Paylaş
On bir yeni adayla görüşmeye başlamış bir Avrupa Birliği'nin arkasından bakakalanlarımız, ağızlarından bir sözü düşürmüyorlar: ‘‘Tarihi tren kaçtı!’’
Nasıl bir trenin kaçtığını anlamak için, son vagonlara atlayabilmiş olanlardan tren daha kalkar kalkmaz neler istendiğine şöyle bir bakmak gerekir: Litvanya'dan tek nükleer santralını sökmesi, Slovakya'dan Macar azınlık için Macarca temel eğitim hakkının tanınması, Estonya ve Letonya'dan da bu ülkelerde yaşayan bütün Ruslara vatandaşlık verilmesi isteniyor.
Hem de kimler istiyor?
En başta, 1913'ten kalma kan esasına dayalı ırkçı bir vatandaşlık yasasının değişmesini daha geçen hafta kendi meclislerinde reddeden Almanlar!
Türklere vatandaşlık vermemek için binbir kural ve engel yaratan Bonn, iki yüzyıl önce gidip Rusya'ya yerleşen ve ‘‘Aussiedler’’ denen kendi ırkdaşlarını şipşak vatandaş yapıverdi. Üstelik, Türklere çifte vatandaşlık tanınmazken, bu Aussiedler'lerin bir milyon 800 bini hâlâ çifte vatandaş durumunda. Neymiş? Rus vatandaşlığından ayrılma formaliteleri için paraları çıkışmamışmış!
Hani, uçuruma yuvarlanan treni ya da düşen uçağı son dakikada kaçırdıkları için sağ kaldıklarına sevinenler vardır; onlar gibi siz de, böylesine bir çelişki, çıkar ve çifte standart trenini kaçırmış olmanıza sevinmez misiniz?
Şimdi, peronda baş başa kaldığımız bir Gümrük Birliği var.
Hiç olmazsa, onun işlemeyen yanlarını işletmek, ödemesi gereken paraları Avrupa'ya ödetmek gerekiyor.
Bir de, Kuzey Kıbrıs'ın ticaretine koyduğu insafsız engelleri kaldırtmak.
Geçen gün KKTC ile ilk Ortaklık Konseyi sonrasında yayınlanan bildiriye bu son konuda kesin ifadelerin konamayışı üzücüdür. Bir gün öncesinde ‘‘Uğrunuza savaşı dahi göze alırız!’’ diyenlerin, ertesi gün, Gümrük Birliği'ni Kıbrıs Türkleri lehine zorlamak için Avrupa'yla becelleşmekten bile çekinir gözükmesi Lefkoşa'da edilen sözlere kolay bir ‘‘show’’ görüntüsü vermiyor mu?
O Gümrük Birliği'nde, ‘‘Rumlarla müzakerelerin, Türkiye'nin 1995'te kabullenmesi üzerine gerçekleştirildiği’’ geçen salı Avrupa'da bir kez daha söylenmiştir. Milliyet'in Brüksel muhabiri Ahmet Sever, açılış töreninde İngiliz Dışişleri Bakanı Robin Cook'un böyle konuştuğunu bildiriyor.
Bu durumda, ‘‘Türkiye'nin dışlandığı birliğe Kıbrıs'ın girmesini kabullenemeyiz’’ yahut ‘‘Güney Kıbrıs'ı meşru devlet sayan bir Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği imzalamış saymıyoruz kendimizi’’ biçimindeki itirazlar böyle bir ‘‘razı oluş’’ karşısında bütün ağırlığını kaybediyor. Şimdi o günkü sorumluların, yani Çiller ve Karayalçın'ın, ‘‘Cook doğru söylemiyor; biz zımni muvafakat bile vermedik’’ diye herkesin ve özellikle Avrupa'nın duyabileceği resmi bir yalanlamaya gitmeleri gerekmez mi?
Hele bütün bunlar, ‘‘Tam üyelik vagonuna geçişin son adımıdır’’ diye sunulan, ama Türkiye'yi Avrupa'nın marşandiz katarından başka şeye bindirmemiş olan bir Gümrük Birliği uğruna yapılmışsa, vebal çok büyüktür.
Paylaş