, öyle süreçler vardır ki, varacakları yer önceden ayan beyan görülür.
Örneğin Sayın Ecevit, ender rakikleşen bir kalbi dinleyip ‘‘insani amaçlı’’ af sürecini başlattığı zaman sonucun ne olacağını kestiremez miydi?
Partilerin, her biri başka açıdan, böyle bir girişimin üstüne atlayacakları ve kendi tayfaları için parça koparacakları belli değil miydi?
Halk yığınlarının tepki göstereceği ve Cumhurbaşkanı'nın, istemeyerek de olsa, yasayı geri yollayacağı ya da işin Anayasa Mahkemesi'ne kadar gideceği?
Herkese umut dağıtarak başlatılan bir af girişimini yarı yolda bırakmanın da başa bin türlü dert açacağı?
Konunun yüze göze bulaştırılacağı?
Aynı Ecevit hükümeti, şimdi de anlamsız bir Avrupa Birliği çırpınışı içine girmiştir. Dışişleri Bakanı, o başkent senin, bu başkent benim, oradan oraya seğirterek, Helsinki öncesi, tam üyelik adaylığına yeşil ışık arıyor.
Bu, İstanbul çevrelerinin pohpohlamasıyla Bakan'ın tek başına giriştiği bir sefer olamayacağına göre, hükümetçe ya da en azından Başbakan'ın bilgisi çerçevesinde başlatılmış bir çaba söz konusudur herhalde.
Hani Brüksel'in tutumu resmen değişmedikçe, Avrupa'nın kapısı çalınmayacak ve bu konuda siyasal diyalog aranmayacaktı? O halde, her altı ayda bir heveslenip lütuf arama turuna çıkışın gerisinde ne yatmaktadır?
Depremin Batı'daki taş yürekleri yumuşatmış olabileceği gibi hiç de Batılı olmayan duygusal bir umutlanma mı?
Geçen defaki Alman girişimine bu kez aşikár nedenlerle Fransa ve İtalya'nın katılır görünmesinden kaynaklanan belirsiz bir aldanış mı? Her devletin, Türkiye'yi Avrupa camiasına alma yolunda ciddi bir girişimden çok, kendi çıkarı açısından Ankara'yla arasını düzeltmeye çalıştığı görülmüyor mu?
‘‘Size adaylık unvanını bahşederiz; ama Kıbrıs'ta yumuşayın; Ege'de Atina'nın istediği uluslararası mahkemeye gidin; Öcalan'ı asmayacağınıza söz verin!’’ derlerse ne yapılacaktır?
Ecevit'in sonbahardaki Washington seferinden önce Atlantik ötesindeki ve berisindeki Batılı başkentler arasında Türkiye'yi heveslendirme ve şimdiye kadar yumuşamadığı konularda yumuşatma oyununun oynandığı sezilmiyor mu?
Gümrük Birliği dolayısıyla Avrupa Birliği'nden dörtbuçuk milyar dolar alacaklı bir Türkiye'nin, Brüksel'de davacı olacak yerde, deprem yardımının bu alacaktan kesilmesine razı olacakmış izlenimini vermesi ve beş para etmez bir adaylık unvanı için kapı kapı dolaşması kadar ters bir şey olamaz.
Lüksemburg kararlarından sonra Ankara'ca başlatılan doğru sürecin, kendini ağıra satıştan hafife satılışa, daha doğrusu ucuza gidişe dönüştürülmesi büyük hata olur.
Bunun vebali, iç politikadaki hatalarınkine de benzemez.
Paylaş